COMD 331 Haber Merkezi
  • COMD 331 HABER
    • Sonbahar 2021-2022
    • COMD 331 SONBAHAR 2020-21 FİNAL HABERLERİ >
      • Beyda Gülpınar, Ayça Sıla Avcı
      • Buket Nur Özdemir
      • Burcu Kalfa, Yağız Sütay
      • Can Erkazancı, Gaye Hakkıoğlu
      • DENİZ ÖZDEN
      • Doğa Atalay
      • Eylem Ladin Değer
      • Gizem Uzuner – Serem Erbaş
      • İnci Işık, Şebnem Türe
      • Saray Edanur Erdoğan
      • SENA AKTÜRK
      • Zeynep Süeda Özer
    • 2019-20 Güz Final Projeleri >
      • Elçin- Gizem Fall Final 2019-20
      • ayda anıl- ekin müge dedeoğlu fall 2019-20 final
      • Naushwerwan Aziz -Final Project 2020
      • Hudaverdi Alperen Demirok Fall Final 2019-20
      • Fatma Selin Somuncu Final fall 2019-20
      • Eda Sinem Sütemen Final Fall 2019-20
      • Müge Uğuz- Seren Köklem
      • Aylin Bozkurt Fall Final 2019-20
      • Ziya Deniz Değirmenci Final Fall 2019-20
      • Ege Karcı Final Fall 2019-20
      • Ömer Adil Özgüler Final Fall 2019-20
      • Zeynep Arslan Final Fall 2019-20
    • 2019-20 Güz Midterm >
      • Köklem Seren 2019-20 Fall MT
      • Müge Uğuz Fall 2019 MT
      • Berkay Tekin 2019-20 Fall - MT
      • Ziya Deniz Değirmenci- FALL 2019 MT
      • H. Alperen Demirok - Midterm
      • Ömer Adil Özgüler 2019-FALL mt
      • gizemfall2019MT
      • Aslıhan Özhan fall 2019 mt
      • Ekin Müge Dedeoğlu 2019 Fall MT
      • Aylin BOZKURT- Fall 2019 MT
      • Ayda Anıl Fall 2019 MT
      • Zeynep Arslan FAll-2019 MT
      • F.SELİN SOMUNCU -FALL 2019 MT
      • EDA SİNEM SÜTEMEN - FALL 2019 MT
      • DOĞA 2019 FALL MIDTERM
      • Ege Karcı Fall 2019-20 MT
      • Elçin Esin Midterm 2019-20
      • Khaled Arabiyat Fall 2019-20
      • Jeongmin Hong Fall 2019-20
    • 2018-19 Bahar Midterm
    • 2017-18 Sonbahar Haber
    • 2017-18 Güz Dönemi Haberleri >
      • Yusuf KAYA
      • Dilara Akboğa
      • Selen Tornacı
    • 2017-18 Bahar Haberleri >
      • 2016 SONBAHAR FİNAL
      • COMD 331 Bahar 2016 Final
      • İlkbahar 2016 >
        • Nihan Bayram / Kardelen Ipek Final
        • Işıl Vural Final
        • Gizem Bilim Final
        • Bikem Ahıska
        • Can Tüysüz - Final
        • Eda Kiriscioglu-Final
        • Başaran Eşkinat / Bahar Hazal Öztürk - Final
        • Aygen Ecevit-final
        • Ece Bahtiyar- Erdem Girgin Final
        • Andrea Peris
        • Elena Riego
        • Neslihan Final
        • oğuzhan demir
        • Macit Ersin SEZER
        • Deniz Tezel
        • Melis Parlak
        • Eylem DİNÇER
        • Mutlu Burak Özmen
        • Didem Kaya
        • Öykü İpek Çetinkale
        • Ferzad Şekerci
        • Asena Büyükakgül
        • R. Kutay Elmacı
        • EBru Akaytar
        • Dilara Ercan
      • Yunus Emre Bayu
      • Kaan Çakmak
      • idil unsal
      • Orçun Toksavul
      • Damla Gürkanlı
      • Umur BÜYÜKHATİPOĞLU
      • Pınar ÇAKIR
      • Abbas Hasanov
    • Sonbahar 2014 >
      • M. Koray
      • Semra >
        • EKİN
      • Oğuzcan
      • Okan
      • Burcu
      • Deniz
      • N. Koray
      • Cansu
      • Melike
      • Gencer
      • Kimya
      • Ceren
      • Nakşidil
      • Mert
      • Gamze
      • Enis
      • Mels
      • Bahar 2014 >
        • EMİRHAN
        • DURMUŞ
        • HARİKA ZİYA
        • EREN
        • MERT
        • BURAK
        • BARIŞ
        • Nida Özgenil Dergi
    • COMD 331 DERGİ
  • FALL 2024 Midterms

“Öğrendiklerinizi paylaşın!”

1/18/2017

0 Comments

 
Picture
Deniz Koç
​
Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü’nde (CTIS) Bilişim Sistemleri Etiği (CTIS 363) adlı sıradan bir ders gibi görünen dersi sınavlar yerine getirdiği sıra dışı projelerle renklendiren çok yönlü akademisyen Reyyan Ayfer.
 
Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü öğretim üyelerinden yenilikçi, genç ruhlu, çok değerli ve ders verdiği bütün öğrenciler tarafından çok sevilip dikkat çeken Reyyan Ayfer ile yaptığımız söyleşide, onun akademisyenlik yıllarından, sıra dışı projelerine, çok yönlü kişiliğine, okul dışı faaliyetlerine ve de gençlik yıllarına değindik.
Mezuniyetinin ardından birçok farklı şirkette pek çok farklı sorumluluk alan Ayfer, “yaptığım işler bana edindiğim bilgiyi aktarmayı ve gençlerle zaman geçirmeyi sevdiğimi gösterdi. Yeterince para kazanıyor ancak, harcayacak zamanı bulamıyordum” diyerek emekli olmayı planladığı sırada Erol Arkun’un talebiyle 1988 yılında Bilkent Üniversitesi ile akademiye atıldı. O tarihlerden beri de okul ve ders harici pek çok gönüllü proje yürütmeye ve çeşitli kuruluşlarda faaliyet göstermeye devam ediyor. Öğrencileriyle birlikte yürüttüğü “Farkındalık Yaratma Projesi” Bilkent Üniversitesi’nde en dikkat çeken projelerden biri.
 
Onu meslektaşlarından farklı kılan ve çok sevilip dikkat çekmesine sebep olan özelliklerinden biri de alışılagelmiş sınavlar yerine öğrencileriyle ders içerisinde farklı projeler geliştirmesi. Bunlardan en dikkat çekici olanı da 2011 yılından beri öğrencileriyle birlikte yürüttüğü “FARKINDALIK YARATMA PROJESİ” Proje tanımında da anlatıldığı gibi Bilişim Sistemleri Etiği dersini alan öğrenciler bir kısmı sınıfta bir kısmı da laboratuvarda geçen dersler kapsamında bilişim etiği ve güvenliği ile ilgili, aslında herkese gerekli bilgilerle donanıyor birçok yaşanmış olayı inceliyor ve sonrasında da öğrendiklerini çocuklarla paylaşıyorlar.
Bilgiyi paylaşarak farkındalık yaratmak
Bilkent Üniversitesi’nde sıradan bir gün gibi başlayan günde aslında hiçbir şey sıradan değil. Alışılagelmiş üniversite öğrencileri öğretmen oluyor, sıradan üniversite öğrencilerinin yerini ise on yaşındaki çocuklar alıyor. 2009 yılından beri açılan Bilişim Sistemleri Etiği adlı ders kapsamında beş yıldır devam eden projede, son iki yıldır projeye katılan çocuklar araçlarla Bilkent Üniversitesi’ne getiriliyor ve burada üniversite öğrencilerinin onlar için hazırlamış oldukları aktivite ve sunumlara katılarak hem eğleniyor hem de öğreniyorlar. Ayfer projeyi “Özellikle internet üzerinde yaşanan olumsuz olayların tümünün nedeni bilgisizlik ve farkında olmamak. Proje, dersi alan öğrencilerin edinmiş oldukları bilgileri paylaşma sorumluluğunu yerine getirmek için her dönem çocuklara etkinlikler hazırlayıp aktiviteler yaptırarak farkındalık oluşturma amaçlı” olarak tanımlıyor.
Hedef kitle çocuklar
Peki proje kapsamındaki çocukları nasıl seçiyorsunuz? Ayfer’e göre bu çok zorlu bir süreç. Başlangıçta TEGV (Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı) ile iletişime geçerek bakım ve koruma kapsamındaki çocukların seçildiğini söylüyor. Ancak bu sene yaşanan olaylar sonucu ilan edilen OHAL nedeniyle kurumlara ve çocuklara ulaşamadıklarını ve ne yapalım derken, bilişimde kadınlar kulübünün Microsoft’ta düzenlenen bir etkinliğine gelen okullardan birinin projeyle çok ilgilenip katılmak istediklerini belirtiyor. Bir grubu bu öğrenciler oluştururken, diğer grubu da üniversitemizdeki toplumsal duyarlılık projesi topluluğunun (TDP) bir dalı olan üniversite personeli çocuklarına eğitim ekibiyle kurulan iletişim sonucu ulaşılan personel çocukları oluşturuyor diyor. Ayfer’e göre hedef kitlenin küçük çocuklar olması projenin daha da önem kazanması demek çünkü daha uzun ve detaylı bir çalışma süreci gerektiriyor. Üniversite öğrencilerinin de sunumlarını hazırlayıp aktivitelerini oluşturmak için bu uzun zamanı ayırdıklarını ve sıkı bir şekilde çalıştıklarını da sözlerine ekliyor.

 
Reyyan Ayfer kimdir
Kendisini bir matematik aşığı olarak tanımlayan Ayfer’e neden Bilişim Teknolojileri diye sorduğumda, 1979 yılında ODTÜ Matematik Bölümü’nden mezun olurken üçüncü sınıfta almış olduğu bilgisayar dersinin onu çok etkilediğini ve aslında sevdiği şeyin matematik değil problem çözmek olduğunu keşfettiğini söylüyor. Hayat boyu uğraşmak istediği şeyi bulduğunu ve sonrasında da kalan bütün seçmeli derslerini bilgisayar mühendisliği bölümünden aldığını; ancak o zaman ODTÜ’de bilgisayar mühendisliği lisans eğitiminin olmadığını yalnızca yüksek lisans eğitiminin olduğunu da ekliyor. Matematik bölümünden mezun olduktan sonra da ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği bölümünde yüksek lisansa başlayarak, öğrenci asistanı oluyor. Bu durumun Ayfer için önemi büyük çünkü hayali orada, mezun oldu okulda, akademisyenliğe devam etmek.
  
ODTÜ’de akademisyenlik hayalleri bir imza ile son buluyor
Yüksek lisansına devam ettiği dönemde, çok sevdiği bölümde doktorasını da yapıp ODTÜ’de akademisyen olmayı hedefleyen Ayfer’e bölüm başkanı aynı yerde kalmak iyi bir şey olmadığından ve öğrencilerin kendilerini geliştirmelerini istediğinden “Doktoramı yurt dışında yapmadığım takdirde bu bölümde eğitim asistanı bile olamayacağımı anlamış bulunuyorum” yazan bir kâğıt imzalatıyor. Böylelikle Ayfer’in de akademisyenlik hayalleri son buluyor. Ayfer’e göre o dönemde yurt dışına çıkması söz konusu bile değil. Sebebi ise henüz yüksek lisansa devam ederken evlenmiş olması: “Böylece eşimle tamam dedik akademik hayatımız bitti ve iş dünyasına atıldık”

İş hayatı ve akademiye dönüşü
Pek çok özel şirkette çalışıp iş hayatını da deneyimledikten sonra, kendisine ve ailesine yeterince zaman ayıramadığını fark edip emekli olma hayali kurarken Erol Arkun’un ricası üzerine 1988 yılında Bilkent Üniversitesi’ne gelerek akademiye giriyor ve bu tarihten beri de Bilkent Üniversitesi’nde ders vermeye devam ediyor. Neden yirmi dokuz yıldır Bilkent? Ayfer’e göre bunun sırrı hep sevmek, “hep sevdim, çok sevdim, öğrencilerle olmayı ve dersleri.”
Okul dışında yürüttüğü gönüllü projeler ve bilişimde kadınlar
ABD merkezli ACM (Association for Computing Machinery) kuruluşunun Avrupa Konseyi başkanlığı ve 2002-2010 yılları arasında sorumluluğunu aldığı ACM-W (teknolojide kadınlar) kuruluşunun başkanlığı, Bilkent Üniversitesi hocalarına teknoloji desteği verecek gönüllü bir grubun başkanlığı yürüttüğü gönüllü projelerden. Ayfer, onun bu faaliyetlerinin itici gücünü “bilişim dünyasında azalmakta olan kadınlar” olarak açıklıyor. “2001 yarıyılının başlangıcıydı. İlk programlama sınıfıma girdim ve şok oldum. Bütün öğrencilerim erkekti. O gece biraz araştırma yaptım ve bir makale buldum ‘The Incredible Shrinking Pipeline.’ Bu, bilgisayar konseyinde ACM'nin kadınları için gönüllü çalışmalarımın başlangıcı oldu ve öğrenci bölümünü yönetti.”
Gönüllü projelerin sizin için özel bir anlamı mı var? Elbette var diyor. Ayfer’e göre gönüllülük, ancak bir işi gerçekten seven ve isteyenin yapabileceği bir şey demek. Bu sebeple de gönüllü olarak yapılan işlere ayrı bir değer verdiğini ve kendisinin de gönüllü olarak çalışmalarına devam edeceğini belirtiyor.
Son olarak, gençlere, kadınlara özellikle de sizin gibi hayatta ve mesleki anlamda başarılı ve mutlu olmak isteyen öğrencilere tavsiyeleriniz neler? Ayfer’e göre bunun sırrı “İşinizi sevmek, her ne yapıyor olursanız olun severek yapmak” ve hayatın her alanında kendinizi geliştirmek. Özellikle bilişimde azalmakta olan kadın sayısına tekrar vurgu yaparak, kadınları daha aktif olmaya ve bilişim dünyasına katılmaktan korkmamaya davet edip üniversitenin her bölümünden öğrenciyi bu güzel, keyifli ve eğitici dersi almaya çağırıyor.


Picture
0 Comments

“Bir Sanat Eserini Yönetmek”

1/18/2017

0 Comments

 
Picture

Merve Aker 

Bir sanat eseri gibi tasarlanan Ankara Esenboğa Havalimanı’nın iç ve dış hatlar terminali, TAV Esenboğa ekibi tarafından, maksimum verimlilik, maksimum konfor anlayışı ile işletiliyor. Ekibin başında, mimar kimliğiyle de bu sanat eserinin yapımında görev alan TAV Esenboğa Genel Müdürü Nuray Demirer yer alıyor.
Havacılık Emniyet Kurumu tarafından 2015 Mayıs ayında,  “Havacılığın Altın Kadınları- Yılın Terminal İşletmesi Yöneticisi” ödülünü kazanan TAV Esenboğa Genel Müdürü Nuray Demirer, yaşadığı tecrübelerle ve başarılı hayat hikâyesiyle tam anlamıyla örnek alınacak başarılı bir mimar, yönetici ve iş kadını.
Sizi bu başarılara ulaştıran yoldan biraz bahseder misiniz? Aldığınız eğitim bugüne gelmenizde ne kadar etkili oldu? 
NURAY DEMİRER: İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunuyum. Mimar olarak başladığım çalışma hayatımda işletme ve yönetim sorumlulukları ön plana geçince 2014 yılında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi Executive MBA programından mezun oldum. İlk görev aldığım projeler otel ve tatil köyü mimari tasarımları oldu. Mimarlığın yapım kolunda çalışmaya başladıktan sonra 1994 yılında Tepe İnşaat ile yollarımız kesişti ve Erzincan Devlet Hastanesi İnşaat’ında görev aldım. 1998 yılı sonunda Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali İnşaatı için İstanbul’a gelerek havacılık sektörüne ilk adımımı atmış oldum ve TAV ailesine katıldım. Dış Hatlar inşaatı bitince İç Hatlar projesinin dönüşüm Proje Müdürlüğü’nü üstlendim. Bu çalışmanın hemen ardından Atatürk Havalimanı İlave Tesis Projesinin Yapım Müdürü olarak görev aldım. Eylül 2004’te ise Ankara Esenboğa Havalimanı İç ve Dış Hatlar Terminal İnşaatı Proje Müdürü olarak Ankara’ya geri döndüm. Esenboğa Havalimanı’na önce Teknik Genel Müdür Yardımcısı olarak, 2007 yılının sonundan itibaren de Genel Müdür olarak atanmam ile havacılık sektöründeki yolculuğum devam ediyor.
 Aldığım eğitim bugüne gelmemde kesinlikle çok etkili oldu. Okullarda TÜBİTAK yarışmalarına da katıldım. Matematiğim çok iyiydi ama kompozisyon yazmayı da çok sevdim. Bu konuda da başarılıydım. Sanırım, hayatın temeline de dengeyi aldım. Dengeli olmak… Her şeyin dengede durması. Biri çok fazla değil. Birisi çok az değil. Hayat zaten dengelerden oluşuyor.
Nerede büyüdünüz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
NURAY DEMİRER: Ben Trakya- Kırklareli Lüleburgaz doğumluyum. Lise sona kadar Lüleburgaz’da okudum. Hep çok çalışkan bir öğrenci oldum. Ortaokulu birinci olarak bitirdim. İlk konuşmamı da orada yaptım. Bütün ortaokul öğrencilerine nasıl başarılı olduğumu anlattım. Çok güzel sulu boya tablolarım vardı. Resim yapmayı çok seviyordum. Marmara bölgesinde birinciliklerim var, ortaokul sürecinde. Liseye geldiğimde lisede, Mimar Sinan Fakültesi’nden özel bir hoca bana özellikle ders vermek istedi. Fakat o dönemde derslere daha yoğun ilgi gösterdiğim için resimi bir kenara koydum. Ve o kenarda kaldı. Belki de mimar olmamın sebebi buydu. Çünkü kalemle oynamayı, kalemi elimde tutmayı her zaman çok sevdim ve liseyi de iyi bir puanla bitirdim sonra mimarlık fakültesine girdim. 1984 girişliyim. Halen Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne büyük yüzdelerle girebiliyorsunuz, yani eleğin çok çok üstünde kalabilmen lazım buraya girebilmen için. Benim gibi olan kişilerin arasında okudum. Taşkışla binası çok özeldi. Mimarlığın ruhunu da sana aşılayan çok güzel bir bina ve o noktada da şanslı olduğumu düşünüyorum.
Öğrencilik hayatım boyunca babam rahmetli bana çocukluğumdan itibaren hep tek bir şeyi söyledi: “Ne yaparsan yap eğitimini çok iyi yapacaksın. Yani ne olursa olsun ne okuyorsan oku, her ne yapıyorsan hep en iyisini yapacaksın.” Bir kere hayat felsefesi olarak ben buralarda büyüdüm. Bana sürekli söylenen buydu. Sen başarılı birisin. Daha da başarılı olanaksın. Sadece şuna inanıyorum. Zeki olmak ölçü değil. Hepimiz eş zekâdayız aslında. Belki de ben birçok zeki kişiden çok daha iyi konumdayım. Ama neden? Çalışkanım. Çok çalışmayı seviyorum. Sonuç odaklıyım. Benim sorumluluğum neyse bunu en iyi şekilde yapıyorum. Yani bana çocukluğumdan itibaren verilmiş temel çizgiyi uyguluyorum. Ama bunu zorla mı yapıyorum? Hayır. Benim için en büyük mutluluk kaynağı. Çok mutlu oluyorum, çok istekliyim her şekilde. Eğer bir hedefim varsa oraya bir tarih ya da bütçe ya da bana verilen bir çizgi varsa o çizgiye mutlaka bir şekilde ulaşmayı başarıyorum. Bunun için bütün parametreleri uygun hale getirmenin yolunu buluyorum.
 Ben 2012 yılında Bilkent Üniversitesi Executive MBA Programına katıldım ve 2 yıl boyunca 2 haftada bir cuma öğleden sonraları ve cumartesi tam gün derse gittim. O derslerde devam zorunluluğu vardı. Bütün işlerimizi ben oradaki derslerime göre ayarladım. Herkes benim ders programımı biliyordu ve o devamlılığı sağlayabildim. Esas önemlisi aradan 20 küsur yıl geçmesine rağmen bu kadar yıl sonra öğrenciliğime döndüğümde baktım ki aynı performansı gösteriyorum. Ve şeref listesinden mezun oldum. Şaka gibi, ben tabi çok ilgilenmedim aldığım notlarla. Diplomamı aldığımda arkada başka bir belge vardı. Bu ne dedim, dalga mı geçiyorsun ya dediler, bu şeref listesi. Şunun için bunu söylüyorum yapı değişmiyor. Hani 7 sinde neyse 70 inde lafı var ya ben ona çok inanıyorum. Temel bakış açısı değişmiyor. Sen o bakış açısında varlık gösteriyorsun. Sonuç itibariyle eğitimimin dayandığı temel noktada aile eğitimi çok önemli tabi. Ailemizdeki amcam eğitimciydi ve ortaokul müdürüydü. Yöneticiydi. Muhtemelen yöneticilikle ilgili bir gen varsa ben ondan aldığımı düşünüyorum. Ve tabi onun hayat felsefesi bana çizmiş olduğu yol çok çok önemli. Öncelikle çok iyi bir insan olmayı öğrendim ailemde. Pozitif insan olmayı öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Gülümsediğin zaman dünyaların senin olacağını biliyorum ve tüm arkadaşlarıma bunu aşılamaya çalışıyorum mümkün olduğunca. Herkese dokunmak istiyorum ki sevgi yayılsın. Hiçbir şey kaybetmezsin. Günaydın demekle, hiçbir şeyden yoksun kalmazsın 1 kişiyi daha mutlu edersin. Neden yapmayalım ne yapılmasın! Bunları çok önemseyerek gerçekten üstüne gitmeye çalışıyorum. Çok basit konulara eğiliyorum, görüyorum ki şu anda IK direktörleri tamamen beni yıllardır uygulamaya çalıştığım bu yöntemlere geri dönüyorlar şu anda.  Önceleri IQ çok önemliydi. Şimdi “Emotional IQ” . Sen iletişimde başarılıysan eğer, birçok diploması olanlardan çok daha artı değerlere sahipsin. Örnek olarak alacağımız davranış tarzları çok basit. Zaten mimarlıkta çok kullanılan bir laf vardır: “Tanrı detayda gizlidir.” Aslında basit dediğimiz şeyi yapmak çok zordur. Onu yapabiliyorsan eğer, zaten sen bilgiyle donanmışsındır. Bilgelik mertebesine çok yaklaşmışsındır. Bu hayatın her noktasında var. Bunları birleştirmek çok çok önemli.
Bu süreç içerisinde çok zorlandığınız ve aşmak için mücadele verdiğiniz bir durum ile karşılaştınız mı?  (Örneğin, rekabet ya da cinsiyetiniz dolayısıyla)
NURAY DEMİRER: İş hayatının cinsiyeti yoktur. Kadın ve erkek yok. Buyurun hodri meydan diyorum. Kadın vazgeçiyor. Benim yapmaya çalıştığım sürekli bu mesajı vermek. Bizde toplumsal kurallar var. O kadar kendimizi kaptırıyoruz ki bu kurallara. Ben kadınım o ne der acaba? Bu ne der acaba? Hep ön planda. Hayır, kardeşim sen işini yap! Bunu anlatmak istiyorum aslında hani kadın olarak ayrıca konuşmak değil, örnek olmak istiyorum. Vazgeçen kişinin kendisi oluyor. O yüzden de sonrasında yapabilenlere herkes imrenerek bakmaya çalışıyor. Yani bugüne kadar şantiyelerde tek kadın olarak çalıştım. 35-40 kişi olarak havalimanının tüm üst düzey yöneticileriyle aylık olarak toplanıyoruz. Tek ben bayan oluyorum. Ama farkında bile değilim. Beni en terese etmiyor. Kimseyi de en terese etmiyor. Hiç kimsenin umurunda değil. Eğer sen gerçekten yapman gereken işi yapıyorsan. Bayansan bayansın. Çok kullandığım çok güzel bir ifade var. “Kadın olmanın avantajlarını iş yaşamında kullanmadıysan eğer, kadın olmanın dezavantajlarını da yaşamayacaksın.” Bu çok güzel bir tanımlama ve doğru bir açıklama. Diğer taratan kadın beynini çalıştırmaya o kadar uygun ki. İlk insanlardan bu yana, Ortaçağ’dan bu yana böyle gelmiş. Çünkü erkek avlanmış kadın bir sürü iş yapmış. Çocuğuna bakmış, yemek için çalı çırpı toparlamış, ortamı koordine etmiş, beyni sürekli çalışmış.
Size başarmayı hedef gösteren biri oldu mu? Kendinize kimleri örnek aldınız?
NURAY DEMİRER: Ailem temel nokta. Başarılı olma adına bir tane hedefim yok, çok hedefim var. Ben aynı anda kitap okurken birkaç dalda kitap okumayı seviyorum. Bunlardan bir tanesi biyografiler. Dünyada iz bırakmış ve bir şeyler başarmış kişiler…Bunlardan bir tanesi, Gandi, Mandela, Benazir Butto… Dünyadaki değişik noktalarda iz bırakmış kişiler. Onların hepsinin hayatını okuyup incelemek benim gerçekten baktığım zaman kendime alabileceğim noktaları ayırt etmemi sağlıyor. Hayatımdaki en önemli vazgeçilmezlerimden bir tanesi kitaplarla, Filmlerle ve bir takım araştırma noktalarıyla, hepsiyle birlikte donanmayı, çok seviyorum. Dolayısıyla bir kişi diyemem birçok kişinin yaptıkları ve yapamadıkları benim için aslında takip ettiğim çizgilerden bir tanesi.
Sizin için başarıya ulaşmanın püf noktaları neler? Başarı için şansta gerekli mi?
NURAY DEMİRER: Şans… Amerika’da bir araştırma yapıyorlar. Birisi diyor ki bazı kişiler şanslıyım diyor. Bazı kişiler şanssızım. Neye göre şanslı veya şanssız olarak ayrılıyor. Buna kafa patlatıyor. Ben diyor bir inceleme yapacağım. Şanslıyım diyen kişilerin 100 tanesini bir odaya alıyor. Şansızım diyenleri diğer odaya. Ve hepsine aynı gazeteyi veriyor. Gazeteyi daha önce koordine ediyor. Tam orta sayfasında küçük bir çerçeve içinde şöyle bir not var: “Şu anda bu notu okuyorsanız eğer hemen gazeteyi kapatın muhasebeye inin 100 dolarınızı alın.” Peki, sonuç ne oluyor. Şanslıyım diyenlerin 96 tanesi alt kata iniyor, 100 dolarını alıyor. Peki, şanssızım diyenler? Sadece 5 ya da 6 tanesi aşağıya iniyor parasını alıyor. Şimdi şans var mıdır? Yok mudur? Gerçek bu aslında aynı olaylarla karşılaşıyoruz. Senin gördüğünle benim gördüğüm farklılık arz ediyor. Bu da neden? Ben iyi şeyler görüyorum ama iyi şeyleri görebilmek için kendimi donatıyorum. Bakmanın aslında temel noktası beynimizde almış olduğumuz, biriktirdiğimiz tüm bilginin gözümüzdeki sinyallerle buluşması. Fotoğraflarda o yüzden farklıdır. Kız kulesinin fotoğrafını milyonlarca kişi çeker ama hiçbiri diğeriyle örtüşmez. Neden? Deklanşöre bastığın an senin kafandan geçen düşüncelerle deklanşörün birleştiği andır fotoğraf. O yüzden farlılık gösterir.
Okulu bitirdiğimizde hepimiz aynı çizgideyiz. Okul bitti, diploma elimizde şimdi hayata geçmeye hazırız. Hayata başlarken küçük küçük değişikliklerle başlıyoruz. Sen bakış açınla birlikte çevrendekilerle birlikte, attığın adımın sende yarattığı etkilerle birlikte farklı noktalara ulaşıyorsun. Dolayısıyla 1 yıl sonra tekrar aynı hizaya gelmek istiyorsun ama onlarla artık aynı hizada değilsin. 2 yıl sonra temelli ara açılıyor. 4 yıl sonra, 5yıl sonra, 10 yıl sonra bir bakıyorsun ki… E ne oldu? Hani biz aynı anda başlamıştık? İşte aradaki o süreçler senin hayata şanslı bakıp şansız bakmanla çok alakalı. Şansı büyük oranda fırsatlar yakalamayla ilişkilendirmek lazım. Şunu unutmamak ve karıştırmamak gerekiyor.  Ben geçen ay, aralık ayında yakalamış olduğum şansı bu yıl yakalayamam. Zaman geçti rüzgârlar farklı yönden esiyor. Rüzgârlar nereden esiyorsa yelkenini o yöne açacaksın ki yelken rüzgârla dolsun ve senin de yelkenin rüzgârla yol alsın. Ters yönde durursan yelken söner ve sen yol alamazsın. Yaşam çok kısa aktif olacağımız süre çok az bunu doğru hedeflere dayandırarak yapmalıyız. Merdiven doğru noktada mı? Kontrol etmelisin sürekli. Eline kalemi alıp hayatına dönüp bakmalısın. Yılbaşları önemli bunun için. Ne yaptım ben geçen yıl? Seneye neler yapacağım?
Kariyerinizde hiç unutmadığınız sizi etkilen bir an veya anı var mı?
NURAY DEMİRER: Benim Eczacıbaşı ilaç fabrikasında şantiyede çalıştıktan sonra Ankara’ya geldiğimizde Kızım 6-7 aylıktı. Bir hastane inşaatı için Tepe inşaat eşime. Eşimde benim aynı üniversiteden mimar. Sınıf arkadaşım. Onu Erzincan şantiyesine göndermek istediler ama teklif ona geldi. Eşime geldi. Daha sonra sohbet ederken benim eşim de şantiyeci deyince beni de görüşmeye götürdü. Görüşme esnasında bana aynen şunu dedi görüştüğüm kişi Tepe İnşaatın üst düzey yöneticisi.  Bak kızım dedi, seni şimdi işe alıyorum dedi. Ama seni işe alma sebebim dedi senin bir şey yapman anlamında falan değil. Biz Melih’i işe almak istiyoruz. Senin de şimdi çocuğun falan var. Eğer Ankara’da kalırsan bu çocuğun aklı Ankara’da kalır. Sonra zırt pırt Ankara’ya gelmek ister o yüzden seni işe alıyoruz dedi. O kişiyle şu an halan birlikte çalışıyoruz. Bunu bana söylediğinden bu yana 20 yıl geçti. Şimdi o benim için bir dönüm noktası gibiydi. Bir fırsattı ve ben Erzincan da çalışmaya başladığım anda neleri yapabileceğimi hemen gördüler ve İsviçreli bir kreditör grupla çalıştık. Üstelik çalışmaya başladıktan 1-2 ay sonra diğer 2 inşaatın malzeme seçimi için beni istediler. O bir kırılım noktasıydı. Ve hala beni takdirle anar, en büyük destekçimdir. Ve hala şu an Tepe İnşaatın en üst yöneticilerinden birisi.
Bu pozisyona gelebilmek için hayatınızdan feragat ettiğiniz bir şey var mı?
NURAY DEMİRER: Hayat tamamen artılar ve eksilerle dolu. Bıraktıklarımız ve aldıklarımızla dolu. Felsefe olarak neyi benimsiyorum hayatın içinde? Bir bahçede özellikle bilge kişinin yanında genç bir çırak diyor ki ben artık oldum ve hayatı anlamak istiyorum. Hayat nasıl bir şey? Sizin yanınızdayım bir sürü zaman geçti. Ama hala daha ben bu olayı algılayamıyorum. Eline bir kaşık veriyor ve diyor ki burası büyük bir bahçe. Şimdi kaşığının içine zeytinyağı koyuyorum. Elinde bu kaşık bahçedeki turu tamamlayıp buraya geleceksin. Tamam diyor. Turunu tamamlıyor geliyor çok büyük mutluluk içerisinde. Tamam, bu iş oldu diyor çünkü zeytinyağını hiç dökmemiş. Bilge kişi diyor ki peki diyor. Gittiğin yollarda katmerli nefis kokan güller vardı gördün mü diyor? Görmedim diyor. Peki, çok çok güzel kokan başka bir çiçek daha yolunun üstüne çıktı onu gördün mü diyor. Görmedim. Peki, şuradaki evi gördün mü? Onu da görmedim. Şu taşları gördün mü? Onu da görmedim. Yok diyor. Şimdi esas konu bu çevrende neler oluyor onları göreceksin. Bir daha turu tamamlıyor geliyor. Bu sefer de yağ yok kaşığın içeresinde. Ya ama diyor oraya baktığımda döküldü, buraya baktığımda döküldü, başımı çevirdiğimde döküldü. Şimdi diyor bu zeytinyağını dökmeyeceksin. Ama etrafını da göreceksin. Hayat felsefem tamamen bundan ibaret: ”Hepsini birlikte yürütmek.” Hayatın içinde her ne varsa. Çünkü bizimle çok alakalı hepsi, biz yapıyoruz her ne yapıyorsak ve fırsat geçtiğinde geri dönme şansın yok. O yüzden hayatı kaçırmayacaksın. Ama yapman gerekeni de layığıyla yapıncaksın. Laf olsun diye zaman geçirmeyeceksin. İş yapıyorsan işini yap. Eğer dansa gittiysen dans et. Eğleniyorsan eğlen. Şarkı söylüyorsan sadece şarkı söyle. Hepsini karmakarışık etme. Hakkıyla ve dengede tutarak. Sadece işe gömülme.
Bazı süreçler vardır benim buranın yapımı esnasında neredeyse birkaç ay gece sadece 12’de eve gittiğimi sabah 7’de iş başı yapıp 8’de toplantıya başladığımı bilirim. Her gün… Hafta sonu dâhil. Şimdi orada ben gideyim de bir dans edeyim deme şansın yok. Zaten süreli bir iş… Ekim ayında bitecek. Şimdi hayatını planlarken gözün kapalı da yapmayacaksın bütün bunları. Ne olur 3 ay fedakârlık etsen. 3 ayın sonunda biz bu işi bitirdik ve 17 ülkenin temsilcilerini olduğu, bakanların, milletvekillerinin olduğu çok ciddi bir seremonide CEO’muz beni sahneye davet etti. Kadınlar ağlayarak ayakta alkışladılar. Ben orada bir kadını da temsil ediyordum. Demek ki kadın bunu yapabiliyormuş. Bu zor süreci yönetebiliyormuş. 3000 kişi çalışıyordu benim yanımda. Toplamda 30 000 kişi çalıştı iş sonuna kadar. Bu kolay bir iş değildi 3 yıllık süreydi şantiye. Esenboğa’nın inşaatı 2 yılda bitirdik. Önemli bir süreçti. Ama bunları çok dengeli ve güzel bir şekilde tamamladık. Yani denge diyorum!
Herhangi bir pişmanlığınız var mı? Neyi farklı yapmak isterdiniz?
NURAY DEMİRER: Çok şükür, hep yapmak istediğimi yaptım. Hayatımın içinde de yaptım. Zaman zaman çok komik 1-2 tane söylediğim şey var. Mesela üniversitedeyken saçlarım çok uzundu, belime kadardı. Şimdi gençleri görüyorum. Uçları yeşiller, maviler falan boyalı. Üniversitede iken bu şansım olsaydı kesin saçlarımı yeşil, sarı, mavi falan boyardım. Bir tanesi bu. İkinci olarak en çok hayıflandığım konu da üniversite hayatımda bütün yazlarımı neden gezerek geçirmedim diye çok düşünürüm. Sırt çantamı alıp şimdiki aklım olsaydı Türkiye’de ve dünyada mutlaka yolunu bulur mutlaka birçok yeri gezerdim.
Uluslararası bir havalimanın yöneticisi olduğunuz belli olduğunda ne hissettiniz? Bu başarı sizin için ne ifade ediyor?
NURAY DEMİRER: Şimdi başarının küçüğü, büyüğü yok. Bir de böyle bakmak lazım. Bazı konularda dışarıdan açıklamalar geldiğinde, evet ya! doğru falan dediğim şeyler oluyor. Ama işin içindeyken benim aldığım sorumluluklar zaten adım adım yükseldiğim ve aldığım sorumluluklar. Dolayısıyla birdenbire böyle bir şok yaşamış değilim. Bu binayı yaptım, sonra içinde yönetici oldum. Hani bundan daha böyle içinde olunan bir konu zannetmiyorum yaşayan kişi olsun.  Bu tabi çok özel, bundan dolayı gurur duyuyorum her zaman ve tabi omzuma yüklediği sorumluluk çok ağır. Her zaman temsili görevim var. Bunun bilincindeyim. Benim her türlü hareketim aslında bir havalimanının temsili. Artık beni gördüklerinde havacılık, uçuş falan diyor insanlar. Nuray deyince havalimanı diyorlar. Havalimanı benimle bütünleşmiş durumda. Bu da bir taraftan çok hoşuma gidiyor ama öbür taraftan da bu benim için çok çok önemli. Omuzlarıma daha da yükler yüklüyor ve daha iyi şeyler yapmak istiyorsun. Daha fazla hedefine ulaşmak gibi bir idealin oluyor. Bu kadar büyük bir projenin içerisinde yer almak ve de TAV ailesi (50 000 çalışan) içinde - yurtiçi ve yurtdışında toplam 14 havalimanı- yer almak çok önemli. Ben bu 50 000 çalışanın ilk 22 yöneticisinden birisiyim. Benim sorumluluklarım belli, ben bu sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirme derdindeyim.
İyi bir yönetici sizce hangi özelliklere sahip olmalı? Her zaman için B planınız var mı?
NURAY DEMİRER: İşletmelerin yöneticilerinin orkestra şefleri ile özdeşleştiriyorum ve görevimin tanımına en güzel açıklama diye düşünüyorum. Enstrümanları çalan çok farklı birim ve şirketler var. Her birimden çıkan ses birbiriyle öyle uyum ve ahenk içinde olmalı ki müzik mükemmel duyulsun. İşini çok iyi yapan, bilgi ile donanımlı bir ekip ile çalışıyorum. Bir yönetici olarak Albert Einstein’ın formülünü ve altında yatan felsefeyi benimsiyorum: Ego=1 / Bilgi... Yani; “Ne kadar çok bilgi o kadar düşük ego, ne kadar az bilgi o kadar yüksek ego
İşletmeciliğin genel esasları çerçevesinde çağdaş, ulusal ve uluslararası tüm gelişmeleri yakından takip ederek güncel kalmak çok önemli. Belirlediğim hedeflere ulaşabilmek için var gücümle çalışıyor, gelişiyor ve değişiyorum.
Kısaca iyi bir yönetici optimum karlarla belirlenmiş olan hedefleri gerçekleştirebilmeli. Uluslararası standartlarda başarı ile tanınmak ve fark yaratmayı sağlamak temel özellikleri olmalı diye tarif edebilirim.
Yönetici olarak en iyi özelliğiniz?
NURAY DEMİRER: Sanırım erişilebilir olmak, konuşulabilir olmak, iyi bir dinleyiciyim. Konuşulmasına müsaade ediyorum. Dedikoduyu sevmem. Birinin gelip bana birini anlatmaya başladığında odadan kovduğum arkadaşlar vardır. Genelde dinlemem. Bundan dolayı herhangi bir kaybım olmadı bugüne kadar bundan sonra da olacağını zannetmiyorum. Herkes işiyle ilgilensin felsefesindeyim. Eğer bana gelip kendinle ilgili bir derdini anlatacaksan kapım sonuna kadar açık. Ama kalkıp Ayşe’yi Fatma’yı, Osman’ı anlatacaksan onu dinlemiyorum.
Otonomiyi önemsiyorum. Önemli diğer özelliğim yönetici olarak, yani benim birlikte çalıştığım arkadaşlarım kendi işlerinin patronu. Kendi kararlarını kendileri veriyorlar. Ben orkestra şefiyim, onların işlerini en iyi şekilde yapmalarını sağlıyorum. Ama kontrol noktasındayım. Yetkiyi devretmiyorum. Bu çok önemli bir çizgi. Sadece onların yoğurt yiyişlerini özgür bırakıyorum. Hedeflerini belirliyorum, sonuçlarını check ediyorum ve bunları da belirli periyotlarda yapıyorum. Sürdürülebilir olması lazım. Toplanıyoruz, üzerinden geçiyoruz. Oldu mu? Nerede aksaklık var? Hadi şimdi bunun üzerine ekleme yapalım. Değişik noktalarda tekrar toplanıyoruz.  
 

Kendinizi yeniler misiniz?
NURAY DEMİRER: Sürekli yeniliyorum. Sürekli… Benim dünle bugünüm aynı değil. Bir önceki yılla bu yıl hiç aynı değil, sürekli değişiyorum. Algım çok açık, öğrenmeyi çok seviyorum. Hala her gün herkesten bir şey öğreniyorum. Bazen çaycımızdan, bazen kapıya gelip çöp alan görevlimizden bazen de sokaktaki teyzelerden bazen de küçük çocuklardan öğreniyorum. Buna açık olduğun zaman hayatı her gün keşfetmiş oluyorsun. Planlar yapıyorum. Gezi planları yapıyorum. Dünya’da görmek istediğim yerler var, bunları planlıyorum. Türkiye’de gitmek istediğim yerler var. Sevdiklerimle birlikte olmak için ayırdığım zamanlar var. Dolayısıyla sadece görev olduğu için değil her gün buraya geldiğimde bir başka güne geliyorum. Çünkü buranın enerjisi böyle bir şey zaten dün geçen yolsu bugün geçmiyor, bugün geçenler başka yolcular. Her gün 40 bin kişinin ayak izi var bu binada. Bu 40 bin kişide 40 bin duygu var. Biz böyle bir yerde çalışıyoruz ve onların mutlu geçmesini istiyorum. Mutlulukla yolculuklarına başlamalarını ve bitirmelerini istiyorum. Bunun için kitap okuyorum. Kitap okuyorum. Kitap okuyorum. Çok okuyorum çok seviyorum okumayı. Sadece okumayla değil, dinliyorum. Arabamda sesli kitaplar var. Çünkü 40 saat bir yolum var, o süre içinde dinliyorum. Sadece bununla da değil. Bazen bazı dizileri izlemeyi çok seviyorum. Özellikle görseli, müziği çok iyi olan diziler benim için çok keyif aldığım noktalar oluyor. Ve değişik ortamlarda bulunmak seni en çok etkileyen noktalardan bir tanesi. Bunlar sinema, tiyatro, sosyal aktiviteler… Onlara ulaşabildiğin, gidebildiğin kadar yapabiliyorsan zaten yenilenmen için en önemli kalemlerden birisi. Yani çok bir formülü yok. Sen kendini nerede ne şekilde iyi hissediyorsan onun üstüne gitmen lazım. Her gün sıfırdan başlayacaksın. Bugün yeni bir gün. Yenileme devam edecek…
Ekibinize katılacak kişilerde en değer verdiğiniz özellikler?
NURAY DEMİRER: Pozitif olmak öncelikli tabii. Bilgi düzeyi yüksek, donanımlı, çalışmayı seven, kendi konusunda uzman ve iletişime önem veren bir ekip benim için çok değerlidir. Çok hızlı karar verebilen, riskleri hesaplayabilen ve bu doğrultuda inisiyatif kullanabilen bir ekibin yapamayacağı iş yok bana kalırsa.
Teşvik ve motivasyonu artırmak için yaptığınız özel şeyler var mı?
NURAY DEMİRER: Genel prensip olarak her şeyi basite indirgemek istiyorum. Hayat zaten zor diyorum bir de siz gelip zorlaştırmayın, herkes işine baksın, işiyle ilgilensin ve çok enteresan konularla uğraşıyorsun, mücadele ediyorsun. Çünkü çaren yok idare etmen gerekiyor hepsini birden.
Yaklaşım itibariyle önemsediğim; beni bilip kitap okuma hakkında benimle sohbet etmemiş bir kişi olduğunu zannetmiyorum. Kitap okumayı çok önemsiyorum. Birlikte çalıştığım arkadaşlarımın okumasını çok çok istiyorum ve burada. Bu sene çok yapamadım ama bundan birkaç sene öncesinde gerçekten liste çıkardım. Tek tek bütün işçilerimizle gezdim. 380 kişi çalışıyor şu anda bu arkadaşların %40’ı ilkokul mezunu. Bir bölümü ortaokul, ilkokul yani eğitim düzeyi bu. Böyle olmasına rağmen ben herkesin minimum 2 kitap okumasını sağladım o yılın sonuna kadar ve bunu takip ettim. Kitap listelerini aldım, check ettim. Sohbet ettim onlarla. Kitapları aldım. Bir bölümüne ismine hediye ettim. İsmini yazdım, ismini yazınca okumak zorunda kaldı. Değişik yöntemler denedim.
Mesela bizdeki en önemli problemlerden birisi hani şey yapamıyorsun be müdür olayım, müdürün üstünde bir şey olayım. İşini iyi yap, mutlu çalış zorunluluk değil bu, yükselmek zorunluluk değil.  Çünkü eğer havalimanında çalışıyorsan sen bulunduğun yerden emekli olabilirisin. So what? Ne olacak oradan emekli ol ne olur. Seçtiğim kitapları anlatmak için bu örneği veriyorum, rastgele değil. Amacım aslında o kitap okuma alışkanlığını edinirken aynı zamanda da mesajları doğru, direk damardan vermek. Benim söylememle değil kendi okuyarak bunu görmesi. Çok güzel geri dönüşler oldu. Çocuklarına örnek oldular. Şoför arkadaşım bir gün dedi ki, müdürüm dedi: “Artık akşamları yarım saat televizyonu kapatıyoruz, hanımla biz kitap okuyoruz, çocuklar da derslerini yapıyor, artık onlara derslerini yapın demiyorum. Yani bunlar çok güzel şeyler. Ama ben direk ona şunu deseydim televizyonu kapat, her akşam ders çalış. Lanet olsun! Gene televizyonu kapat dedi! Ben öyle bir şey söylemedim ve bu daha sonra yayıldı, eşlerine yayıldı, çocuklarına yayıldı, yani onlar hepsi birden kitap okumaya eğildiler. Şimdi mesela bu ciddi bir farklılıktır.
Birlikte çalıştığım arkadaşlarla fikir jimnastikleri yapıyorum, onların görüşlerini mutlaka yapıyorum. Beyin fırtınası toplantıları yapıyorum. Bunlara değişik isimler veriyorum. Mesela bu yılkilere çay-simit toplantıları dedim. Sabah saatinde topladım arkadaşları, 8 ile 10 arası. Bunlar sahada çalışanlar. Müdürler, şefler, mühendisler falan değil. Okumuş çocuklar değil, okumamış çocuklar. Onlarla toplandık. İnanılmaz görüşler çıkıyor, değişik noktalarda çünkü işi yapanlar onlar, işin içinde olanlar onlar. Yolcuyu gören, yolcudan geri bildirim alan problemleri bilen. Bir önceki yıl gelir artırıcı toplantılara çok önem vermiştim. Ondan önceki yıllarda bu devam etti. Onları da çok keyifli hale getirmiştik. Mesela gelir artırıcı toplantılarımız, değişik birimlerden, her birimden birini seçiyorduk. Şimdi bunlar farklı soluklar. O zaman ne oluyor? Herkesi oyuna dâhil ediyorum. Fark etmeden. Çünkü ben çok akıllı olsam, tek başıma yapardım değil mi bu kadar işi, bu kadar çok adam çalışıyor. Herkesin aklına ihtiyaç var. Herkes etkin olarak bu amaca hizmet etmeli.
Sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
NURAY DEMİRER: Uçmak her zaman işi kolaylaştıran bir ulaşım şekli ve 1903 yılından bu yana ilk Wright kardeşler başlamış bu maceraya. Ve şu anda en son yapılan Boob uçağı Wright kardeşlerin 37 saniyelik uçuşunu, şu an da neredeyse ses duvarını yıkarak 9 saatlik yolluk uçuşu 3 buçuk saate indirir boyutta. Yani beklide 2050 yılında karşılaşacağımız uçaklar bunların çok çok ötesinde. Havalimanları çok farklı boyutta olacak. Teknoloji ve bilim gelişiyor. Havacılık çok çok daha hızlı bir biçimde gelişiyor ama hala çok büyük potansiyel var. Şu anda dünya nüfusu 27 buçuk milyar. Herkesin uçmasını beraberinde getirecek Ortadoğu’da Çin’de özellikle Afrika ülkelerinde potansiyele sahip. Aynı biz Avrupa da ülke nüfusunun 2 buçuk katı kadar yolcuyla karşılaşıyoruz. Eğer 10 milyonluk bir ülkeyse 25 milyon kişi uçuyor. Ama henüz daha Afrika’da bu %4-%5. Yani çok az kişi uçuyor. Dolayısıyla potansiyel hala çok fazla ve o pazarlar açılacak, oralarda gelişmeler olacak ve de uçan sayısı gün geçtikçe artacak. Geleceği çok parlak bir sektör. Pazar bölündü ve daha ucuz nasıl uçabilirizi herkes şu an çalışıyor. Daha da ucuzlayacak.
Havacılık Sektörünü gençlere tavsiye ediyor musunuz? Bu işin en çok hangi özelliği sizin için vazgeçilmez oldu?
NURAY DEMİRER: Havalimanı inşaatında küresel marka olan TAV Havalimanları’nda yönetici görevinde olup Havacılık sektörünü sevmemek bana göre imkânsız dâhilinde. Bence gelecek havacılık sektöründe, bu yüzden biz TAV olarak havalimanları yatırımını kesintisiz sürdürmek hedefindeyiz. Türkiye’de havacılık sektörünün köklü bir tarihi bulunuyor ve geçtiğimiz 15 yılda yaşanan büyük dönüşümle bu alandaki küresel oyuncular arasında yer alıyoruz. Bu hızlı büyüme ve gelişmenin kalıcı ve sürdürülebilir olacağına inanıyorum. Havalimanı işletmek demek çeşitlilik demek, karmaşa yönetimini bilmek demek, bu zincirin içinde kalabiliyorsanız işi yapabiliyorsunuz demektir. Bilgi üretimine ve entelektüel birikim yaratmaya önem veren her genç bu sektörde yer edinebilir. Gençlere başka bir önerim  “Hem sevdiğiniz hem de becerebildiğiniz işi yaparsanız, hem para kazanırsınız hem de mutlu olursunuz.”
 

 
 
İş dünyasında bir kadın olarak kariyer merdiveninde yükselmek isteyenlere ne söylemek istersiniz? Engellerle karşılaşabilecek olanlara tavsiyeleriniz neler olurdu?
NURAY DEMİRER: Size kısacık bir serüven anlatayım, Esenboğa Havalimanı’nı 24 ayda bitireceğimize söz vermiştik. Sözümüzü tuttuk. Açılış töreninde sahneye çıktığımızda 3 kadındık. Esenboğa Havalimanı İnşaatı Proje Müdürü olarak ben. Şimdi TAV Esenboğa’nın Genel Müdürüyüm. 250 milyon euroluk finansmanı sağlayan Finans Direktörü Berrin Akarsu. TAV İnşaat Genel Müdürü Aylin Öztürk. Tarifsiz bir gururdu yaşadığım. Söylemek istediğim kadın ya da erkek fırsatlar karşımıza çıktığında değerlendirebilmenin yanında işinizi doğru ve hedefe kitlenerek yaptığınızda kimse tutamaz sizi.
Kadınlara çalışın diyorum sadece. Çok çalışın çalışın çalışın… Ve en iyisini yapın. Siz bu potansiyele sahipsiniz. Kadınların sayısı artarsa iş dünyasında bu dünya da güzelleşecek. Daha yeşil bir dünya olacak. Savaşlar sona erecek. Ben iddia diyorum. Eğer bizim meclislerimizin %75’i kadın olsaydı, dünyayı yönetenlerin büyük çoğunluğu kadın olsaydı savaşlar olmazdı.
Bu biraz vazgeçmeyle alakalı bir durum. Türkan Saylan nasıl yaptı? Doktor olduktan sonra ilk olarak doğuya gitti. Nasıl yaptı? Eğitmek, kız çocuklarına dokunmak. Bir kişi. O bir kişi farklılık yaratıyor. Benazır Butto yıllarca evinde hapis hayatı yaşadı ve Pakistan için o gece öleceğini bile bile yola çıktı ve öldü. Bir suikaste kurban gitti. Nasıl yaptı? Yapan nasıl yapıyor? Eğer toplumsal baskıysa esas orada var. Her yer mollalarla dolu. Kafa kesen adamlarla dolu. Ama ben ülkeme özgürlük, bağımsızlık getireceğim dedi. Ve bütün hayatını bu mücadeleye adadı. Yapabilenler varsa biz de yapabiliriz. Ve kadınların tarihin içinde yaptığı şeyler öyle küçümsenecek konular değil. Almanya’yı bir Rus kadın 30 yıl yönetti. Rus çarının karısıydı. Ve Almanya’daki bir generalin, askerin sevgilisiydi ve de o sevgiliyi Rusya’dan yönetmeyi başardı. Yani kadının gücü çok büyük. O yüzden buradaki atlanmaması gereken konu bu toplumsal karakteri, toplumsal tanımları değiştirmek.  Ben işin içindeyim. Bugüne kadar hiç kimse bana kadın olduğum için yapamazsın demedi ya da dedi ben duymadım! Belki de dedi. Çünkü duyacak durumum yoktu, ben çalışıyordum. İşimi yaptım. Kurallara uymak zorunda değiliz. Çizgide durmadığımız zaman zaten başarabiliriz. Hedefleri koyup pes etmemek gerekiyor.
Bu noktadan sonra kendinize çizdiğiniz bir rotanız var mı?
NURAY DEMİRER: Ben hedeflerimi hep küçük küçük koyuyorum. Mesela şöyle söyleyeyim Esenboğa Havalimanı’nın 2006 yılında inşaatını bitirdiğimde proje müdürü olarak, şu anki başbakanımız o zamanki ulaştırma bakanıydı ve inşaat aşamasında çok fazla görüştük çok fazla geldi inşaatımız gezdi. Şu anda siyasetin içinde olan birçok kişi inşaata gelip gidiyordu. Ve hala birçoğu organizasyonlarda beni gördüklerinde hep şöyle derler: “ Siz şimdi bakmayın Nuray’ın böyle şık şık giyindiğine, onun dizine kadar çizmeleri başında baretleriyle her yeri çamur içinde falan biz öyle halini biliriz.” Şimdi benim şöyle bir hedefim oldu; işletmeye geçtiğim dönemde dedim ki evet inşaatta başarılıyım ve beni iyi bir proje müdürü olarak biliyor sektör. Fakat şimdi işletmenin yöneticisiyim, şimdi benim yapmam gereken havacı olarak kendimi ispat etmek. Yani beni arayan kişiler artık havacı olarak arasın. Havalimanı dediğimizde Nuray’ı düşünsün. Yani havalimanı işletmecisi dediğinde onunla konuşmak istesin. Bunun için 5 yıl koydum kendime. Gerçekten de 5 -6 yılın sonunda proje müdürü değil havalimanı işletmesinin yöneticisi olarak adım geçmeye başladı.
 Daha sonra “Havacılığın Altın Kadınları” ödülünü aldım. Esas beni mutlu eden geçen yıl Can Eren’in düzenlediği “Havacılıkta İlkler Listesi” ve orada konuşmacı olarak katıldım. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde. Daha sonra bu organizasyonu Kanada’ya gönderdi. Organizasyon kadın hareketleri içinde Kanada’da ödül aldı. Bu organizasyonda ben havacılıkta ilkler ilk kadınlar denilen noktada Türkiye’deki ilk uçak mühendisi, ilk paraşütle uçan kadın, ilk kabin memuru kadın, ilk mühendis kadın…Havacılığın içindeki ilkler ve ben. Kadın olarak ilk havalimanı terminal işletmesi genel müdürü olarak adım yazıldı. Bu çok gurur verici bir şey çünkü 50 yaşından sonrada o kitabı açtığında artık insanlar benim adımı ve fotoğrafımı görecek. Şimdi hedefime ulaştım. Yani havacılık adına ismim geçti.
Bundan sonraki adımda, iyi olduğum işte sosyal sorumluluk anlamındaki konulara daha çok önem veriyorum. Geçen yıldan bu yana da çizgimi gençlere yönlendirdim. Diyorum ki ne kadar çok gence dokunabilirsem benim için Türkiye için Dünyamız için bir ışık yakacağım. Bir mum yakmış olacağım. Umut olmak çok önemli. Hayalinizi her zaman taze tutun, bunu başaracaksınız, başarabilirsiniz. Bunu söylemek esas önemli olan nokta benim için. Ve geçen yıldan bu yana da birçok noktada bulunmaya çalıştım. 2017 için de rezervasyonları yaptık birçok yerde, bunu da sürdüreceğim. Bununla birlikte tabii en büyük dileğim Ankara’nın bir gün buradan yurt dışı uçuşlarını birçok başkente gerçekleştirmesi. Hatta buranın izdüşümü olan terminalin yapılması ve de dünyadaki önemli hap merkezlerinden biri olması yani dış ve iç hatta hap olacak ve de dünyanın birçok başkentiyle bağlanacak. Bu konuda da çalışmalarımı sürdüreceğim ve en büyük hedeflerimden bir tanesi bu.
 
Merve Aker
21101018
 
 
 
 

Picture
0 Comments

10 Bin Yıllık Tarih Tehlikede

1/18/2017

0 Comments

 
Picture

Işınsu Kırmızıoğlu
Bilkent Üniversitesi, Ekonomi [email protected]
18/01/17

Günümüzdeki tüm buğdayların atası olarak bilinen Siyez buğdayının öyküsü, 1o bin yıl önce insanoğlunun yerleşik hayata geçtiği an itibariyle başlıyor.
Altın sarısı, uçsuz bucaksız ekin tarlaları, dimdik asla eğilmeyen başaklarıyla kendi öyküsünü, Siyez’in öyküsünü yazıyor, anılar biriktiriyor, üretiyor…
Mevsimler, medeniyetler, insan değişiyor ama Siyez toprağından asla vazgeçmiyor. Niye mi? Çünkü Siyez kararlı, Siyez savaşçı, Siyez güçlü. Siyez anavatanına öyküsü boyunca hep sahip çıkıyor. Bu bereketli tarlaların mahsulleri evlerimize, sofralarımıza giriyor. Çiftimizin yüzünü güldürüyor.
 Anadolu’nun verimli topraklarında hayat bulan bu yöresel lezzet, Kastamonu’nun İhsangazi ve Daday ilçelerinde yetişiyor. Ancak Siyez, varoluşunun en zor zamanları yaşıyor. Yöresel buğday üretimi gün geçtikçe azalıyor, yerli tohumlarımızın yerini yabancı hibrit tohumlar alırken, ülkemiz de tarım ülkesi kimliğini gitgide kaybediyor…
Henüz ıslah edilmemiş Siyez tohumu, günümüz buğdaylarından farklı bir genetiğe sahip. Dayanıklı ve sağlam karakterinin yanı sıra yüksek besin değerleriyle tam bir besin deposu. Her gün evlerimize giren günümüz buğdayı bir diğer adıyla hibrit buğdayı ise verim ve dayanaklılık sağlama amacıyla melezleştirilmiş ve genetiği değiştirilmiş bir yapay tohum.
Ülkemizde hibrit buğdayın üretiminin ve ithalatının gün geçtikçe artmasıyla, yöresel tahıllara yönelik ilgi giderek azalmaya başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik bu konu hakkında “Önceliğimiz üretimin ve verimin daha çok olduğu, küresel piyasalarsa desteklenen, ucuz hibrit buğdaya yatırım yapmaktır” diyor. Peki çiftçi bu konuda ne düşünüyor?
Küreselleşmenin getirdiği yüksek potansiyelli üretim isteği, ne yazık ki,10 bin yıllık Siyez buğdayının yerini hibrit buğday mı alacak sorusunu akıllara getiriyor… Halbuki Siyez organik markette yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor.
Sağlıkçıların gözdesi
Siyez ’in günümüzde en popüler olduğu yer organik marketler ve yöresel pazarlar. Organik marketin en gözde ürünlerinden biri. Satışları gün geçtikçe artıyor fakat yeterli üretim desteği olmadığı için herkes için erişebilir değil. Popülaritesinde çok güçlü bir Karatay etkisi var. Prof. Dr. Canan Karatay sağlıklı besin arayışında olan insanlar için en doğru pusula. Organik marketin en büyük destekçisi, halkın doğru ve sağlıklı beslenmesin adamış kendisi. Binlerce tavsiye bekleyen takipçisi, reyting rekorları kıran programları var.
Karatay, ülkede ekmek devrimi olması taraftarı, “Ben Siyez buğdayının kullanılması ve desteklenmesi şarttır diyorum. Modern buğdayın sağlığa zararlı olduğunu açıklıyorum. Bunları kitaplarımda anlatıyorum. Amerika’daki yayınlarda da en sağlıklı buğday, kromozomu değiştirilmemiş olan SİYEZ BUĞDAYIDIR derken, ülkemizde çıkan bu eski buğday altın değerindedir, haberimiz BİLE yok!” diyor.
Karatay etkisini Ünlü Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr. Ender Saraç takip ediyor. Dr. Saraç, “Siyez ekmeği genetiği oynanmamış ve aynı zamanda da vücutta alerji açısından riski düşük, besin değeri ve vitamin değeri çok yüksek, Siyez buğdayından elde edilen bir ekmek. Aslında buradan başlayarak tüm Türkiye’ye bir kıvılcım gibi yayılmasını diliyorum” diyor.
Türkiye’nin ilk presidiumu: Siyez
Siyez, İtalya menşeli Slow Food hareketi tarafından presidium ürün sertifikasıyla taçlandırıldı. Slow Food organizasyonu ayaküstü yemek alışkanlığına fastfood karşı alternatif olarak geleneksel ve yerel yemek ve yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eden hareket olarak tanımlanıyor.  Peki presidium ürün ne demek? Presidium olarak onaylanan bir ürün Slow Food ’un tasarladığı paket ve etiketle, dünya pazarına çıkabiliyor. En önemli avantajı presidium üreticilerinin bir araya gelerek, bu tohuma, bu zanaata, biyoçeşitliliğe ait bir ortak bir çalışma yürütmesi. Sahip olunan değeri korumayı ve devam ettirmeyi vaat eden bir söz veriliyor. Siyez üreticisi, Paflagonya Organik sahibi ve Kastamonu Gazetesi köşe yazarı olan Mustafa Afacan, Siyez ‘in presidium serüvenindeki en büyük destekçisi. Siyez’in kültür elçisi.


Picture
Afacan: “Tüketim toplumu algısı yıkılmalı”
Buğday ithalatımızın tavan yaptığı günümüz koşullarında, Afacan tüketim toplumunun algısının yıkılmasından yana. Gün geçtikçe artan tüketim sevdasının karşısında üretim politikaları ne yazık ki eksik kalıyor. Tahıl ve buğday ambarı olarak benimsediğimiz ülkemiz buğdayının %75’ini Rusya’dan ithal ediyor. Devlet ise buğdayı satın alıp işlemeyi tercih ediyor. Bu döngü Türkiye’yi daha ne kadar idare edebilir, uzun uzun kafa patlatılması gereken başka bir mühim mevzu.
Hem üretici hem çiftçi tüketimi karşılayacak üretim alt yapısının oluşturulmasından yana. Afacan, “Üretimin artırılması için çalışmalar yapılmalı. Devlet desteği bizler için düşük daha fazla teşvik ve destek olmalı. İç Anadolu doğu gibi bölgelerde alınan desteği biz alamıyoruz. Talep çok fazla fakat mevcut talebi karşılayabilen üretim yok şu an” diyor.
Çifti de üretici de isyanda
Kastamonu’da köy köy gezeyim, nasılmış bir şeymiş bu Siyez bir göreyim dedim. Benimki de saflık köy mü kaldı artık memlekette. İlk durağım İhsangazi, Siyez ‘in anavatanı karşılaştığım görüntü içinde şaşkınlıklar içerisindeyim. Afacan’ın neden talebi karşılayacak üretim yok dediğini anlıyorum…

Tarlalar boş, evler sahipsiz, pencereden bana bakan üç yaşlı amca ve teyze. Geride kalan son üç hane. Sokaklar boş ne çocuk sesi ne de bir hareket var bu terkedilmiş köylerde. Amcalardan biri, “Kimse kalmadı köylerde, herkes şehre göçtü, yaş oldu 84 biz toprak insanıyız gidemedik” diyor. Köyde karşılaştığım manzaranın ardından soluğu Daday ilçesindeki İksirli Çiftlikte alıyorum. Duygu Ece Aydın, İksirli Çiftlik ve Resort Town ’un yöneticisi, Galatasaray mezunu bir endüstri mühendisi. Lisans eğitiminin ardından annesi İksir Hanım’ın kurduğu çiftliğin başına, Kastamonu’ya dönmüş bir üretici. Siyez üretiminde çiftliklerinin büyük bir payı var.  Siyez’in neden üretilmediğine dair yönelttiğim soruma, “Verim problemi yaşıyoruz. Siyez’in üretilmesi için toprağın önceden hazırlanması, her sene sürülmesi gerekiyor. 200 dönümden 15 ton ürün aldık son yıllarda ama Siyez’in şöyle bir güçlüğü var ve insanların ona yanaşmamasının nedeni hasat edilme sürecinin çok meşakkatli, uzun bir süreç olması biz üretici olarak bu problemin üstesinden gelmeye çalışsak da çiftçi için durum bizimki gibi değil” diyor. Aslında çiftçinin yaşadığı bu zor durumu, köylerdeki iş gücünün azalmasına bağlamak mümkün. Ne tarlada çalışacak tarım işçisi ne de devlet tarafından sağlanan yeterli üretim teşviki var…

Islah Müjdesi
Kastamonu merkezde ise bir bayram havası, kutlamalar. Siyez için ıslah çalışmaları başlamış, halk çok sevinçli. Daha sürdürebilir, daha verimli buğdaylar üretilecekmiş. Islah bir diğer kelime anlamıyla verimleme, bir melezleme yoludur. Söz konusu durumda Siyez’in güçlü özellikleriyle, hibrit buğdayın yüksek üretim özellikleri birleştirilecektir. 10 bin yıllık Siyez’in öyküsünün son bulması, yerini küresel politikaları destekleyecek, daha karlı ama bir o kadarda sağlıksız bir buğdayın öyküsünün başlamasına mı sebep olacak, düşündürüyor. Ülkece, tarımsal kimliğimizi gitgide yitirdiğimiz son yıllarda elde avuçta ne kaldı? Afacan “İnsanlar gitti, köyler bitti. Çiftçi kendi toprağına küstürtüldü” diyor. Toprak neden kendi kaderine bırakılıyor, verimi varken neden yalnız kalıyor? Çiftçi neden desteklenmiyor da küstürtülüyor?
Siyez demek 10 bin yıllık tarih, birikim, bereket ve yerli üretim demek. Sahip çıkalım…


Picture
0 Comments

Yeni Nesil “Siber Savaşlar”

1/18/2017

0 Comments

 
Picture
Artuğ Keremhan Bilgin
Çoğu savaşlar mermiler, patlamalar ve fiziksel alandaki mücadeleden ibarettir. Bunun en önemli sebebi mermilerin ve silahların aslında bir Linux komut satırından daha ilgi çekici olmasıdır. Ancak bu noktada insanların yanıldığı bir nokta var ki insanların büyük çoğunluğu siber savaşları nükleer silah ya da diğer kitle imha silahlar ile aynı kefeye koyuyor. Öte yandan, hükümetler ve karar alıcılar ise bu konuyu almaları gerektiği ölçüde ciddiye alıyor gibi görünmüyor.
Siber savaş senaryolarının sadece bir paranoyadan ibaret olmadığını göstermek için teknolojinin önde gelen isimlerinden Steve Wozniak’ın açıklamalarına atıfta bulunmak mümkün. Bir röportaj sırasında Wozniak “Ben küçükken nükleer silahlardan korkardık… Şimdi ise her türlü siber saldırıdan ve hack olaylarından korkuyoruz. Bu saldırılar gerçekten de internetimizi kapatabilir, elektriğimizi kesebilir mi? Ne kadar öteye gidebilirler?” diye soruyor ve ekliyor: “Bu durum yıl geçtikçe iyileşmek yerine daha da kötüye gitmeye devam edecek”
Yıllar içerisinde teknolojik gelişmelerin nasıl da birbirine bağlı hale geldiğini düşünelim. Sizce bir teröristin büyük bir enerji kaynağının gücünü kesmek için ne kadar çaba harcaması gerekiyor? Ya da silahlı bir insansız hava aracının kontrol sistemini ele geçirip sivil bölgelerin bombalanması ne kadar mümkün?
Günümüz savaş stratejileri yalnızca gelişmiş silah sistemlerini değil, aynı zamanda bilgiyi elde etme ya da teknolojik ara yüzleri kontrol ederek veya onları yok etme amacı üzerine de kurulu hale geldi. Siber savaşın çeşitli aktörleri var: hacktivistler, paralı hackerlar ve siber ordular. Ancak hemen hemen her saldırı senaryosu bir devlet altyapısına zarar vermek üzerine kurulu. Bunu akılda tuttuğumuzda, yaşadığımız zamanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için bazı olası siber savaş senaryoları sıralamak mümkün.
Silah Sistemleri
Teknolojik olan her şeyin hacklenebileceği gerçeğini anlamak siber savaş tehdidini kavrayabilmek için ilk adım niteliği görüyor. Ancak bazıları için sayısız örneklere rağmen bu durum hala yeterli delillere sahip değil.
Bu örnekte silah sistemlerinden, daha özel olarak, onları kontrol eden teknolojik sistemlerden bahsedelim. Silahlara karşı yapılan siber saldırılardan biri de 2015 yılında meydana geldi. Türkiye-Suriye sınırında konuşlu Alman Patriot savunma füzeleri anlamlandırılamayan komutlar uygulamaya başladığında muhtemel bir siber saldırının ilk sinyallerini vermiş oldu. Her ne kadar Alman yetkililer böyle bir olayın yaşandığını inkâr etse de çok sayıda üçüncü kaynaklar bu olayı bilgi teknolojileri camiasına bir hack olayı olduğunu iddia etti.
Bu sadece bir örnek, ancak etkilerini bir düşünün. Bir hacker tarafından doğrudan yönlendirilen ve hangi sebeple kullanıldığı belli olmayan yönlendirilmiş füzelerden bahsediyoruz. Ordular ne kadar teknolojiye güvenirse (haklı olarak) aslında kendilerini bir o kadar savunmasız bir duruma getiriyorlar. Her ne kadar aksine inanmak istemeseler de, çoğu hükümet bu tür sistemleri güvene almak için yeterince çaba göstermiyor.
Hassas Bilgi Çalmak
Her ne kadar tartışmalı olsa da, savaştaki en önemli strateji düşmanını anlamaktır, böylece onu nasıl mağlup edebileceğini belirleyebilirsiniz. Siber uzayda bu durum rakip devletlerden bilgi toplamak ya da doğrudan bilgi çalmak üzere etkisini gösteriyor. Bu tarz saldırılar çok sık olarak meydana geliyor ve örnekler de sayılamayacak kadar fazla gözüküyor.
Çinlilerin Amerikalılardan çaldığı ve silah prototiplerini gösteren bilgilerden tutun, WikiLeaks gibi dosya sızdıran oluşumlara bilginin kontrolü artık sıklıkla en büyük silah haline geldi. Bilgiyi kim kontrol ederse, iyi ya da kötü, siber savaşta oldukça önemli bir avantaja sahip olmaya başladı.
Bilgi her zaman bir zorunluluk idi, ancak artık bilginin çok büyük bir kısmı devasa ölçeklerdeki elektronik bilgi bankalarında saklanıyor. Bu bilgi bankalarını kontrol eden birçok hükümet bu bankaların sahip olduğu zayıflıkların yeterince farkında değil. Bunun en temel sebebi ise güçlü güvenlik duvarlarının tüm hackerları durduracağı inancı olduğu gözüküyor. Bu oldukça tehlikeli bir düşünce yapısı, ancak son zamanlarda neden NSA ve diğer kurumların zafiyete düştüğünü de açıklıyor.
HAVELSAN Genel Müdürü ve Bilgi Güvenliği Derneği Başkanı Ahmet Hamdi Atalay siber saldırganların hassas bilgileri hedef alarak devletleri, şirketleri ve kamu kurumlarını zarara uğratmayı amaçladıklarını belirtti. Son dönemde gerçekleştirilen veri sızıntısı saldırılarının birçok zarara yol açtığını vurgulayan Atalay, Yahoo örneğini verdi: “2014 yılında ünlü arama motoru Yahoo yüz milyonlarca kullanıcısının bilgilerini siber saldırganlara çaldırdı. Müşterilerin kişisel bilgilerinin başkalarının eline geçmesinin yanı sıra Yahoo piyasalarda 1 milyar dolara yakın değer kaybetti ve şirket güvenilirliği büyük darbeye uğradı.” Hassas verileri çalmayı hedefleyen saldırılara karşı dikkatli olunması gerektiğinin altını çizen Ahmet Hamdi Atalay, HAVELSAN’ın kamu kurum ve kuruluşlarına ve özel şirketlere siber güvenlik noktasında 7/24 destek verebileceğini ve siber saldırılara karşı koruma sağlayabileceğini açıkladı.
Nükleer Santral Tesislerinin Gücünü Kesmek
Gelişmiş dünyanın büyük bir bölümü, enerjisini nükleer santrallerden elde ediyor. Çernobil Kazası (1981) ve diğer birkaç kazanın gösterdiği üzere, bir nükleer tesiste işlerin yolunda gitmemesi binlerce insanın hayatına mâl olabiliyor. Siber güvenlik dünyasında, özellikle siber savaşı dikkate alarak, nükleer santrallerin ve diğer enerji tesislerin kötü amaçlı yazılımlar aracılığı ile çok ciddi saldırılara maruz kalabileceğini düşünmek zorundayız.
Bu endişenin ana kaynaklarından biri de çok da iyi bir üne sahip olmayan Stuxnet gibi yazılımlar. İsrail ve ABD tarafından ortak gerçekleştirildiği düşünülen saldırılarda Stuxnet solucanının hedefi İran nükleer programına kalıcı zararlar vermek idi. Natanz’da  bulunan santralde solucan saldırısının doğal sonucu olarak ciddi bir santrifüj zararı meydana geldi ve bu durum nükleer santralde ciddi tahribata yol açtı.
Siber savaş alanında enerji ile alakalı her şey sürekli olarak hedef tahtasında bulunuyor. Nükleer enerji ise kolay elde edilmesine rağmen en yıkıcı kaza ihtimalleri barındıran bir enerji çeşidi. Sadece bir virüsün çok ciddi arızalara yol açabileceği gerçeği, siber savaşın ne kadar ciddi boyutlara ulaşabileceğini gösteriyor.
Siber savaşların verebileceği zararın silahlarla gerçekleştirilen herhangi bir terör saldırısına eşdeğer hale gelmeye başladığını vurgulayan Bilgi Güvenliği Derneği Kurucu Başkanı ve Gazi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Alkan siber saldırganların her geçen dakika kullandıkları saldırı tekniklerini geliştirdiklerini ve verebilecekleri zararı arttırdıklarını belirtti. Bu sebeple ülke olarak kendimizi siber güvenlik alanında geliştirmemiz gerektiğini ve yapılan saldırılardan doğabilecek zararı en aza indirmenin önemini açıklayan Alkan, konuyla ilgili nükleer santrallerden örnek verdi: “Nükleer santrallerin güvenliğini Çernobil felaketinde tecrübe edildiği gibi maalesef tüm dünyanın güvenliğini ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla nükleer santrallere gerçekleştirilen siber saldırılar ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun yol göstericiliği hem nükleer santral kurma eşiğinde olan Türkiye hem de tüm ülkeler için büyük önem arz ediyor.” Türkiye’nin birçok raporda en çok siber saldırıya maruz kalan ülkelerin başında geldiğini açıklayan Prof. Dr. Mustafa Alkan, bu sebeple kurulacak olan nükleer santralin teknolojik altyapısının güvenliğinin sağlanmasının ülkemiz için büyük önem arz ettiğini ve aksi takdirde kurulacak olan nükleer santralin ülkemizde felakete yol açabileceğini vurguladı.
Küresel Bir Siber Savaş Çözümü Geliştirmek
Siber savaşın içine gizlenmiş tüm bu tehlikeleri düşünürsek, küresel olarak nasıl bu tehlikelere karşı koyabiliriz? Açıkçası, cevaplar çok da kesin değil. Hükümet yetkililerinden tutun, bağımsız siber güvenlik araştırmacıları ve toplumun daha birçok kesiminin bir araya gelmesi ilk adım olarak önerilebilir.
Siber savaşa çözüm üretmenin en doğru adresi Birleşmiş Milletler çatısı olacaktır. Birleşmiş Milletler nükleer silahların ortaya çıkmasından beri savaş denen olgunun en büyük problemlerini çözmek için çaba sarf ediyor. Bu çabalar uluslararasındaki diyaloğun gelişmesine katkıda bulundu, ancak fiziksel olarak diyaloğa giren uluslar (Çin, Rusya ve ABD) siber alanda ise birbirine sıklıkla saldırmaktan vazgeçmiyor.
Bu durumu göze alırsak, karşılıklı siber yıkım kapasitesi tehlikesini daha iyi anlamak için Birleşmiş Milletler üzerindeki baskıyı arttırmak doğru bir adım olacaktır. Birleşmiş Milletler kararlarına etkileri bulunan devletleri bir yıkımın oldukça yakın olduğumuza ikna etmeliyiz. Eğer bunu biz yapamazsak yaşanacak büyük felaketler bu görevi görecek ki gerçek hayatta bu oldukça muhtemel gözüküyor. Belki de, biz InfoSec topluluğu olarak bir araya gelip kendi ülkelerimize siber savaş referandumları hakkında mücadele etmeleri konusunda baskı oluşturabiliriz.
Siber savaşların doğuracağı yıkıcı sonuçların önüne geçmek için uluslararası alanda tüm ülkeleri kapsayan düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirten Gazi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şeref Sağıroğlu ülkelerin belirli bir noktada birleşmemesi halinde kaos ortamının ortaya çıkacağını ve siber saldırıların geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açacağını söyledi.
Dünya olarak öyle bir konumdayız ki en büyük tehdidimiz aynı zamanda en büyük hazinemiz olabilir. Teknoloji hayatın gelişmesi için gerekli ve etkili bir araç. Ancak teknoloji aynı zamanda her zaman ulus-devletler, teröristler ve yıkıcı amaçlara sahip olan diğer gruplar tarafından suistimal edilmeye uygun bir durumda olacak. Bu durumu ne kadar çabuk anlayabilirsek, o kadar hızlı somut çözümler üretebiliriz.
 

0 Comments

    COMD 331 News Reporting and Writing 

    Dönem çalışmaları

    Arşiv

    May 2017
    January 2017

    Kategori

    All

    RSS Feed

Powered by Create your own unique website with customizable templates.