Bilkent Uluslararası İlişkiler bölümünde IR 495 kodlu “World Energy Politics” dersini veren enerji uzmanı Necdet Pamir ile yaptığım söyleşide; gençliğinden başarılarına, hayat görüşünden hocalığına ve son kitabı Enerjinin İktidarı’na kadar bir çok konuyu konuştuk. Her dönem 500-600 civarında öğrencinin başvurduğu dersi içlerinden sadece 65 şanslı öğrenci alabiliyor ve üniversitede dersi alan öğrencilerin yüksek ücretler karşılığında dersteki yerini diğer öğrencilere sattığı gibi efsaneler de dolaşmakta. Peki herkes bu dersi neden bu kadar almak istiyor? Necdet Pamir’i tanıdıkça anlıyorsunuz.
Enerji alanında Türkiye’de akla gelen ilk insan olmasının yanında, hem mühendis olmasından gelen teknik bilgisi hem enerji piyasasına çok hakim olması onu farklı kılan yönlerinden. Sayısız makale ve iki tane kitap yazan, televizyon programları yapan,bir çok ülkede konferanslar için davetli konuşmacı olarak çağrılan, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi ve halen Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü görevlerini üstlenen, CHP enerji komisyonu başkanlığı gibi vasıfları da bulunan Necdet Pamir; bütün bu yoğunluğuna rağmen her öğrenciyle bire bir ilgilenip her zaman öğrenciden yana tuttunduğu tavırlar ile gönülleri kazanan bir hoca. Necdet Pamir, öğrenmeyi ve öğretmeyi en ön plana alıp, diğer endişelerden öğrencileri sıyıran bir tutum sergiliyor. Ayrıca kendisinin tasarladığı dersi teori yerine, gerçek hayat örnekleri ve istatistiklerle öğrencilere aktarması sayesinde Bilkent öğrencilerine farklı bir öğrenme deneyimi kazandırıyor. Pamir’in dersini alan öğrenciler genelde bu dersin okuldaki en “aydınlatıcı” ders olduğunu düşünüyor.
Necdet Pamir, çalışmalarında ve öğretisinde Türkiye’nin yeterli enerji kaynağı olmadığı tabusunu yıkmaya çalışıyor. Bu fikirlerini daha kapsamlı şekilde kitabı Enerjini İktidarı’nda anlatan Pamir, aynı zamanda bu istatistik ve bilgileri verdiği derste öğrencilerine de aktarımakta. Kitabında ve dersinde öne sürdüğü görüş ve istatistikler, Türkiye’nin enerji politikasındaki yanlışlar ve neler yapılması gerektiği ile ilgili bir çok bilgi içeriyor.
Enerji alanında yapılan özelleştirmelere karşı bir duruşu olan Necdet Pamir; enerji gibi önemli bir sektörün özel sermayenin değil, devlet kontrolünde olması gerektiğini düşünüyor. 2002 yılında enerji üretimi %58 oranında devlet kontrolünde iken bu oranın 2014 yılında %21.3 gibi bir orana düşmenesinin endişe verici olduğu görüşünde.
Aynı zamanda Türkiye’nin enerji konusunda dışa bağımlılığının enerji ve ülke güvenliği için endişe verici olduğunu söyleyen Pamir, çarpıcı istatistiklerle bu durumu ortaya koyuyor. “Toplamda bütün enerji kaynakları göz önün alındığında, Türkiye %75 oranında ihracata bağlı bir ülke. Türkiye’nin doğalgazda %99 olarak dışa bağımlı olduğunu ve toplam gaz ihracatının %55.3 gibi yüksek bir oranınnı Rusya’dan temin etmesinin, Türkiye’yi tek bir kaynağa bağımlı hale getiriyor” diyen Pamir; bunun enerji güvenliği açısında riskli bir durum olduğunu öne sürmekte. Türkiye ayrıca ham petrolde Irak ve İran gibi ülkelere bağımlı. Pamir, güvenli ve sürekli bir enerji tedariki için, enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi gerekliliğine inanıyor.
Necdet Pamir ile yaptığımız keyifli röportaj; hayatından işine, düşüncelerinden öğrencilik yıllarına kadar bir çok konuyu kapsıyor.
Ayrıca dışa bağımlı olduğumuz bu kaynaklardan elektrik üretmemizin yanlış olduğunu da vurguluyor. Türkiye’nin elektrik ihtiyacından 3 kat fazla kullanılmayan kaynağının olduğunu söyleyen Necdet Pamir, bu durumu öğrencilerine istatistikler ile şöyle açıklıyor: Türkiye’nin 2015 yılında elektrik tüketiminin 264 milyar kw/saat. Türkiye’nin şu an hiç kullanılmayan hidroelektrik, rüzgar, güneş ve jeotermal gibi çevre dostu enerji kaynaklarının 741 milyar kw/saat elektrik üretme potensiyli var. Pamir, bu kaynakların kullanılmasının aynı zamanda Türkiye’nin yenilenebilir enerji tüketimini de arttıracağını söylüyor. Böylece hem dışa bağımlılığı azaltmak, hem çevre adına olumlu adımlar atmak için bu kaynakların kullanımının bağımsız Türkiye enerji politkası için bir gereklilik olduğunu belirtiyor.
Mühendislik ve Sosyal Bilimler çok farklı iki bilim dalı. Bu ikisini nasıl birleştirdiniz?
Petrol mühendisi olmamın yanında uluslararası bir çok projeye yöneticilik yaptım. İlk başta TP’de üretim grubunda girdim ve orası tamamen teknik bir alan. Oturup tek tek kuyuları ölçüp verileri incelemek ve üzerine analiz yapmak gibi konular üstüne kurulu çok teknik bir alanda çalışıyorsun. Çok saygın bir iş olmakla beraber seni daha kısıtlı yetiştiriyor. Dönüm noktası şudur ki; ben Petrol Taşıma Pazarlama grubuna başkan yardımcısı olduğum sırada Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı müzakereleri sürüyordu. Oraya katılmamla, o dönemde Hazine ve Dışişleri ile ilişikiler başladı. Bu projelerde benim muhattaplarımdan birisi İlhan Aliyev’di ve o zaman poziyonlarımız aynıdı onunla. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı müzakerelerinde bir yanda İngilizlerin BP’si bir yanda Amerikalılar’ın Exomobil’i gibi dünyanın en büyük şirketlerinin adamları ile muhattap oluyorsun. Bir yandan işte İngilizlerin üçkağıtını görüyorsun. Tabi bunlar yıllar içinde sana farklı bir bakış açısı veriyor. Başka gelişmeler de oldu
tabi ki sosyal yönümü geliştiren. Mesela bir göreve gittiğinde o ülkedeki büyükelçiliğe gidip o toplantıların içeriğini anlatıyorsun, onların görüşlerini dinliyorsun. Başka bir görevim daha vardı Petrol Mühedisleri Odasında, onun da epey katkısı vardır. Türkiye Petrolleri’nde (TP) işe girdiğimde hemen sosyal tarafım bildiğinden Petrol Mühendisleri Odası’ndan görev teklifi aldım ve ilk seçimde genel sekreter oldum. Yaklaşık 15 yıldır oraya katkı vermekteyim ama iki dönem başkanlık yaptıktan sonra gençlerin önünü açmak için görevi bıraktım. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) genel koordinatörlüğü görevim vardı ve zaten tamamen bu alana yönelik bir düşünce kuruluşu ASAM.
Kısacası benim bu iki alanı birleştirmem böyle doğal gelişti. Mühendislik değil de diğer yanım biraz alaylıdır o açıdan. Bazen öğrenciler gelip bu olayı teoride nereye oturtabiliriz gibi sorular soruyolar ama bazen o teoriye oturmaz. Biraz işte alaylı olmamın böyle bir dezavantajı var aslında kabul etmek lazım.
Belli bir konuda uzmanlaşmış, aranan ve fikrine değer verilen bir konumdasınız. Akademisyenlik daha doğrusu yaptığınız “öğretmenlik” işini size seçtiren faktörler nelerdi?
Bunun içinde kendiliğinden gelişen bir olay diyebilirim çünkü gerçekten kendim yön vermedim. Ben ODTÜ’de öğrenciyken daha, tanıdıklarımız benden ders vermemi rica ederlerdi çocuklarına. Böylece ben de bir karşılık beklemeden öğretmeye başladım. Ayrıca ben ODTÜ basketbol takımındaydım ve bizden küçük yaş grubundaki takımlarımıza ne zaman ihtiyaç olsa antrenörlük yaptım. Bir şey öğretebilmen için daha fazla şey öğrenmen lazım. Basketbol antrenörlüğümde de çocuklara bir şeyler öğretmek için tek başıma çalışıyordum. İlk başta antremanlarda 2-3 saat önce öğreteceğim hareketleri kendimin nasıl yaptığımı ve kullandığımı anlamaya çalışıyordum. Bu antrenörlük işi benim öğretmeyi sevdiğimi anlamamı sağladı.
Burada Ersel hocanında ricasıyla bu dersi vermeye başladım. Yaklaşık 10 yıldır kendi tasarladığım World Energy Politcs dersini veriyorum. Mühendislik bölümlerinden Uluslararası İlişkilere bir çok bölümden öğrenci dersimi alıyor. Her dönem 500-600 kişi müracat ediyor fakat 65 kişi alabiliyor dersi, keşke dahafazla öğrenciye ulaşabilsem. Dersin amacı herkesin anlayabileceği düzeyde enerji ile ilgili teknik bilgi verip hemde bunun ülkelerin dış politkasındaki yansımalarını öğrencilere aktarabilmek. Kısacası bildiklerini içinde tutmanın hiç bir manası yok, bunu ne kadar çok insanla paylaşırsan bilgi o kadar değerli olur. Bu yüzden hoca öğrenci ilişkisini çok seviyorum.
Siz üniversitedeylen en sevdiğiniz hocanız nasıl birisiydi, öğretim alanında bir idolünüz var mı?
Yani insanlığını çok sevdiğim ve insan tarafıyla beni etkileyen hocalarım oldu. Fakat asıl önemlisi bir çok böyle olmamalıyım diye örnek aldığım hocalar oldu. Çok katı kuralcıydı bazıları benim aksime. Eğer benim davranışlarım öğrencilere olumlu yansıyorsa böyle yapılmamalı dediğimdendir. Tek ders yüzünden ben bir sene beklemek zorunda kaldım ve hocanın inadı yüzünden. Mezun olunca ziyaretime gelip bir sene geç mezun oldun ama doktora öğrencisinin veremeyeceği bir kağıt verdin dedi bana. Yani faydasını anlamadım öyle bir dersin ve bugünde hatta o ders hakkında hiç bir kırıntı yok aklımda. Önceki öğrencilerden dolayı katı kuralar koymuş ve saçma kurallar yüzünden öyle bir olay yaşamıştım. Ben o zaman bundan çok etkilendim ve bunun iyi bir örnek olmayacağını düşündüm yani böyle olumsuz olarak etkilendiğim şeyler de var.
Bilkent öğrenci profili hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir genelleme yapacak olsanız sizin için klasik bir Bilkent öğrencisi nasıl olur?
Genelde benim yaşımdaki insanlar gençlik bizim gibi değil diye şikayet ediyor ama hiç bir jenerasyon bir diğerine benzemek zorunda değil. Her dönemin kendine ait koşulları var. Benim her dönem birlikte olduğum öğrenciler daha duyarlı daha ilgili oluyor git gide, ben olumluyum bu konuda. Bilkent dışında 4-5 farklı üniversitede bulunabildiğim ve kıyaslama şansım olduğu için Bilkent öğrenci profili hakkında yorum yapabilirim. Bilkent insan faklılığı açısından çok geniş bir yelpazeye sahip. Öğrenciler aynı zamanda çok yönlü, hayata dahil ve özgüvenli çocuklar. Çok daha teknik ağırlıklı üniversitelere baktığında, kendini sadece derse vermiş bir öğrenci grubuyla karşılaşabiliyorsun. Bilkent üniversitesi öğrenci profilini bu açıdan özgüvenli ve çok yönlü olarak tanımlıyorum. Bir eksiliğini gördüğüm şey ise İngilizce seviyesi ortalama olarak benim beklediğimin altında. Çok iyi İngilizcesi olan öğrenciler de var tabi.i İnsanlar herhangi bir şeyi anadilinde daha iyi öğreniyor fakat litaratür İngilizce. Özellikle Uluslararası İlişkiler gibi bir alanda. Öğrenciler kendini iyi ifade edemiyor kısacası bu alanda ve bu konunun düzeltilmesi lazm.
Geçmişe dönecek olsanız değiştirmek isteyeceğiniz bir şey olur muydu?
Herkesin tabi vardır fakat ben geri dönsem yine siyasetle uğraşır ve yine basketbol oynardım. Genel olarak, yeniden yaşasam yine böyle yaşardım. Keşke dediğim bazı konular var mesela daha fazla kitap yazmak isterdim. Şöyle bir şey var aslında çok bilinmeyen, hep isteyip yapmadığım bir şey ud çalmaktı o içimde ukte kaldı. Alanımla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: benim zamanımda şöyle bir şey vardı; ya mühendis olacaksın ya doktor. Başka bir şey seçemiyordun ve benim yapımın sosyal bilimlere daha yakın olması bir şey değiştirmiyordu. Fakat ben şu an ben belli bir konumda isem bu benim mühendis alt yapımdan geliyor. Teknik konuları kitaptan okumak var, bir de mühendislik alt yapısından gelip ondan sonra alaylı olmak var. Yani bu açıdan pişman değilim ama belki iki dalı birlikte götürebilirdim. Pişman olduğum bir konu ise gerek olmayan bir durumda, milletvekili adaylığım var. Bana yapılan adaylık teklifini şu an olsa kabul etmezdim.
Bir çok farklı işe imza atmışsınız ama geçmişe baktığınızda; yaptığınız en farklı veya en yaratıcı iş sizce hangisiydi?
Bir kaç tane var tabi sadece ürettiğim makalelerle sınırlı değil. Mesela son yazıdğım kitap yapmam gereken bir şeydi zaten. Benim için duygusal bir yanı da var. Hem anneme hem eşime adadığım bir kitap. 9 Ocak’ta rafa çıktı ve şu an 2. baskısı bitti, 3. baskıya girecek. Biliyorsun Türkiye’de diyet kitapları satar yada başka tür kitaplar satar. Böyle enerji hakkında
500 sayfalık bir kitabın anlaşılarak okunması çok sevindirici bir şey ve bunun geri dönüşü çok iyi oluyor. Her kesimin anlayabileceği bir kitap. Dersimde hiç bahsetmedim bu kitaptan fakat aslında sizlere de çok faydası dokunacak bir kaynak bu alanda. Ama uygun gelmedi işte söylemek, gidin alın gibi olur diye. İçeriğine gelecek olursak kitabın, çok geniş bir konu aralığı var. Enerji güvenliği ve politşkalarını sıfırdan okuyup her yönüyle öğrenmek isteyenler için bir kitap aslında. Kitap genel olarak enerji nedir ve bu alandaki tarihsel gelişimler gibi konular ile başlayıp, günümüzdeki doğal gaz, kömür ve petrol gibi enerji kaynaklarının olumlu ve olumsuz yönlerini anlatıyor. Aynı zamanda, enerji güvenliği nedir? gibi soruları cevaplarken, gelecekte enerji kaynaklarının nasıl kullanılacağı, hangi oranlarda tüketileceği ile ilgili farklı seneryolar da içeriyor. Ülke bazında ise A.B.D, Rusya, Avrupa Birliği ve Türkiye gibi ülkelerin enerji politikalarınıda değiniyorum. Bunların hepsini bir lise öğrencisinin kolayca kavrayabileceği seviyede açıklanarak anlatılıyor. Annem de okuyor kitabı, uluslararası ilişkiler bölümünden öğrencilerim de. Yani birçok kesime hitap edebildim. Kısacası çok geniş bir içeriği olan fakat herkesin okuyabileceği bir kitap.
Onu dışında en çok sevdiğim makalalerden biri National Geographic’e yazdığım “Pastanın En Cazip Dilimi” başlıklı makale. Hikayesi ise şöyle. Bir gün aradılar beni dergiden ve bir yazı yazmamı istediler. Amerikalı bir akademesyenin Hazar Bölgesi ve petrolleri üstüne yazdığı ana bir makale var 15-16 sayfalık ve bu makale üstüne derginin yayınlandığı her ülkeden, enerji ve o bölge üstüne görüşüne güvenilen birinin makaleye yorum yapması gibi bir konseptleri varmış. Türkiye’den beni aradılar işte ama teknik olmasın daha populer yazı tarzında olsun gibi istekleri oldu. Ben makaleyi okuyunca bana biraz üstten bakıyor gibi geldi yazan kişi. Sanki bölgeye biz gittik, bu fakir halka lütfettik, petrol sayesinde ayağa kalktılar gibi bir ton ve tema sezdim makalede. Ben de ondan çok rahatsız oldum. Kitap konusuna geri dönüp bu hikayeyle bağlantılı bir şey anlatayım. Mesela kitabın giriş başlığı “Ezber Bozumu”dur. Hikayesi şöyle: ben üniversitede ilk dersimi aldığımda “Introduction to Petroleum Industries” diye bir ders vardı. Güntekin Köksal diye bir hocamız veriyordu bu dersi ve ilk gün sınıfa gelip bizi ezmeye başladı. İşte yaptığı sporları, mezun olduğu prestijli okulları vesaire hepsini saydı. Sonra bize dönüp “Dünyada ilk döner başlı matkap ile sondaj ne zaman yapıldı?” sorusunu sordu. Kimse bilemedi tabi ayrıntı bir soru olduğu için ve üstelik bu bizim ilk meslek dersimizdi. Ben kaldırdım elimi ve “1858 yılında A.B.D’nin Pensilvanya eyaletinde Albay Drake ve arkadaşları tarafından yapılmıştır dedim. Tabi adamın bütün kurgusu bozuldu ben doğru cevabı verince. Nerden biliyorsun diye sordu, ben de Red Kitt, Petrole Hücum adlı macerasıdan diye cevapladım; ki gerçekten ordan biliyorum. İşte ben ODTÜ’den mezun olduktan sonra Azerbaycan’a gittiğimde bunun böyle olmadığını, bundan 11 yıl önce Sovyetler Birliği döneminde Bakü’ye yakın bir bölgede ilk defa döner başlı matkap ile sondaj yapıldığını oradaki mühendislerden öğrendim. Bu sorunun cevabı hep ilk hikayadeki gibi bilinir ama bu tabi alanda ki Amerikan hegemonyasından kaynaklanıyor. Kitabı okuyanlar Köksal hocayla olan olaya çok güzel gönderme olmuş gibi şeyler söylediler ama bu ezber bozumu aslında benim kendimdeki ezber bozumuydu. Yani Köksal hocaya direkt bir laf değildi o. National Geographic’de, Bakü’nün ne kadar önemli bir yer olduğunu anlattım. Hitler o bütün savaş makinalarını çalıştırmak için petrole ihtiyaç duyuyor tabiki ve Bakü’yü ele geçirmek istiyor. Genaraller Hitler’in doğum gününde ona Hazar Bölgesi şeklinde bir pasta hazırlatıyorlar ve Hitler’in pastadan en cazip dilimi yani Bakü’yü gülerek kesip alırken bir fotoğrafı var. Tabi sadece Azerbaycan’da bazı arşivlerde mevcut bu fotoğraf. National Geographic’e söyledim işte oradan telif hakkını ödeyip kullandılar o fotoğrafı da.
Gelecek için planlarınız hedefleriniz var mı?
Enerji yönetim bilimi bölümü açmak için debelenip duruyorum. Bu enerji sırf Uluslararası İlişkiler ve mühendislikle sınırlı bir konu değil çünkü. Bir enerji uzmanı ilgili hukuktan tutunuygulanacak politikaların sosyalojik boyutuna kadar her şeyi bilip çevreyi umursamalı. Çok yönlü, çok boyutlu bakabilmeli. Bundan başka, daha çok kitap yazmak gibi bir hedefim var. Ama asıl hedefim bir düşünce kuruluşu kurmak ve yönetmek. Bu enerji veya enerji güvenliği üstüne bir düşünce kuruluşu olabilir.
Necdet Pamir Kimdir?
1954 Ankara doğumlu Enerji uzmanı Necdet Pamir evli ve 2 çocuk babası. Pamir öğrenim hayatına TED Ankara Koleji’nde başlayıp, yüksek öğrenimini 1980 yılında ODTÜ Petrol Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı. 1980-1995 yılları arasında TMMOB Yönetim Kurulu Üyeliği, 25 yıl Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda mühendis, şef, baş mühendis ve proje müdürü pozisyonlarında çalıştı. Daha sonra 1995-1996 yıllarında Petrol Taşıma ve Pazarlama Grup Başkanlığı ve Genel Müdür Muavinliği yaptı. Aynı zamanda bu dönemde Başbakanlık Boru Hatları Koordinasyon Kurulu’nda TPAO temsilcisi olarak çalıştı. Daha sonra TPAO İnceleme ve Geliştirme Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdür Danışmanlığı gibi görevlerde bulundu. 1990-95 yılları arasında TMMOB Petrol Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2000-2001’de ASAM Başkan Yardımcısı; Enerji, Çevre ve Teknoloji Araştırmaları Masası Başkanı ve 2002- 2005 arasında CHP Meclis Grup (enerji) danışmanı görevini yürütürken aynı zamanda Enerji Komisyonu ve Bilim Platformu üyesi idi. Bir çok Türkçe ve İngilizce makalenin yanında söyleşileri ve yazdığı kitap bölümleri de var. Son olarak Enerjinin İktidarı adlı kitabı yayımlandı. Aynı zamanda halen Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümde ders veren Pamir, yurt içi ve dışında çok sayıda konferansa konuşmacı olarak katılmakta. Günümüzde hala aktif olarak Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü görevlerini sürdürmekte.
Enerji alanında Türkiye’de akla gelen ilk insan olmasının yanında, hem mühendis olmasından gelen teknik bilgisi hem enerji piyasasına çok hakim olması onu farklı kılan yönlerinden. Sayısız makale ve iki tane kitap yazan, televizyon programları yapan,bir çok ülkede konferanslar için davetli konuşmacı olarak çağrılan, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi ve halen Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü görevlerini üstlenen, CHP enerji komisyonu başkanlığı gibi vasıfları da bulunan Necdet Pamir; bütün bu yoğunluğuna rağmen her öğrenciyle bire bir ilgilenip her zaman öğrenciden yana tuttunduğu tavırlar ile gönülleri kazanan bir hoca. Necdet Pamir, öğrenmeyi ve öğretmeyi en ön plana alıp, diğer endişelerden öğrencileri sıyıran bir tutum sergiliyor. Ayrıca kendisinin tasarladığı dersi teori yerine, gerçek hayat örnekleri ve istatistiklerle öğrencilere aktarması sayesinde Bilkent öğrencilerine farklı bir öğrenme deneyimi kazandırıyor. Pamir’in dersini alan öğrenciler genelde bu dersin okuldaki en “aydınlatıcı” ders olduğunu düşünüyor.
Necdet Pamir, çalışmalarında ve öğretisinde Türkiye’nin yeterli enerji kaynağı olmadığı tabusunu yıkmaya çalışıyor. Bu fikirlerini daha kapsamlı şekilde kitabı Enerjini İktidarı’nda anlatan Pamir, aynı zamanda bu istatistik ve bilgileri verdiği derste öğrencilerine de aktarımakta. Kitabında ve dersinde öne sürdüğü görüş ve istatistikler, Türkiye’nin enerji politikasındaki yanlışlar ve neler yapılması gerektiği ile ilgili bir çok bilgi içeriyor.
Enerji alanında yapılan özelleştirmelere karşı bir duruşu olan Necdet Pamir; enerji gibi önemli bir sektörün özel sermayenin değil, devlet kontrolünde olması gerektiğini düşünüyor. 2002 yılında enerji üretimi %58 oranında devlet kontrolünde iken bu oranın 2014 yılında %21.3 gibi bir orana düşmenesinin endişe verici olduğu görüşünde.
Aynı zamanda Türkiye’nin enerji konusunda dışa bağımlılığının enerji ve ülke güvenliği için endişe verici olduğunu söyleyen Pamir, çarpıcı istatistiklerle bu durumu ortaya koyuyor. “Toplamda bütün enerji kaynakları göz önün alındığında, Türkiye %75 oranında ihracata bağlı bir ülke. Türkiye’nin doğalgazda %99 olarak dışa bağımlı olduğunu ve toplam gaz ihracatının %55.3 gibi yüksek bir oranınnı Rusya’dan temin etmesinin, Türkiye’yi tek bir kaynağa bağımlı hale getiriyor” diyen Pamir; bunun enerji güvenliği açısında riskli bir durum olduğunu öne sürmekte. Türkiye ayrıca ham petrolde Irak ve İran gibi ülkelere bağımlı. Pamir, güvenli ve sürekli bir enerji tedariki için, enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi gerekliliğine inanıyor.
Necdet Pamir ile yaptığımız keyifli röportaj; hayatından işine, düşüncelerinden öğrencilik yıllarına kadar bir çok konuyu kapsıyor.
Ayrıca dışa bağımlı olduğumuz bu kaynaklardan elektrik üretmemizin yanlış olduğunu da vurguluyor. Türkiye’nin elektrik ihtiyacından 3 kat fazla kullanılmayan kaynağının olduğunu söyleyen Necdet Pamir, bu durumu öğrencilerine istatistikler ile şöyle açıklıyor: Türkiye’nin 2015 yılında elektrik tüketiminin 264 milyar kw/saat. Türkiye’nin şu an hiç kullanılmayan hidroelektrik, rüzgar, güneş ve jeotermal gibi çevre dostu enerji kaynaklarının 741 milyar kw/saat elektrik üretme potensiyli var. Pamir, bu kaynakların kullanılmasının aynı zamanda Türkiye’nin yenilenebilir enerji tüketimini de arttıracağını söylüyor. Böylece hem dışa bağımlılığı azaltmak, hem çevre adına olumlu adımlar atmak için bu kaynakların kullanımının bağımsız Türkiye enerji politkası için bir gereklilik olduğunu belirtiyor.
Mühendislik ve Sosyal Bilimler çok farklı iki bilim dalı. Bu ikisini nasıl birleştirdiniz?
Petrol mühendisi olmamın yanında uluslararası bir çok projeye yöneticilik yaptım. İlk başta TP’de üretim grubunda girdim ve orası tamamen teknik bir alan. Oturup tek tek kuyuları ölçüp verileri incelemek ve üzerine analiz yapmak gibi konular üstüne kurulu çok teknik bir alanda çalışıyorsun. Çok saygın bir iş olmakla beraber seni daha kısıtlı yetiştiriyor. Dönüm noktası şudur ki; ben Petrol Taşıma Pazarlama grubuna başkan yardımcısı olduğum sırada Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı müzakereleri sürüyordu. Oraya katılmamla, o dönemde Hazine ve Dışişleri ile ilişikiler başladı. Bu projelerde benim muhattaplarımdan birisi İlhan Aliyev’di ve o zaman poziyonlarımız aynıdı onunla. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı müzakerelerinde bir yanda İngilizlerin BP’si bir yanda Amerikalılar’ın Exomobil’i gibi dünyanın en büyük şirketlerinin adamları ile muhattap oluyorsun. Bir yandan işte İngilizlerin üçkağıtını görüyorsun. Tabi bunlar yıllar içinde sana farklı bir bakış açısı veriyor. Başka gelişmeler de oldu
tabi ki sosyal yönümü geliştiren. Mesela bir göreve gittiğinde o ülkedeki büyükelçiliğe gidip o toplantıların içeriğini anlatıyorsun, onların görüşlerini dinliyorsun. Başka bir görevim daha vardı Petrol Mühedisleri Odasında, onun da epey katkısı vardır. Türkiye Petrolleri’nde (TP) işe girdiğimde hemen sosyal tarafım bildiğinden Petrol Mühendisleri Odası’ndan görev teklifi aldım ve ilk seçimde genel sekreter oldum. Yaklaşık 15 yıldır oraya katkı vermekteyim ama iki dönem başkanlık yaptıktan sonra gençlerin önünü açmak için görevi bıraktım. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) genel koordinatörlüğü görevim vardı ve zaten tamamen bu alana yönelik bir düşünce kuruluşu ASAM.
Kısacası benim bu iki alanı birleştirmem böyle doğal gelişti. Mühendislik değil de diğer yanım biraz alaylıdır o açıdan. Bazen öğrenciler gelip bu olayı teoride nereye oturtabiliriz gibi sorular soruyolar ama bazen o teoriye oturmaz. Biraz işte alaylı olmamın böyle bir dezavantajı var aslında kabul etmek lazım.
Belli bir konuda uzmanlaşmış, aranan ve fikrine değer verilen bir konumdasınız. Akademisyenlik daha doğrusu yaptığınız “öğretmenlik” işini size seçtiren faktörler nelerdi?
Bunun içinde kendiliğinden gelişen bir olay diyebilirim çünkü gerçekten kendim yön vermedim. Ben ODTÜ’de öğrenciyken daha, tanıdıklarımız benden ders vermemi rica ederlerdi çocuklarına. Böylece ben de bir karşılık beklemeden öğretmeye başladım. Ayrıca ben ODTÜ basketbol takımındaydım ve bizden küçük yaş grubundaki takımlarımıza ne zaman ihtiyaç olsa antrenörlük yaptım. Bir şey öğretebilmen için daha fazla şey öğrenmen lazım. Basketbol antrenörlüğümde de çocuklara bir şeyler öğretmek için tek başıma çalışıyordum. İlk başta antremanlarda 2-3 saat önce öğreteceğim hareketleri kendimin nasıl yaptığımı ve kullandığımı anlamaya çalışıyordum. Bu antrenörlük işi benim öğretmeyi sevdiğimi anlamamı sağladı.
Burada Ersel hocanında ricasıyla bu dersi vermeye başladım. Yaklaşık 10 yıldır kendi tasarladığım World Energy Politcs dersini veriyorum. Mühendislik bölümlerinden Uluslararası İlişkilere bir çok bölümden öğrenci dersimi alıyor. Her dönem 500-600 kişi müracat ediyor fakat 65 kişi alabiliyor dersi, keşke dahafazla öğrenciye ulaşabilsem. Dersin amacı herkesin anlayabileceği düzeyde enerji ile ilgili teknik bilgi verip hemde bunun ülkelerin dış politkasındaki yansımalarını öğrencilere aktarabilmek. Kısacası bildiklerini içinde tutmanın hiç bir manası yok, bunu ne kadar çok insanla paylaşırsan bilgi o kadar değerli olur. Bu yüzden hoca öğrenci ilişkisini çok seviyorum.
Siz üniversitedeylen en sevdiğiniz hocanız nasıl birisiydi, öğretim alanında bir idolünüz var mı?
Yani insanlığını çok sevdiğim ve insan tarafıyla beni etkileyen hocalarım oldu. Fakat asıl önemlisi bir çok böyle olmamalıyım diye örnek aldığım hocalar oldu. Çok katı kuralcıydı bazıları benim aksime. Eğer benim davranışlarım öğrencilere olumlu yansıyorsa böyle yapılmamalı dediğimdendir. Tek ders yüzünden ben bir sene beklemek zorunda kaldım ve hocanın inadı yüzünden. Mezun olunca ziyaretime gelip bir sene geç mezun oldun ama doktora öğrencisinin veremeyeceği bir kağıt verdin dedi bana. Yani faydasını anlamadım öyle bir dersin ve bugünde hatta o ders hakkında hiç bir kırıntı yok aklımda. Önceki öğrencilerden dolayı katı kuralar koymuş ve saçma kurallar yüzünden öyle bir olay yaşamıştım. Ben o zaman bundan çok etkilendim ve bunun iyi bir örnek olmayacağını düşündüm yani böyle olumsuz olarak etkilendiğim şeyler de var.
Bilkent öğrenci profili hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir genelleme yapacak olsanız sizin için klasik bir Bilkent öğrencisi nasıl olur?
Genelde benim yaşımdaki insanlar gençlik bizim gibi değil diye şikayet ediyor ama hiç bir jenerasyon bir diğerine benzemek zorunda değil. Her dönemin kendine ait koşulları var. Benim her dönem birlikte olduğum öğrenciler daha duyarlı daha ilgili oluyor git gide, ben olumluyum bu konuda. Bilkent dışında 4-5 farklı üniversitede bulunabildiğim ve kıyaslama şansım olduğu için Bilkent öğrenci profili hakkında yorum yapabilirim. Bilkent insan faklılığı açısından çok geniş bir yelpazeye sahip. Öğrenciler aynı zamanda çok yönlü, hayata dahil ve özgüvenli çocuklar. Çok daha teknik ağırlıklı üniversitelere baktığında, kendini sadece derse vermiş bir öğrenci grubuyla karşılaşabiliyorsun. Bilkent üniversitesi öğrenci profilini bu açıdan özgüvenli ve çok yönlü olarak tanımlıyorum. Bir eksiliğini gördüğüm şey ise İngilizce seviyesi ortalama olarak benim beklediğimin altında. Çok iyi İngilizcesi olan öğrenciler de var tabi.i İnsanlar herhangi bir şeyi anadilinde daha iyi öğreniyor fakat litaratür İngilizce. Özellikle Uluslararası İlişkiler gibi bir alanda. Öğrenciler kendini iyi ifade edemiyor kısacası bu alanda ve bu konunun düzeltilmesi lazm.
Geçmişe dönecek olsanız değiştirmek isteyeceğiniz bir şey olur muydu?
Herkesin tabi vardır fakat ben geri dönsem yine siyasetle uğraşır ve yine basketbol oynardım. Genel olarak, yeniden yaşasam yine böyle yaşardım. Keşke dediğim bazı konular var mesela daha fazla kitap yazmak isterdim. Şöyle bir şey var aslında çok bilinmeyen, hep isteyip yapmadığım bir şey ud çalmaktı o içimde ukte kaldı. Alanımla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: benim zamanımda şöyle bir şey vardı; ya mühendis olacaksın ya doktor. Başka bir şey seçemiyordun ve benim yapımın sosyal bilimlere daha yakın olması bir şey değiştirmiyordu. Fakat ben şu an ben belli bir konumda isem bu benim mühendis alt yapımdan geliyor. Teknik konuları kitaptan okumak var, bir de mühendislik alt yapısından gelip ondan sonra alaylı olmak var. Yani bu açıdan pişman değilim ama belki iki dalı birlikte götürebilirdim. Pişman olduğum bir konu ise gerek olmayan bir durumda, milletvekili adaylığım var. Bana yapılan adaylık teklifini şu an olsa kabul etmezdim.
Bir çok farklı işe imza atmışsınız ama geçmişe baktığınızda; yaptığınız en farklı veya en yaratıcı iş sizce hangisiydi?
Bir kaç tane var tabi sadece ürettiğim makalelerle sınırlı değil. Mesela son yazıdğım kitap yapmam gereken bir şeydi zaten. Benim için duygusal bir yanı da var. Hem anneme hem eşime adadığım bir kitap. 9 Ocak’ta rafa çıktı ve şu an 2. baskısı bitti, 3. baskıya girecek. Biliyorsun Türkiye’de diyet kitapları satar yada başka tür kitaplar satar. Böyle enerji hakkında
500 sayfalık bir kitabın anlaşılarak okunması çok sevindirici bir şey ve bunun geri dönüşü çok iyi oluyor. Her kesimin anlayabileceği bir kitap. Dersimde hiç bahsetmedim bu kitaptan fakat aslında sizlere de çok faydası dokunacak bir kaynak bu alanda. Ama uygun gelmedi işte söylemek, gidin alın gibi olur diye. İçeriğine gelecek olursak kitabın, çok geniş bir konu aralığı var. Enerji güvenliği ve politşkalarını sıfırdan okuyup her yönüyle öğrenmek isteyenler için bir kitap aslında. Kitap genel olarak enerji nedir ve bu alandaki tarihsel gelişimler gibi konular ile başlayıp, günümüzdeki doğal gaz, kömür ve petrol gibi enerji kaynaklarının olumlu ve olumsuz yönlerini anlatıyor. Aynı zamanda, enerji güvenliği nedir? gibi soruları cevaplarken, gelecekte enerji kaynaklarının nasıl kullanılacağı, hangi oranlarda tüketileceği ile ilgili farklı seneryolar da içeriyor. Ülke bazında ise A.B.D, Rusya, Avrupa Birliği ve Türkiye gibi ülkelerin enerji politikalarınıda değiniyorum. Bunların hepsini bir lise öğrencisinin kolayca kavrayabileceği seviyede açıklanarak anlatılıyor. Annem de okuyor kitabı, uluslararası ilişkiler bölümünden öğrencilerim de. Yani birçok kesime hitap edebildim. Kısacası çok geniş bir içeriği olan fakat herkesin okuyabileceği bir kitap.
Onu dışında en çok sevdiğim makalalerden biri National Geographic’e yazdığım “Pastanın En Cazip Dilimi” başlıklı makale. Hikayesi ise şöyle. Bir gün aradılar beni dergiden ve bir yazı yazmamı istediler. Amerikalı bir akademesyenin Hazar Bölgesi ve petrolleri üstüne yazdığı ana bir makale var 15-16 sayfalık ve bu makale üstüne derginin yayınlandığı her ülkeden, enerji ve o bölge üstüne görüşüne güvenilen birinin makaleye yorum yapması gibi bir konseptleri varmış. Türkiye’den beni aradılar işte ama teknik olmasın daha populer yazı tarzında olsun gibi istekleri oldu. Ben makaleyi okuyunca bana biraz üstten bakıyor gibi geldi yazan kişi. Sanki bölgeye biz gittik, bu fakir halka lütfettik, petrol sayesinde ayağa kalktılar gibi bir ton ve tema sezdim makalede. Ben de ondan çok rahatsız oldum. Kitap konusuna geri dönüp bu hikayeyle bağlantılı bir şey anlatayım. Mesela kitabın giriş başlığı “Ezber Bozumu”dur. Hikayesi şöyle: ben üniversitede ilk dersimi aldığımda “Introduction to Petroleum Industries” diye bir ders vardı. Güntekin Köksal diye bir hocamız veriyordu bu dersi ve ilk gün sınıfa gelip bizi ezmeye başladı. İşte yaptığı sporları, mezun olduğu prestijli okulları vesaire hepsini saydı. Sonra bize dönüp “Dünyada ilk döner başlı matkap ile sondaj ne zaman yapıldı?” sorusunu sordu. Kimse bilemedi tabi ayrıntı bir soru olduğu için ve üstelik bu bizim ilk meslek dersimizdi. Ben kaldırdım elimi ve “1858 yılında A.B.D’nin Pensilvanya eyaletinde Albay Drake ve arkadaşları tarafından yapılmıştır dedim. Tabi adamın bütün kurgusu bozuldu ben doğru cevabı verince. Nerden biliyorsun diye sordu, ben de Red Kitt, Petrole Hücum adlı macerasıdan diye cevapladım; ki gerçekten ordan biliyorum. İşte ben ODTÜ’den mezun olduktan sonra Azerbaycan’a gittiğimde bunun böyle olmadığını, bundan 11 yıl önce Sovyetler Birliği döneminde Bakü’ye yakın bir bölgede ilk defa döner başlı matkap ile sondaj yapıldığını oradaki mühendislerden öğrendim. Bu sorunun cevabı hep ilk hikayadeki gibi bilinir ama bu tabi alanda ki Amerikan hegemonyasından kaynaklanıyor. Kitabı okuyanlar Köksal hocayla olan olaya çok güzel gönderme olmuş gibi şeyler söylediler ama bu ezber bozumu aslında benim kendimdeki ezber bozumuydu. Yani Köksal hocaya direkt bir laf değildi o. National Geographic’de, Bakü’nün ne kadar önemli bir yer olduğunu anlattım. Hitler o bütün savaş makinalarını çalıştırmak için petrole ihtiyaç duyuyor tabiki ve Bakü’yü ele geçirmek istiyor. Genaraller Hitler’in doğum gününde ona Hazar Bölgesi şeklinde bir pasta hazırlatıyorlar ve Hitler’in pastadan en cazip dilimi yani Bakü’yü gülerek kesip alırken bir fotoğrafı var. Tabi sadece Azerbaycan’da bazı arşivlerde mevcut bu fotoğraf. National Geographic’e söyledim işte oradan telif hakkını ödeyip kullandılar o fotoğrafı da.
Gelecek için planlarınız hedefleriniz var mı?
Enerji yönetim bilimi bölümü açmak için debelenip duruyorum. Bu enerji sırf Uluslararası İlişkiler ve mühendislikle sınırlı bir konu değil çünkü. Bir enerji uzmanı ilgili hukuktan tutunuygulanacak politikaların sosyalojik boyutuna kadar her şeyi bilip çevreyi umursamalı. Çok yönlü, çok boyutlu bakabilmeli. Bundan başka, daha çok kitap yazmak gibi bir hedefim var. Ama asıl hedefim bir düşünce kuruluşu kurmak ve yönetmek. Bu enerji veya enerji güvenliği üstüne bir düşünce kuruluşu olabilir.
Necdet Pamir Kimdir?
1954 Ankara doğumlu Enerji uzmanı Necdet Pamir evli ve 2 çocuk babası. Pamir öğrenim hayatına TED Ankara Koleji’nde başlayıp, yüksek öğrenimini 1980 yılında ODTÜ Petrol Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı. 1980-1995 yılları arasında TMMOB Yönetim Kurulu Üyeliği, 25 yıl Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda mühendis, şef, baş mühendis ve proje müdürü pozisyonlarında çalıştı. Daha sonra 1995-1996 yıllarında Petrol Taşıma ve Pazarlama Grup Başkanlığı ve Genel Müdür Muavinliği yaptı. Aynı zamanda bu dönemde Başbakanlık Boru Hatları Koordinasyon Kurulu’nda TPAO temsilcisi olarak çalıştı. Daha sonra TPAO İnceleme ve Geliştirme Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdür Danışmanlığı gibi görevlerde bulundu. 1990-95 yılları arasında TMMOB Petrol Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2000-2001’de ASAM Başkan Yardımcısı; Enerji, Çevre ve Teknoloji Araştırmaları Masası Başkanı ve 2002- 2005 arasında CHP Meclis Grup (enerji) danışmanı görevini yürütürken aynı zamanda Enerji Komisyonu ve Bilim Platformu üyesi idi. Bir çok Türkçe ve İngilizce makalenin yanında söyleşileri ve yazdığı kitap bölümleri de var. Son olarak Enerjinin İktidarı adlı kitabı yayımlandı. Aynı zamanda halen Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümde ders veren Pamir, yurt içi ve dışında çok sayıda konferansa konuşmacı olarak katılmakta. Günümüzde hala aktif olarak Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü görevlerini sürdürmekte.