COMD 331 Haber Merkezi
  • COMD 331 HABER
    • Sonbahar 2021-2022
    • COMD 331 SONBAHAR 2020-21 FİNAL HABERLERİ >
      • Beyda Gülpınar, Ayça Sıla Avcı
      • Buket Nur Özdemir
      • Burcu Kalfa, Yağız Sütay
      • Can Erkazancı, Gaye Hakkıoğlu
      • DENİZ ÖZDEN
      • Doğa Atalay
      • Eylem Ladin Değer
      • Gizem Uzuner – Serem Erbaş
      • İnci Işık, Şebnem Türe
      • Saray Edanur Erdoğan
      • SENA AKTÜRK
      • Zeynep Süeda Özer
    • 2019-20 Güz Final Projeleri >
      • Elçin- Gizem Fall Final 2019-20
      • ayda anıl- ekin müge dedeoğlu fall 2019-20 final
      • Naushwerwan Aziz -Final Project 2020
      • Hudaverdi Alperen Demirok Fall Final 2019-20
      • Fatma Selin Somuncu Final fall 2019-20
      • Eda Sinem Sütemen Final Fall 2019-20
      • Müge Uğuz- Seren Köklem
      • Aylin Bozkurt Fall Final 2019-20
      • Ziya Deniz Değirmenci Final Fall 2019-20
      • Ege Karcı Final Fall 2019-20
      • Ömer Adil Özgüler Final Fall 2019-20
      • Zeynep Arslan Final Fall 2019-20
    • 2019-20 Güz Midterm >
      • Köklem Seren 2019-20 Fall MT
      • Müge Uğuz Fall 2019 MT
      • Berkay Tekin 2019-20 Fall - MT
      • Ziya Deniz Değirmenci- FALL 2019 MT
      • H. Alperen Demirok - Midterm
      • Ömer Adil Özgüler 2019-FALL mt
      • gizemfall2019MT
      • Aslıhan Özhan fall 2019 mt
      • Ekin Müge Dedeoğlu 2019 Fall MT
      • Aylin BOZKURT- Fall 2019 MT
      • Ayda Anıl Fall 2019 MT
      • Zeynep Arslan FAll-2019 MT
      • F.SELİN SOMUNCU -FALL 2019 MT
      • EDA SİNEM SÜTEMEN - FALL 2019 MT
      • DOĞA 2019 FALL MIDTERM
      • Ege Karcı Fall 2019-20 MT
      • Elçin Esin Midterm 2019-20
      • Khaled Arabiyat Fall 2019-20
      • Jeongmin Hong Fall 2019-20
    • 2018-19 Bahar Midterm
    • 2017-18 Sonbahar Haber
    • 2017-18 Güz Dönemi Haberleri >
      • Yusuf KAYA
      • Dilara Akboğa
      • Selen Tornacı
    • 2017-18 Bahar Haberleri >
      • 2016 SONBAHAR FİNAL
      • COMD 331 Bahar 2016 Final
      • İlkbahar 2016 >
        • Nihan Bayram / Kardelen Ipek Final
        • Işıl Vural Final
        • Gizem Bilim Final
        • Bikem Ahıska
        • Can Tüysüz - Final
        • Eda Kiriscioglu-Final
        • Başaran Eşkinat / Bahar Hazal Öztürk - Final
        • Aygen Ecevit-final
        • Ece Bahtiyar- Erdem Girgin Final
        • Andrea Peris
        • Elena Riego
        • Neslihan Final
        • oğuzhan demir
        • Macit Ersin SEZER
        • Deniz Tezel
        • Melis Parlak
        • Eylem DİNÇER
        • Mutlu Burak Özmen
        • Didem Kaya
        • Öykü İpek Çetinkale
        • Ferzad Şekerci
        • Asena Büyükakgül
        • R. Kutay Elmacı
        • EBru Akaytar
        • Dilara Ercan
      • Yunus Emre Bayu
      • Kaan Çakmak
      • idil unsal
      • Orçun Toksavul
      • Damla Gürkanlı
      • Umur BÜYÜKHATİPOĞLU
      • Pınar ÇAKIR
      • Abbas Hasanov
    • Sonbahar 2014 >
      • M. Koray
      • Semra >
        • EKİN
      • Oğuzcan
      • Okan
      • Burcu
      • Deniz
      • N. Koray
      • Cansu
      • Melike
      • Gencer
      • Kimya
      • Ceren
      • Nakşidil
      • Mert
      • Gamze
      • Enis
      • Mels
      • Bahar 2014 >
        • EMİRHAN
        • DURMUŞ
        • HARİKA ZİYA
        • EREN
        • MERT
        • BURAK
        • BARIŞ
        • Nida Özgenil Dergi
    • COMD 331 DERGİ

Ankara’da Yeni Bir Fobi Mi Oluşuyor?

5/19/2016

0 Comments

 
Eylem DİNÇER


Aniden bir ses kulaklarınızı sağır edercesine beliriveriyor yanıbaşınızda. Duyabildiğiniz tek şey ise korku dolu insanların çığlıkları. Çaresizce olanları izliyorsunuz evinizin/iş yerinizin balkonunda, sokağın ortasında ya da ekranın başında. Bir dakika öncesinde nasıl kahkaha attığınız ya da gözünüzden akan bir damla yaş hepsi önemini yitirmiş, küçücük yüreğinize dolan korkuyla aradığınız kişilerin telefonlarınızı açması için dualar akıyor dudaklarınızdan. İlk değil bu telaşınız üstelik üçüncüye aynı kaygı, aynı korku içinizi sarıyor üstelik bu sefer acı veren ihtimaller içinizdeki Polyanna’ya savaş açmış. Şehrin göbeğinde yüzlerce masum, onlarca yitmiş hayat onlarca yaralı kuş…

Ankara’da gerçekleşen 20 Ekim 2015, 17 Şubat 2016 ve 23 Mart 2016 tarihlerinde üç farklı noktada maruz kalınan terör örgütü kaynaklı bomba saldırları, Ankara halkında geniş çaplı kaygı bozukluğuna yol açtı. 7’den 70’e herkesi sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda psikolojik açıdan da olumsuz etkileyen saldırılar sonucu insanları sokağa çıkmaya korkar, geceleri uyuyamaz hale getiren psikolojik sebebi ve bu toplumsal kaygı bozukluğunun ne boyutta olduğunu Etki Terapi Merkezi Uzman Psikolog Ayşegül COŞKUN’un gözünden ele aldık.
           
Ankara’da birçok terapi merkezi 23 Mart 2016’da Kızılay/Güvenpark otobüs duraklarında gerçekleşen ve resmi kaynaklarca açıklanan sayıya göre 38 kişinin hayatnı kaybettiği 125 kişinin de yaralandığı üçüncü bombalı araba saldırısından sonra saldırıdan psikolojik olarak etkilenen herkese ücretsiz tedavi imkanı sağlayarak kucak açtı. 

“İnsanlar her an yeni bir bomba patlayacakmış kaygısıyla sokağa çıkmaya korkuyor.” 
Dileyen herkesin kaygılarını ve korkularını giderebilmek adına başvurabileceği bir sürü terapi merkezi olmasına rağmen bu nüfusu 4.5 milyonu aşan şehirde sadece bir avuç insan terapilerden yararlandı. Bu durumun nedenini ise Uzm. Psk. Ayşegül COŞKUN şöyle açıklıyor:

​ “ Terapi merkezimize bombalı saldırılarla ilgili danışmanlık hizmeti almak için sadece iki kişi başvurdu. Biri telefonla randevu alıp görüşmeye gelmedi, diğeri ise ilk görüşmeden sonra randevulaşmamız hatta telefonla da destek olmamıza rağmen ikinci görüşmesine gelmedi. Terapi merkezimiz Tunalı Hilmi Caddesi üzerinde olduğu için gelmekten korkuyordu ve gelmek için sürekli alternatif yollar arıyordu. En sonunda ikna oldu derken yine gelmedi. Yaşadığı kaygı gerçekten çok büyük çaplıydı. Tam bir travma geçiriyordu.”

Saldırıların birden fazla olması ve hepsinin de şehrin merkezi noktalarında olması yaşanılan kaygı bozukluğunu giderek artırırken yaşanılan krizle mücadeleyi de bir kat daha zorlaştırıyor. İnsan algısına göre saldırının yinelenebilir olma ihtimali geçmişte olan saldırılarla doğru orantılı olarak artıyor. Yaşanılan travma kişilerin önceki şemalarının ve dünyanın güvenilir, öngörülebilir bir yer olduğuna ilişkin temel psikolojik varsayımlarının yıkılmasına neden olarak, yaşamda bir düzen ve süreklilik olduğu inancının kaybolmasına yol açıyor. Travmatik yaşantıyla birlikte, kişiler kaygı/korku verici duygu ve deneyimlerle başaçıkmalarını sağlayacak içsel ya da dışsal bir güvenli yere sahip oldukları duygusunu kaybederler birbiri üstüne eklenen –üç farklı noktada gerçekleşen bombalı saldırılar gibi- stres kaynaklarının ortak etkisi de, görece daha az incinebilir bireylerde bile travma benzeri tepkilere neden olabiliyor.
                       

Ölüm korkusu ve kaybetme korkusunda, ölüm korkusu baskın geliyor.
Büyük çaplı travmatik durumlarda olaya direk maruz kalanlarda daha belirgin olarak görülse de olay çevresinde bulunan herkeste insanın en ilkel benliği olan İD’in ortaya çıktığını ve dolayısıyla insanın kendi adına duyduğu arzuların yani saldırılara uyarladığımızda ölüm korkusunun kaybetme korkusuna nazaran baskın geldiğini açıklayan Coşkun, aynı zamanda halkın artık geleceğe yönelik planlar yapmaktan çekindiğini ve sadece anı kurtarmak adına nefes aldığını da sözlerine ekledi.

Travma Geçirdiğimizi Nasıl Anlarız?
Yaşanılan büyük çaplı yıkıma sebep olabilecek (deprem, sel gibi doğal afetler, saldırılar, savaşlar, cinsel ya da fiziksel saldırıya uğrama, çocuklukta yaşanan cinsel taciz ve tecavüzler, işkence görme, zorla kaçırılma, trafik kazaları, bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik;  gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi içeren olayları yaşaması, ağır yaralanması vb.) olayların ardından bir süre bekleme ve izleme süreci gerekmektedir.. Bu süreç yukarıda saydığımız olaylara maruz kalanların ilk şoklarını yok olup beklenen üzüntülerinin etkisinin azalıp azalmayacağını gözlemlemek için izleme süreci olarak da adlandırılır. Eğer yaşanılan olayın etkisi giderek azalıyor ve olaya maruz kalan zamanla sosyal hayatına tekrar tutunabiliyorsa vaka travma olarak adlandırılmaz; fakat olayın şoku atlatılamayıp etkideki beklenen azalma ve sosyal alana yönelme gözlemlenemiyorsa vakanın travma geçirme ihtimali belirgin bir hal alıyor demektir.

Başa Çıkmak İçin Nasıl Bir Yol İzlenmeli?
Kaygı ve dünyaya karşı güven bozukluğuna yol açan travmalarda uzun bir tedavi süreci öne sürülmekte. Öncelikli olarak travmanın gerçek bir travma olup olmadığını anlamak için krizin üzerinden belirli bir sürenin geçmesi beklenirken, belirtiler belirli bir seyirde ilerliyorsa içselleşen kaygının ve güven kaybının şiddetini ölçmek üzere birebir görüşmeyle başlayan süreç daha sonra yerini aşamalı maruz kalmaya bırakıyor. Bu süreci son saldırı olan Güvenpark’ta anında bombalı saldırıya maruz kalan üniversite öğrencisi E.T. : “ Saldırıdan geçici işitme kaybı dışında yara almadan kurtulan şanslı insanlardandım tabii eğer çevrede olan biteni onca yardım çığlığını yaralı ve cansız bedenleri saymazsak. Saldırıdan birkaç gün sonra şoku atlatmıştım; fakat hayatıma kaldığım yerden devam edemiyordum. Her şey gözümün önündeydi ilk günkü gibi. 25 yaşındaydım ama yalnız uyuyamıyordum. Annem ve babamın arasında yattım geceler boyunca. Sürekli o anı yaşadığım kabuslar görerek uyandım. En sonunda destek almam gerektiğinin farkına vardım. Öncelikle sık sık gittiğim terapilerde kaygı noktalarımı tespit ettik. Daha sonrasında alternatif düşünce yolları geliştirip kaygı anında bu yollara başvurmaya çalıştım. Son olarak da aşamalı olarak patlama yerine gitmemi istedi psikoloğum. Önce çok yaklaşamadım, kaygım ve korkularım dayanılmaz noktada olduğu anda geri döndüm; fakat her seferinde daha da yaklaştım duraklara. Şu an ise herhangi bir kaygı yaşamadan ulaşımımı oradaki duraklardan sağlıyorum” şeklinde açıklıyor.
                        
Peki ya yeni bir saldırı olursa…
Halkın travma etkisi yaratmasa da kaygı bozukluğuyla mücadele eden kesiminin şuanki durumu için alışkanlık sürecine geçildiğini ve etkilenenlerin olayın ilk günkü etkisinden çıktığını belirten Coşkun, artık korkunun sokaklardan süpürüldüğünü öne sürüyor. Fakat yeni bir saldırının gündeme gelmesiyle halkın nabzının eski ivmesine kazanacağını hatta büyük bir ihtimalle bir üst seviyeye taşınabileceğinin öngörüsünde. Bu durumda sadece bireysel kaygıları değil aynı zamanda ülkeye ve otoriteye karşı olan güvenin bir kez daha sarsılacağını vurgulamakta.

Hangi Terapi Merkezlerine Başvurulmalı?
Kızılay Güvenpark’ta Ankaralı’ları derinden etkileyerek gerçekleşen üçüncü bombalı saldırının ardından halkın geniş bir kesiminin gerek travma boyutunda gerekse kaygı bozukluğu boyutunda etkilendiği kanısına vararak sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan vatandaşların da ekonomik kaygı gütmeden yararlanabilmesi adına ücretsiz terapi  imkanı sağlayan terapi merkezleri:

Etki Terapi Psikolojik Danışma Kişisel Gelişim ve Eğitim 
              Barbaros Mah. Tunalı Hilmi Cad. 89/80-81 ( Aynalı Çarşı)
              Kavaklıdere / Ankara
              Telefon   : 0 312 426 79 33
              Çalışma Saatleri: 09:00 – 19:00 (Hafta içi)
                                               10:00 – 19:00 (Cumartesi)
                                               11:00 – 18:00 (Pazar)

Ayna Klinik Psikoloji Destek Ünitesi (UYAREM)
Adres: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Odtü-kent 1605/2, 06531
Telefon:(0312) 210 6713
Çalışma Saatleri: 09:00 – 17:00 (her gün) 
0 Comments

Bilkent Üniversitesi'nin Ezber Bozan Enerji Uzmanı: Necdet Pamir

5/18/2016

1 Comment

 
Bilkent Uluslararası İlişkiler bölümünde IR 495 kodlu “World Energy Politics” dersini veren enerji uzmanı Necdet Pamir ile yaptığım söyleşide; gençliğinden başarılarına, hayat görüşünden hocalığına ve son kitabı Enerjinin İktidarı’na kadar bir çok konuyu konuştuk. Her dönem 500-600 civarında öğrencinin başvurduğu dersi içlerinden sadece 65 şanslı öğrenci alabiliyor ve üniversitede dersi alan öğrencilerin yüksek ücretler karşılığında dersteki yerini diğer öğrencilere sattığı gibi efsaneler de dolaşmakta. Peki herkes bu dersi neden bu kadar almak istiyor? Necdet Pamir’i tanıdıkça anlıyorsunuz.

Enerji alanında Türkiye’de akla gelen ilk insan olmasının yanında, hem mühendis olmasından gelen teknik bilgisi hem enerji piyasasına çok hakim olması onu farklı kılan yönlerinden. Sayısız makale ve iki tane kitap yazan, televizyon programları yapan,bir çok ülkede konferanslar için davetli konuşmacı olarak çağrılan, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi ve halen Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü görevlerini üstlenen, CHP enerji komisyonu başkanlığı gibi vasıfları da bulunan Necdet Pamir; bütün bu yoğunluğuna rağmen her öğrenciyle bire bir ilgilenip her zaman öğrenciden yana tuttunduğu tavırlar ile gönülleri kazanan bir hoca. Necdet Pamir, öğrenmeyi ve öğretmeyi en ön plana alıp, diğer endişelerden öğrencileri sıyıran bir tutum sergiliyor. Ayrıca kendisinin tasarladığı dersi teori yerine, gerçek hayat örnekleri ve istatistiklerle öğrencilere aktarması sayesinde Bilkent öğrencilerine farklı bir öğrenme deneyimi kazandırıyor. Pamir’in dersini alan öğrenciler genelde bu dersin okuldaki en “aydınlatıcı” ders olduğunu düşünüyor.

Necdet Pamir, çalışmalarında ve öğretisinde Türkiye’nin yeterli enerji kaynağı olmadığı tabusunu yıkmaya çalışıyor. Bu fikirlerini daha kapsamlı şekilde kitabı Enerjini İktidarı’nda anlatan Pamir, aynı zamanda bu istatistik ve bilgileri verdiği derste öğrencilerine de aktarımakta. Kitabında ve dersinde öne sürdüğü görüş ve istatistikler, Türkiye’nin enerji politikasındaki yanlışlar ve neler yapılması gerektiği ile ilgili bir çok bilgi içeriyor.

Enerji alanında yapılan özelleştirmelere karşı bir duruşu olan Necdet Pamir; enerji gibi önemli bir sektörün özel sermayenin değil, devlet kontrolünde olması gerektiğini düşünüyor. 2002 yılında enerji üretimi %58 oranında devlet kontrolünde iken bu oranın 2014 yılında %21.3 gibi bir orana düşmenesinin endişe verici olduğu görüşünde.

Aynı zamanda Türkiye’nin enerji konusunda dışa bağımlılığının enerji ve ülke güvenliği için endişe verici olduğunu söyleyen Pamir, çarpıcı istatistiklerle bu durumu ortaya koyuyor. “Toplamda bütün enerji kaynakları göz önün alındığında, Türkiye %75 oranında ihracata bağlı bir ülke. Türkiye’nin doğalgazda %99 olarak dışa bağımlı olduğunu ve toplam gaz ihracatının %55.3 gibi yüksek bir oranınnı Rusya’dan temin etmesinin, Türkiye’yi tek bir kaynağa bağımlı hale getiriyor” diyen Pamir; bunun enerji güvenliği açısında riskli bir durum olduğunu öne sürmekte. Türkiye ayrıca ham petrolde Irak ve İran gibi ülkelere bağımlı. Pamir, güvenli ve sürekli bir enerji tedariki için, enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi gerekliliğine inanıyor.

Necdet Pamir ile yaptığımız keyifli röportaj; hayatından işine, düşüncelerinden öğrencilik yıllarına kadar bir çok konuyu kapsıyor.
​
Ayrıca dışa bağımlı olduğumuz bu kaynaklardan elektrik üretmemizin yanlış olduğunu da vurguluyor. Türkiye’nin elektrik ihtiyacından 3 kat fazla kullanılmayan kaynağının olduğunu söyleyen Necdet Pamir, bu durumu öğrencilerine istatistikler ile şöyle açıklıyor: Türkiye’nin 2015 yılında elektrik tüketiminin 264 milyar kw/saat. Türkiye’nin şu an hiç kullanılmayan hidroelektrik, rüzgar, güneş ve jeotermal gibi çevre dostu enerji kaynaklarının 741 milyar kw/saat elektrik üretme potensiyli var. Pamir, bu kaynakların kullanılmasının aynı zamanda Türkiye’nin yenilenebilir enerji tüketimini de arttıracağını söylüyor. Böylece hem dışa bağımlılığı azaltmak, hem çevre adına olumlu adımlar atmak için bu kaynakların kullanımının bağımsız Türkiye enerji politkası için bir gereklilik olduğunu belirtiyor.

Mühendislik ve Sosyal Bilimler çok farklı iki bilim dalı. Bu ikisini nasıl birleştirdiniz?
Petrol mühendisi olmamın yanında uluslararası bir çok projeye yöneticilik yaptım. İlk başta TP’de üretim grubunda girdim ve orası tamamen teknik bir alan. Oturup tek tek kuyuları ölçüp verileri incelemek ve üzerine analiz yapmak gibi konular üstüne kurulu çok teknik bir alanda çalışıyorsun. Çok saygın bir iş olmakla beraber seni daha kısıtlı yetiştiriyor. Dönüm noktası şudur ki; ben Petrol Taşıma Pazarlama grubuna başkan yardımcısı olduğum sırada Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı müzakereleri sürüyordu. Oraya katılmamla, o dönemde Hazine ve Dışişleri ile ilişikiler başladı. Bu projelerde benim muhattaplarımdan birisi İlhan Aliyev’di ve o zaman poziyonlarımız aynıdı onunla. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı müzakerelerinde bir yanda İngilizlerin BP’si bir yanda Amerikalılar’ın Exomobil’i gibi dünyanın en büyük şirketlerinin adamları ile muhattap oluyorsun. Bir yandan işte İngilizlerin üçkağıtını görüyorsun. Tabi bunlar yıllar içinde sana farklı bir bakış açısı veriyor. Başka gelişmeler de oldu
tabi ki sosyal yönümü geliştiren. Mesela bir göreve gittiğinde o ülkedeki büyükelçiliğe gidip o toplantıların içeriğini anlatıyorsun, onların görüşlerini dinliyorsun. Başka bir görevim daha vardı Petrol Mühedisleri Odasında, onun da epey katkısı vardır. Türkiye Petrolleri’nde (TP) işe girdiğimde hemen sosyal tarafım bildiğinden Petrol Mühendisleri Odası’ndan görev teklifi aldım ve ilk seçimde genel sekreter oldum. Yaklaşık 15 yıldır oraya katkı vermekteyim ama iki dönem başkanlık yaptıktan sonra gençlerin önünü açmak için görevi bıraktım. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) genel koordinatörlüğü görevim vardı ve zaten tamamen bu alana yönelik bir düşünce kuruluşu ASAM.
Kısacası benim bu iki alanı birleştirmem böyle doğal gelişti. Mühendislik değil de diğer yanım biraz alaylıdır o açıdan. Bazen öğrenciler gelip bu olayı teoride nereye oturtabiliriz gibi sorular soruyolar ama bazen o teoriye oturmaz. Biraz işte alaylı olmamın böyle bir dezavantajı var aslında kabul etmek lazım.

Belli bir konuda uzmanlaşmış, aranan ve fikrine değer verilen bir konumdasınız. Akademisyenlik daha doğrusu yaptığınız “öğretmenlik” işini size seçtiren faktörler nelerdi?

Bunun içinde kendiliğinden gelişen bir olay diyebilirim çünkü gerçekten kendim yön vermedim. Ben ODTÜ’de öğrenciyken daha, tanıdıklarımız benden ders vermemi rica ederlerdi çocuklarına. Böylece ben de bir karşılık beklemeden öğretmeye başladım. Ayrıca ben ODTÜ basketbol takımındaydım ve bizden küçük yaş grubundaki takımlarımıza ne zaman ihtiyaç olsa antrenörlük yaptım. Bir şey öğretebilmen için daha fazla şey öğrenmen lazım. Basketbol antrenörlüğümde de çocuklara bir şeyler öğretmek için tek başıma çalışıyordum. İlk başta antremanlarda 2-3 saat önce öğreteceğim hareketleri kendimin nasıl yaptığımı ve kullandığımı anlamaya çalışıyordum. Bu antrenörlük işi benim öğretmeyi sevdiğimi anlamamı sağladı.
Burada Ersel hocanında ricasıyla bu dersi vermeye başladım. Yaklaşık 10 yıldır kendi tasarladığım World Energy Politcs dersini veriyorum. Mühendislik bölümlerinden Uluslararası İlişkilere bir çok bölümden öğrenci dersimi alıyor. Her dönem 500-600 kişi müracat ediyor fakat 65 kişi alabiliyor dersi, keşke dahafazla öğrenciye ulaşabilsem. Dersin amacı herkesin anlayabileceği düzeyde enerji ile ilgili teknik bilgi verip hemde bunun ülkelerin dış politkasındaki yansımalarını öğrencilere aktarabilmek. Kısacası bildiklerini içinde tutmanın hiç bir manası yok, bunu ne kadar çok insanla paylaşırsan bilgi o kadar değerli olur. Bu yüzden hoca öğrenci ilişkisini çok seviyorum.

Siz üniversitedeylen en sevdiğiniz hocanız nasıl birisiydi, öğretim alanında bir idolünüz var mı?

Yani insanlığını çok sevdiğim ve insan tarafıyla beni etkileyen hocalarım oldu. Fakat asıl önemlisi bir çok böyle olmamalıyım diye örnek aldığım hocalar oldu. Çok katı kuralcıydı bazıları benim aksime. Eğer benim davranışlarım öğrencilere olumlu yansıyorsa böyle yapılmamalı dediğimdendir. Tek ders yüzünden ben bir sene beklemek zorunda kaldım ve hocanın inadı yüzünden. Mezun olunca ziyaretime gelip bir sene geç mezun oldun ama doktora öğrencisinin veremeyeceği bir kağıt verdin dedi bana. Yani faydasını anlamadım öyle bir dersin ve bugünde hatta o ders hakkında hiç bir kırıntı yok aklımda. Önceki öğrencilerden dolayı katı kuralar koymuş ve saçma kurallar yüzünden öyle bir olay yaşamıştım. Ben o zaman bundan çok etkilendim ve bunun iyi bir örnek olmayacağını düşündüm yani böyle olumsuz olarak etkilendiğim şeyler de var.

Bilkent öğrenci profili hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir genelleme yapacak olsanız sizin için klasik bir Bilkent öğrencisi nasıl olur?
Genelde benim yaşımdaki insanlar gençlik bizim gibi değil diye şikayet ediyor ama hiç bir jenerasyon bir diğerine benzemek zorunda değil. Her dönemin kendine ait koşulları var. Benim her dönem birlikte olduğum öğrenciler daha duyarlı daha ilgili oluyor git gide, ben olumluyum bu konuda. Bilkent dışında 4-5 farklı üniversitede bulunabildiğim ve kıyaslama şansım olduğu için Bilkent öğrenci profili hakkında yorum yapabilirim. Bilkent insan faklılığı açısından çok geniş bir yelpazeye sahip. Öğrenciler aynı zamanda çok yönlü, hayata dahil ve özgüvenli çocuklar. Çok daha teknik ağırlıklı üniversitelere baktığında, kendini sadece derse vermiş bir öğrenci grubuyla karşılaşabiliyorsun. Bilkent üniversitesi öğrenci profilini bu açıdan özgüvenli ve çok yönlü olarak tanımlıyorum. Bir eksiliğini gördüğüm şey ise İngilizce seviyesi ortalama olarak benim beklediğimin altında. Çok iyi İngilizcesi olan öğrenciler de var tabi.i İnsanlar herhangi bir şeyi anadilinde daha iyi öğreniyor fakat litaratür İngilizce. Özellikle Uluslararası İlişkiler gibi bir alanda. Öğrenciler kendini iyi ifade edemiyor kısacası bu alanda ve bu konunun düzeltilmesi lazm.

Geçmişe dönecek olsanız değiştirmek isteyeceğiniz bir şey olur muydu?

Herkesin tabi vardır fakat ben geri dönsem yine siyasetle uğraşır ve yine basketbol oynardım. Genel olarak, yeniden yaşasam yine böyle yaşardım. Keşke dediğim bazı konular var mesela daha fazla kitap yazmak isterdim. Şöyle bir şey var aslında çok bilinmeyen, hep isteyip yapmadığım bir şey ud çalmaktı o içimde ukte kaldı. Alanımla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: benim zamanımda şöyle bir şey vardı; ya mühendis olacaksın ya doktor. Başka bir şey seçemiyordun ve benim yapımın sosyal bilimlere daha yakın olması bir şey değiştirmiyordu. Fakat ben şu an ben belli bir konumda isem bu benim mühendis alt yapımdan geliyor. Teknik konuları kitaptan okumak var, bir de mühendislik alt yapısından gelip ondan sonra alaylı olmak var. Yani bu açıdan pişman değilim ama belki iki dalı birlikte götürebilirdim. Pişman olduğum bir konu ise gerek olmayan bir durumda, milletvekili adaylığım var. Bana yapılan adaylık teklifini şu an olsa kabul etmezdim.

Bir çok farklı işe imza atmışsınız ama geçmişe baktığınızda; yaptığınız en farklı veya en yaratıcı iş sizce hangisiydi?

Bir kaç tane var tabi sadece ürettiğim makalelerle sınırlı değil. Mesela son yazıdğım kitap yapmam gereken bir şeydi zaten. Benim için duygusal bir yanı da var. Hem anneme hem eşime adadığım bir kitap. 9 Ocak’ta rafa çıktı ve şu an 2. baskısı bitti, 3. baskıya girecek. Biliyorsun Türkiye’de diyet kitapları satar yada başka tür kitaplar satar. Böyle enerji hakkında
500 sayfalık bir kitabın anlaşılarak okunması çok sevindirici bir şey ve bunun geri dönüşü çok iyi oluyor. Her kesimin anlayabileceği bir kitap. Dersimde hiç bahsetmedim bu kitaptan fakat aslında sizlere de çok faydası dokunacak bir kaynak bu alanda. Ama uygun gelmedi işte söylemek, gidin alın gibi olur diye. İçeriğine gelecek olursak kitabın, çok geniş bir konu aralığı var. Enerji güvenliği ve politşkalarını sıfırdan okuyup her yönüyle öğrenmek isteyenler için bir kitap aslında. Kitap genel olarak enerji nedir ve bu alandaki tarihsel gelişimler gibi konular ile başlayıp, günümüzdeki doğal gaz, kömür ve petrol gibi enerji kaynaklarının olumlu ve olumsuz yönlerini anlatıyor. Aynı zamanda, enerji güvenliği nedir? gibi soruları cevaplarken, gelecekte enerji kaynaklarının nasıl kullanılacağı, hangi oranlarda tüketileceği ile ilgili farklı seneryolar da içeriyor. Ülke bazında ise A.B.D, Rusya, Avrupa Birliği ve Türkiye gibi ülkelerin enerji politikalarınıda değiniyorum. Bunların hepsini bir lise öğrencisinin kolayca kavrayabileceği seviyede açıklanarak anlatılıyor. Annem de okuyor kitabı, uluslararası ilişkiler bölümünden öğrencilerim de. Yani birçok kesime hitap edebildim. Kısacası çok geniş bir içeriği olan fakat herkesin okuyabileceği bir kitap.

Onu dışında en çok sevdiğim makalalerden biri National Geographic’e yazdığım “Pastanın En Cazip Dilimi” başlıklı makale. Hikayesi ise şöyle. Bir gün aradılar beni dergiden ve bir yazı yazmamı istediler. Amerikalı bir akademesyenin Hazar Bölgesi ve petrolleri üstüne yazdığı ana bir makale var 15-16 sayfalık ve bu makale üstüne derginin yayınlandığı her ülkeden, enerji ve o bölge üstüne görüşüne güvenilen birinin makaleye yorum yapması gibi bir konseptleri varmış. Türkiye’den beni aradılar işte ama teknik olmasın daha populer yazı tarzında olsun gibi istekleri oldu. Ben makaleyi okuyunca bana biraz üstten bakıyor gibi geldi yazan kişi. Sanki bölgeye biz gittik, bu fakir halka lütfettik, petrol sayesinde ayağa kalktılar gibi bir ton ve tema sezdim makalede. Ben de ondan çok rahatsız oldum. Kitap konusuna geri dönüp bu hikayeyle bağlantılı bir şey anlatayım. Mesela kitabın giriş başlığı “Ezber Bozumu”dur. Hikayesi şöyle: ben üniversitede ilk dersimi aldığımda “Introduction to Petroleum Industries” diye bir ders vardı. Güntekin Köksal diye bir hocamız veriyordu bu dersi ve ilk gün sınıfa gelip bizi ezmeye başladı. İşte yaptığı sporları, mezun olduğu prestijli okulları vesaire hepsini saydı. Sonra bize dönüp “Dünyada ilk döner başlı matkap ile sondaj ne zaman yapıldı?” sorusunu sordu. Kimse bilemedi tabi ayrıntı bir soru olduğu için ve üstelik bu bizim ilk meslek dersimizdi. Ben kaldırdım elimi ve “1858 yılında A.B.D’nin Pensilvanya eyaletinde Albay Drake ve arkadaşları tarafından yapılmıştır dedim. Tabi adamın bütün kurgusu bozuldu ben doğru cevabı verince. Nerden biliyorsun diye sordu, ben de Red Kitt, Petrole Hücum adlı macerasıdan diye cevapladım; ki gerçekten ordan biliyorum. İşte ben ODTÜ’den mezun olduktan sonra Azerbaycan’a gittiğimde bunun böyle olmadığını, bundan 11 yıl önce Sovyetler Birliği döneminde Bakü’ye yakın bir bölgede ilk defa döner başlı matkap ile sondaj yapıldığını oradaki mühendislerden öğrendim. Bu sorunun cevabı hep ilk hikayadeki gibi bilinir ama bu tabi alanda ki Amerikan hegemonyasından kaynaklanıyor. Kitabı okuyanlar Köksal hocayla olan olaya çok güzel gönderme olmuş gibi şeyler söylediler ama bu ezber bozumu aslında benim kendimdeki ezber bozumuydu. Yani Köksal hocaya direkt bir laf değildi o. National Geographic’de, Bakü’nün ne kadar önemli bir yer olduğunu anlattım. Hitler o bütün savaş makinalarını çalıştırmak için petrole ihtiyaç duyuyor tabiki ve Bakü’yü ele geçirmek istiyor. Genaraller Hitler’in doğum gününde ona Hazar Bölgesi şeklinde bir pasta hazırlatıyorlar ve Hitler’in pastadan en cazip dilimi yani Bakü’yü gülerek kesip alırken bir fotoğrafı var. Tabi sadece Azerbaycan’da bazı arşivlerde mevcut bu fotoğraf. National Geographic’e söyledim işte oradan telif hakkını ödeyip kullandılar o fotoğrafı da.

Gelecek için planlarınız hedefleriniz var mı?

Enerji yönetim bilimi bölümü açmak için debelenip duruyorum. Bu enerji sırf Uluslararası İlişkiler ve mühendislikle sınırlı bir konu değil çünkü. Bir enerji uzmanı ilgili hukuktan tutunuygulanacak politikaların sosyalojik boyutuna kadar her şeyi bilip çevreyi umursamalı. Çok yönlü, çok boyutlu bakabilmeli. Bundan başka, daha çok kitap yazmak gibi bir hedefim var. Ama asıl hedefim bir düşünce kuruluşu kurmak ve yönetmek. Bu enerji veya enerji güvenliği üstüne bir düşünce kuruluşu olabilir.


Necdet Pamir Kimdir?

1954 Ankara doğumlu Enerji uzmanı Necdet Pamir evli ve 2 çocuk babası. Pamir öğrenim hayatına TED Ankara Koleji’nde başlayıp, yüksek öğrenimini 1980 yılında ODTÜ Petrol Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı. 1980-1995 yılları arasında TMMOB Yönetim Kurulu Üyeliği, 25 yıl Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda mühendis, şef, baş mühendis ve proje müdürü pozisyonlarında çalıştı. Daha sonra 1995-1996 yıllarında Petrol Taşıma ve Pazarlama Grup Başkanlığı ve Genel Müdür Muavinliği yaptı. Aynı zamanda bu dönemde Başbakanlık Boru Hatları Koordinasyon Kurulu’nda TPAO temsilcisi olarak çalıştı. Daha sonra TPAO İnceleme ve Geliştirme Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdür Danışmanlığı gibi görevlerde bulundu. 1990-95 yılları arasında TMMOB Petrol Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2000-2001’de ASAM Başkan Yardımcısı; Enerji, Çevre ve Teknoloji Araştırmaları Masası Başkanı ve 2002- 2005 arasında CHP Meclis Grup (enerji) danışmanı görevini yürütürken aynı zamanda Enerji Komisyonu ve Bilim Platformu üyesi idi. Bir çok Türkçe ve İngilizce makalenin yanında söyleşileri ve yazdığı kitap bölümleri de var. Son olarak Enerjinin İktidarı adlı kitabı yayımlandı. Aynı zamanda halen Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümde ders veren Pamir, yurt içi ve dışında çok sayıda konferansa konuşmacı olarak katılmakta. Günümüzde hala aktif olarak Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi üyesi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü görevlerini sürdürmekte.
1 Comment

Öğrencisinin gözünden bir Osmanlı Tarihi Duayeni: Prof.Dr.Halil İnalcık 

5/18/2016

0 Comments

 

Güniz COŞKUN
 
 
Pek çok insan eğitimcilerin çok yönlü olması gerektiğine inanıp onların bu yönlerini ve sahip oldukları fikir ve deneyimlerinin yaşamlarında büyük bir yer kapladığını fark ederler. Eğitimcilerinin kendilerine kattıklarının ışığında yürür ve hem akademik hayatları olsun hem özel yaşam alanları olsun aldıkları bu fikir ve deneyimleri birçok alanda kendilerine büyük bir kazanç olduğunu fark ederler. Okulumuzun Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünün değerli ve sevilen hem Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğrencileri hem de diğer bölümlerden öğrenciler olsun derslerine çok talep alan Yardımcı Doçent Berrak Burçak ile gerçekleştirdiğim söyleşide, Burçak’ın akademisyenlik kariyerinden bahsedip edebiyat bölümü çıkışlı olmasına rağmen yüksek lisansını tarih altında yapmasında dünya çapında tanınmış Osmanlı Tarihi duayeni Prof. Dr. Halil İnalcık’ın payına değindik.
 
 
7 Eylül 1917’de İstanbul’da dünyaya gelen ünlü Türk tarihçi Halil İnalcık, aslen Kırım Tatarıdır. Balıkesir Muallim Mektebi'nde öğrenimini tamamladıktan sonra 1936 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde yüksek öğrenimine başlayan İnalcık 1942 yılında Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı doktora tezini verdi. Uzun yıllar aynı fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler verdikten sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'ne "Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü" olarak davet edildi. İnalcık 1973 yılında dünya ilim çevrelerinde meşhur eden kitabı “The Otoman Empire The Classical Age 1300-1600” yayımlandı. Yurt içi ve dışında çeşitli üniversitelerden fahri doktora payeleri alan İnalcık,1992 yılında Bilkent Üniversitesi’ne davet edildi ve burada Tarih bölümünü kurdu. Dünyanın çeşitli üniversitelerinden çok sayıda fahri doktora tevcih edilen İnalcık, 20. yüzyıl sona ererken Cambridge Uluslar arası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında gösterilmiştir. Araştırmacılığı, tarihçiliği ve deneyimleri ile dünya çapında nam salan İnalcık, hem tarih açısından öğrencilerine ve okurlarına çok katkısı olduğu gibi Bilkent Üniversitesi’ne de başarılarından ötürü renk katan bir tarihçimizdir. Akademik hayatında bu kadar deneyime sahip olan İnalcık’ın onun yolunda ilerlemeye çalışan eski yüksek lisans öğrencisi şu an ise Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde yardımcı doçent olan Berrak Burçak’ın tarih bölümünü seçmesindeki en büyük payın Prof.Dr. Halil İnalcık olması da şüphesizdir.
 
 
 
Lisansını Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlayan Berrak Burçak’a lisans hayatındaki başarısını akademisyenlik hayatına adım atmasındaki süreci sorduğumda cevapları beni hiç yanıltmadı. Şu an devam eden başarısı, çalışma azmi o yıllarda da değişmeyen Burçak, lisans hayatında çok başarılı bir öğrenci olduğunu mezuniyetinde hem fakülte hem de bölüm birincisi olduğuna değindi. Edebiyat çıkışlı olmasına rağmen yüksek lisansında tarihe yönelen Burçak’a “Peki edebiyattan sonra neden tarih bölümünü seçtiniz?” sorusunu sorduğumda ise, ilk olarak o yıl edebiyat alanında master ve doktora programı açılmadığından şikâyet etti fakat bu talihsizliğin kendisine sonradan fark edeceği büyük avantajlar sağladığının altını çizdi. Eğitim hayatını hep yabancı okullarda tamamlayan Burçak, Türk tarihini yüksek lisansa başlamaya karar vermesine kadar pek bilmediğini batılı okullarda okuduğundan yabancı tarihe daha fazla aşina olduğundan kendi kimliğine ve tarihini merak etmeye başlamasıyla tarih yüksek lisansına sıcak bakmaya başlamış. Başarılı bir öğrenci olduğundan hocalarının da büyük desteği ile 1992’de Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı ve Rektör Prof. Ali Doğramacı tarafından lisansüstü tarih okutacak Tarih Bölümü’nü kurmak üzere Chicago Üniversitesi’nden çağırılan Prof. Dr. Halil İnalcık’ın 1993’te Bilkent Üniversitesi’nde kurduğu Tarih lisansüstü programını başlamış.
 
“Burnumun dibinde dünyanın en büyük Osmanlı tarihçisi vardı..”
 
Lisans öğreniminden sonra tarih bölümde yüksek lisans yapmasında hocalarının teşvikleri ve Osmanlı Tarihine karşı merakından sonra en büyük etkiyi Chicago’dan gelip Bilkent Üniversitesi’nde Tarih yüksek lisans bölümünü açan Halil İnalcık olduğunun altını çizen Burçak, herhangi biri açsaydı belki de hiç tarih bölümüne başlamayacağına değindi. 30 senedir Amerika’da olan Halil İnalcık’ın Bilkent’e gelip de tarih alanında büyük başarılarını ve deneyimlerini yeni nesillere aktaracak olmasının büyük avantajını yaşayacağını bildiğinden, bir duayenin eserlerini okumak haricinde birebir o insanı tanımanın; deneyimlerini ve fikirlerini kendine kazanca çevirmenin haklı gururunu yaşadığını ifade eden Burçak, “Burnumun dibinde dünyanın en büyük Osmanlı tarihçisi vardı bu fırsatı boş geçemezdim” diyerek Halil İnalcık’ın akademik hayatında ne kadar büyük bir önemi olduğunu belirtti. Burçak’ın bu sözleriyle mezun olmasının aka bininde İnalcık’ın bölümü açmasının akademik hayatının gidişatıyla büyük bir örtüşme içinde olduğu belli.
 
 
“Halil Hocanın tarihe getirdiği en büyük şeylerden bir tanesi tarihi başka bilim dallarıyla desteklemesi”
 
Prof.Dr. Halil İnalcık’ın tezine göre Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu bu zamana kadar okullarda öğrendiğimiz olan 1299’da Bilecik değil de “1302 Bafeus Zaferi”dir. Bu durumun gerçekten böyle olup olmadığını düşünüyor mu diye Burçak’a sorduğum ise cevabının değerli tarihçi İnalcık’la aynı olduğunu anlıyoruz. Burçak, Halil hocanın bunu delillendirerek yaptığını ve en önemlisi Halil hocanın tarihe getirdiği en büyük şeylerden bir tanesinin tarihi başka bilim dallarıyla destekleyerek tezlerini öne sürdüğünü belirtti. Hatta bir örnek vererek Halil hocanın en son öğrencilerinden birinin Arkeoloji mezunu olduğunu ve birlikte yaptıkları çalışmalarında arkeoloji ile tarihi bağdaştırdıklarını söylüyor. Halil İnalcık’ın tezlerinin son derece güvenilir olduğunu iddia eden Burçak, Hocanın bizzat gidip mekân araştırması yaptığını eline sadece bir kaynak alarak tezlerini ortaya koymadığını kafasında canlandırmak adına topografik çalışmalara önem verdiğinden iddiasının asılsız olmadığını belirtti.
 
“Ezber bozan bir adam”
Halil İnalcık’ın arşive, dokümana ve topografa çok önem vermesiyle birlikte aynı zamanda ezber bozan bir üstat olduğunu belirten Burçak, bir aşkla ve tutkuyla bağlı olduğunu düşündüğü Osmanlı Tarihini anlatırken atfedilen negatif şeyleri tersine çevirdiği gibi görünen olumlu şeylerin de tersinin olabileceğini yazılarında ve kitaplarında görebileceğimizden bahsetti. İnalcık’ın yazılarını tarafsız bulup bulmadığımı sorduğumda ise İnalcık’ın hiçbir zaman ideolojik tarihçilik yapmadığını Osmanlı Tarihini kutsal bir alan olarak ele almadığını yazılarında bu konuda gayet objektif yaklaştığını belirtti. Burçak kendi yazılarında ise hocasının yolundan ilerlemeye çalıştığını ve gördüğü öğrendiği ne varsa akademik hayatında bunları hayata geçirmeye devam ettiğini söyledi.
 
“70 yıldır tarih yazıyor hala bir klasiktir.”
İnalcık’ın ezbere değil düşünmeye, soru sormaya teşvik ettiğini düşünen Burçak, öğrencisi olduğu yıllardan itibaren İnalcık’ın bu özelliğini kendine örnek aldığını belirtti. Nitekim şu anki öğrencilerine de böyle derslerini anlattığını belirten Burçak, öğrencilerini hiçbir zaman bir olayı, tarihi ezberlemelerini sınavlardaki sorularına bunları yazmalarını değil kendi yorumlarını katmalarına daha çok değer verdiğini söyledi. İnalcık’ın yazılarının siyasi olmadığını eğer böyle olsaydı yazılarının çoktan miladının dolacağını düşündüğünü yazıların sıkıcı değil akıcı bir dille yazdığını belirtti. İnalcık’ın 70 yıldır tarih yazdığını ve hala bir klasik olduğunun altını çizen Burçak, bu tezindeki en büyük payın hocasının yazılarının düşünmeye, soru sormaya teşvik edici olmasından ve tarih gibi bir bilimin statik ve donmuş bilgilerini analitik bir şekilde ve olaylar arasında okuyucuya bağlantı kurdurtabildiğinden olduğunu belirtti. Öğrencilik yıllarından akademisyenlik hayatına kadar kendine bir örnek olarak gördüğü hocası Halil İnalcık’ı ne kadar övse az kaldığını belirten Burçak, hocasının gerçekten gıpta edilecek bir duayen olduğunu da sözlerine ekledi.
 
Bilkent Üniversitesi Tarih yüksek lisansından sonra doktorasını 2005’te Princeton Üniversitesi’nde tamamlayan Berrak Burçak, Osmanlı tarihi, erken Cumhuriyet dönemi, Osmanlı-Türk entelektüel tarihi ve kadın çalışmaları yapmaktadır. Yazıları International Journal of Urban and Regional Research dergilerinde yayımlanan Dr.Burçak, Bilkent Üniversitesi’nde Türk Siyasi Tarihi ve Türkiye Siyasi Düşünce Tarihi derslerini vermektedir.
 
 
0 Comments

Akademik Başarıya Sosyal Destek!

5/18/2016

0 Comments

 
  
Deniz Tezel- Melis Parlak
ilgin@ug.bilkent.edu.tr; parlak@ug.bilkent.edu.tr

Akademik Başarıya Sosyal Destek!
 
Bilkent Üniversitesi, akademik imkânların yanı sıra, sosyal, kültürel ve sportif etkinlikler de düzenleyerek öğrencilere sosyal alanlarda da kendilerini geliştirebilecekleri fırsatlar sunuyor. Üniversitede sosyal anlamda aktif olmak aynı zamanda iş yaşamında da öğrencilere artılarla dönüyor. Peki hem başarılı bir öğrenci olup hem de sosyal yaşamda etkin olmanın sırrı nedir?


 


   “Sorun vakit ayıramamak değil, ayrılan vakti kaygısız geçirmek”

‘‘Sinemaya gidiyorsunuz veya arkadaşlarınızla dışarıda vakit geçiriyorsunuz. Ama aklınızda hep eve dönünce çalışmanız gerektiği oluyor. Bu da sizin yeterince eğlenememenize neden oluyor.’’ Ders yoğunluğunun fazlalığından şikayet eden bu öğrenci Bilkent Üniversitesi son sınıf öğrencisi Aslı Konaç. Şikayetine karşın psikoloji bölümünün 3.44 ortalamalı başarılı bir öğrencisi olan Aslı, bir öğrenci olarak akademik yükün fazlalığından olumsuz yönde etkilenendiğini bu sözlerle anlatıyor. Bilkent'in çok iyi bir üniversite olduğunu düşünen Aslı Konaç, hem sosyal hem de akademik alanda başarısını dengeleyebilmek için bir çok zorluk yaşadığını, ayrıca, bu zorlukların onun üzerinde strese yol açtığının da altını çiziyor. Konaç, ‘‘Ben şu ana kadar ikisi arasında denge kurabilip bu süreci yürütebilenlerdenim, fakat bunu sağlamak için çok sıkıntı çektim. Sorun ders dışında bir şeyler yapmaya zaman bulabilmekte değil, o zamanı kaygısız bir şekilde geçirebilmekte.’’ diyor.


Bir öğrenci olarak günlük yaşamda Aslı'nın yaşadığı ikilem, birçok öğrenci için ortak bir sorun. Bu dengeyi sağlayamayan birçok öğrenci içinse akademik başarıyı seçmek için sosyal hayattan feragat etmek anlamına geliyor. Seçkin bir vakıf üniversitesi olan Bilkent Üniversitesi, 2015-2016 yılları arasında, İngiliz eğitim danışmanlığı firması QS (Quacquarelli Symonds) tarafından dünya üniversiteleri başarı sıralamasında 394'üncü oldu. Bu türden bir başarıya ulaşabilmenin temelinde elbette üniversitenin bünyesinde barındırdığı seçkin akademisyenlerden oluşan akademik kadro bulunuyor. Ayrıca bilim, sanat , insana verilen çağdaş ve modern  değerler yer alıyor. Ne var ki, kimi zaman başarılı olma beklentisi öğrencilere olumsuz yönde de dönebiliyor. Kimi bilkent öğrencisi ders yükünün aşırı yoğun olduğunu düşünüp kendilerini geliştirebilecekleri sosyal aktivitelere yeterince vakit ayıramadığından bahsediyor. Kimileri ise Aslı gibi, hem akademik hem de sosyal alanda başarıyı yakalayabilmenin ancak kaygı duyarak mümkün olabileceğini söylüyor. 


Derslerle sosyal hayat arasında bir denge tutturmak bir öğrenci için neden önemli? diye soranlar olabilir. Oysa üniversite öğrenimi sırasındaki kazanımlar sadece eğitim alınan alanla sınırlı değil. Üniversite sırasında üye olunan spor, sanat, oyun ya da sosyal yardımlaşma kulüplerinde gerçekleştirilen düzenli sosyal etkinliklerin pek çok öğrencinin ilerki yaşamında önemli bir yeri var. Bunun ötesinde kulüplere ve düzenli sosyal etkinliklere katılmak kişiye kazandırdığı özgüvenle aslında ders ve iş başarısını olumlu yönde etkileyebiliyor.


Bilkent Öğrenci Etkinlikleri Merkezi adı altında yer alan Sosyal Sorumluluk ve Engelli Öğrenciler Birimi ile ilgilenen Uzman Yardımcısı Burcu Kılıçoğlu bu konuda, ‘‘Boş zamanlarda yapılan aktivitelerin; sosyal ilişkilerin, sporun, sanatın ve kültürel aktivitelerin insana kattığı kazanımlar hep göz ardı ediliyor.’’ diyor. Bilkent Üniversitesi bünyesinde 12 bin öğrenci bulunuyor. Bu öğrencilerin 6.978‘nin yani nerdeyse 7 bininin bu etkinliklere katıldığını söyleyen Kılıçoğlu, ‘‘Öğrencilere nasıl başardıklarını sorduğumuzda genel olarak aldığımız cevap; sosyal aktivitelerde elde ettikleri başarı hissinin derslerini de pozitif yönde etkilediklerinden bahsediyorlar.’’ diyor. Başarının, istediğini elde etmekten geçtiğini, mutluluğun ise  elde ettiğini sevmek olduğunun altını çizen Kılıçoğlu, “Öğrencilerin elde ettikleri başarı, onların mutlu olmalarına yol açıyor.”  diyor.
 

Bir Başarı Hikayesi: Harun Özdemir
Hem akademik hem de sosyal anlamda bir başarı hikayesine sahip olan çok özel örnekler var. Harun Özdemir ile başarısının sırlarını paylaşırken kendinden emin bir şekilde gülümsüyor. Sosyal hayatındaki kazanımları akademik başarısını olumlu yönde etkileyen Özdemir birçok öğrenci için iyi bir örnek teşkil ediyor. Oryantasyon döneminden bu yana birçok sosyal aktivitede yer aldığını  söyleyen Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümü 3.sınıf öğrencisi Özdemir, TDP(Toplumsal Duyarlılık Projeleri) koordinatörlüğü, Mizah kulübünün kurucu üyeliği, Bilişim Kulübünde Yönetim Kurulu üyeliği, Turizm Kulübü Bölüm Temsilciliği ve Türkiye’nin ilk öğrenci kulübü olan Parkour’un Kurucu Başkanlığını yapmış. Bu projeler Özdemir’in yer aldığı projelerden sadece birkaçı.

Özdemir'in görüşüne göre bütün öğrenciler derslerle sosyal etkinliklerini birlikte götürebilir. Ancak öğrencilerin kulüplere katılmaktan çekinmesi farklı bir nedene dayanıyor. “Bence insanlar kulüplerden korkuyorlar. Bir kere gidip görmeden, bunu deneyimlemeden önyargılı davranan insanlar var. İnsanlar genellikle kendilerine gitmemek için sebepler üretiyorlar. Mesela hazırlık bitsin, birinci vizeler bitsin gibi bahaneler…” diyor. Ayrıca insanların katılmama sebebinin biraz da tercihlerle de alakası olduğunu düşünen Harun, sosyal etkinliklere ayrılan vaktin, boşa harcanan vakitten ayrı görülmesi gerektiği görüşünde. “Örneğin; sosyal aktivitelerde yer alabilecek zamanları varken birçok öğrenci Starbucks’da zamanını geçirmeyi tercih ediyor.” diyor. Oysa, derslerin dışındaki zamanı sistemli bir sosyal etkinlikte geçirmenin öğrenci psikolojisindeki etkisi farklı. Projelere katılma sebebinin işe yaradığını hissetmek olduğunu söyleyen Harun, “Geriye dönüp baktığımda ilkokuldan ve liseden farklı birşeyler yapmak istedim. Ve en önemlisi, sorunun değil çözümün bir parçası olmak bana kendimi huzurlu hissettirdi.” diyerek, sosyal etkinliklerin manevi değerine değiniyor.

“Kümülatif ortalaması 2.00’nin üstünde olmalı”
Bilkent Üniversitesi'nde Aikido kulübünden Yatırım kulübüne,  spordan müziğe 96 aktif  kulüp var. Kulüp üyesi olan öğrenciler, sosyal etkinliklere katılırken derslerine ayırdıkları zamandan feragat etmemeyi öğrenmek ve zamanlarını doğru idare etme disiplinini de kazanmak durumunda. Uzman Burcu Kılıçoğlu, bu konuda Bilkent Üniversitesi'nin belli kriterler koyduğunu belirtiyor. “Elbetteki dünya sıralamasına girmenin belli zorlukları olacaktır. Fakat, biz akademik yükün zorlukları altında kalan öğrencileri daha da zorlamamak adına belli kriterler koyuyoruz. Mesela, öğrenci konseyi başkanlık seçimlerinde kümülatif ortalaması 2.00’nin altında kalan öğrencilerin bu seçimlerde aday olmasına izin vermiyoruz.” diyor. Kılıçoğlu, her iki alanda da başarılı olmak isteyen öğrencilerin, daha bilinçli bir şekilde hareket ettiğine dikkat çekiyor. Görüştüğümüz öğrenci Harun Özdemir'in yaklaşımı da bu görüşü kanıtlar nitelikte: “Sosyal anlamda başarılı olan öğrenciler zamanını kalitesiz bir şekilde harcamak istemezler. Normalde birçok insan boş zamanını uyuyarak geçirebilir.” diyen Özdemir, akademik ve sosyal başarıyı birlikte yürütebilmeleri için öğrencilerin uykularından biraz feragat etmesi gerektiğinin altını çiziyor. Uykularından feragat edemiyorlarsa bunu zaman yönetimiyle çözmek de mümkün. “Sosyal öğrenciler iyi bir planlama yaparak kaliteli hemde eğitim hayatına katkı sağlayacak bir biçimde zamanını geçirebilirler.” diyor. 

“Tek kanatla kuş uçmaz.”
Üniversitenin desteklediği öğrenci etkinliklerinin bir kısmı da aynı zamanda sosyal misyonlara  yönelme şansı sağlaması kişinin sosyalliğine yapıcı bir etki sağlıyor. Örneğin, TDP gibi sosyal dayanışma kulüplerine katılan öğrenciler, köy kütüphanelerini boyamaktan huzur evlerindeki yaşlıları düzenli ziyaret etmeye kadar farklı etkinliklerle topluma yararlı olma fırsatı buluyorlar. Öğrenci Etkinlikleri Merkezi Koordinatörü Esra Korad “Bizim amacımız akademik başarının yanı sıra, öğrencilerin topluma karşı duyarlı ve çevresindekilerle uyumlu bireyler olmasına yardımcı olmak.” diyor. Sosyal etkinliklerin, öğrencilerin kaynaşma ve dayanışma ruhu içerisinde hareket edebilmelerine katkıda bulunduğundan bahseden Korad, bu tür sosyal  aktivitelere katılan öğrencilerin  hayatta daha başarılı olduğunu vurguluyor. "Tek kanatla kuş uçmaz" benzetmesini yapan Korad, “Birlik içerisinde hareket edilerek birçok zorluğun üstesinden gelinebilir.” diyor.
 

Hem okuyan hem çalışan Bilkentli !
Bilkent Üniversitesi, kuruluşundan bu yana öğrenci kulüplerinin kurallarını belirleyen ve denetleyen bir merkeze sahip. Bu sayede öğrenciler sistemli bir şekilde bir organizasyonun içinde yer alma, yönetme ve toplumla etkili iletişim kurma deneyimini kazanıyor.  "Öğrenci Etkinlikleri Merkezi her üniversitede bulunması gereken bir organizasyon" diyen Korad, “Bu sayede öğrenciler iş hayatını yakından deneyimleme fırsatı yakalıyor. Bu fırsat ise; iş hayatında  onları bir adım öne geçiriyor” diyor. Önemli bir nokta da, sosyal aktivitelerin bireye katkısının mezuniyet sonrasında da yararlı olacağı. Günümüzde iş başvuru sürecinde gönüllülük, spordaki başarı ya da düzenli katılınan diğer sosyal etkinlikler de işverenlerce dikkate alınıyor. Daha okurken bu tür organizasyonlarda yer alarak etkili bir özgeçmişe sahip olunabileceğini söyleyen Korad, örneğin“ 1995 yılından bu yana Öğrenci Etkinlikleri Merkezi’nin bünyesinde yer alan Radyo Bilkent A.Ş., öğrencilere iş hayatının zorluklarını görme imkânı tanıyor.” diye konuşuyor.

Sosyal aktivitelerde yer almanın yanı sıra JW Marriott Hotel’de de çalışacak zamanı bulan öğrenci Harun Özbilgin'in bu konuda söyledikleri de Korad'ın görüşlerini destekler nitelikte. Harun iş yaşamında gerek öğreniminden gerek kulüp üyesi ve yöneticisi olarak edindiği bilgilerden yararlanıyor.

“Okulumuzdaki projelerde var olan çalışma ortamıyla, iş hayatındaki çalışma ortamı karşılaştırıldığında benzerlikler görmek mümkün. Projelerdeki görev dağılımı hemen hemen iş ortamındaki görev dağılımıyla parelel gidiyor. Kısacası, işin içeriği değişiyor ama sistem aynı kalıyor.” diyerek aktivitelerle elde ettiği kazanımları iş hayatında da etkili bir şekilde kullandığının altını çiziyor. 

 
“Sorunun değil, çözümün parçası olmaya ne dersin?”
Aldığımız bilgiler doğrultusunda şu çıkarımı yapmak yanlış olmaz: İdeal olan ne akademik başarı için toplumsal yaşam ilişkilerimizi feda etmek, ne de toplumsal ilişkiler için akademik başarıdan vazgeçmek. Esas olan mutlu bir gelecek yakalayabilmek ve yaşamı buna göre planlayabilme.
Akademik ve Sosyal Hayat El Ele!
Okulumuzun bütün öğrencilerinden beklentisi hem akademik olarak çok iyi düzeyde olmaları hem de sosyal aktivitelere katılmaları. Akademik başarının yanı sıra sizi asıl başarıya götürenin bir toplumla birlikte hareket etme düşüncesine sahip olan Bilkent, bizlere sunduğu farklı kulüp seçenekleriyle öğrencilere sosyal alanlarda da başarı imkanı tanıyor. Eğer istenilirse, bu organizasyonlara katılarak üniversite hayatınız boyunca  güzel  tecrübeler elde edebilirsiniz. Sizde, hayatın güzeliklerinden mahrum kalmamak için taşın altına elinizi koymaya ne dersiniz?
0 Comments

Çankaya Belediyesi barınaktaki köpekleri eve uyum için eğitiyor:

5/18/2016

0 Comments

 
Çankaya Belediyesi barınaktaki köpekleri eve uyum için eğitiyor:
"Saldırgan köpek yoktur, incitilmiş köpek vardır."
Sevdikçe ve Güvendikçe Güzelleşen Hayvanlar: Sokak köpekleri

 
Macit Ersin SEZER - Oğuzhan DEMİR
Cesur 3.5 yaşında tatlı mı tatlı bir labrador. Onun hikayesi sokakta sahibiyle birlikte kendini sevdirmeye bayılan, oyun oynamayı ve kemik kemirmeyi seven oyuncu labradorlardan biraz farklı.  Daha küçücük bir yavruyken, belki bir şımarık bir çocuğun elinde veya başka bir şehre taşınan ailenin vicdanıyla muhasebesi sonrası sokağa terk edilen Cesur'un sokakta yaşadıklarını kim tahmin edebilir ki? Merdiven altı yetiştiricilerin eline düşmeden açlık ve takatsizlik ile savaşmak, belki de hiç suçu yokken dövülmek, soğuktan tir tir titremek veya kirden kahverengiye dönen tüyleri üzerinde bulduğu kuru saçak diplerinde uyuyakalmak bunlardan sadece bir kaçı olabilir. Hayatın ona sunduğu bu acı şartlar altında gelene geçene havlayan, bulduğu her çöpü karıştıran, yaşı dolayısıyla artık bir petshop tarafından da ilgi gösterilemeyecek durumda olan Cesur için bir aile aidiyetine hiç bir zaman sahip olamayacağı ön görmek kolay gözüküyordu. Ta ki Çankaya Belediyesi'nin yeni programıyla hayatı değişene kadar...
Cesur'un başarısının ardında kendi çabasının ötesinde önemli bir sosyal hizmet var. Çankaya Belediyesi dünya genelinde ilk kez gerçekleştirilecek olan eğitim odaklı barınak projesini hayata geçirmeyi başardı. Proje kapsamında yıllardır sokaklarda zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan sahipsiz sokak hayvanlarının sıcak bir yuvaya kavuşabilmeleri için bir dizi eğitimlerden geçiriliyor ve sahiplendirilmeye hazırlanıyor.
Sokak hayvanları Türkiye'nin önemli bir sorunu. Ancak Türkiye'nin 30 bin hayvanla en çok sokak hayvanına sahip olan ilçesi Çankaya'da sokak hayvanlarının sahipsiz olmadığını gösteren bir çok güzel etkinlik gerçekleştiriliyor. Hem Çankaya Belediyesi hem de kent sakinleri bu konuyu ve kentin gittikçe gelişmesiyle sayıları da gün geçtikçe artan hayvanları kendi haline bırakmamakta kararlı.  Barınaktaki görevliler her sokak hayvanının bir şansı hak ettiği kanısındalar ve bu doğrultuda Ankara içindeki 4 barınak, Çayyolu Barınağı önderliğinde başlatılan programlarla hayvanların yaşam kalitesini yükselmesi için sistemli bir çalışma içindeler.   Sokak hayvanlarının güvenliği için barınakların kalitesini arttırıyorlar, onların sahiplendirilmesi için de eğitim projeleri hazırlıyorlar. Ayrıca, sahiplenilen hayvanların ömür boyu sağlık hizmetlerini üstleniyorlar. Bu çabalar sayesine her ay yüzlerce sokak hayvanı yeni evlerine ilk adımlarını atıyorlar. 
Bu projelerden en yenisi ve belki de en önemlilerinden biri sokak kanunlarına alışmış bir ev ortamını bilmeyen köpekler için hazırlandı. "Şanslıyım Çünkü Eğitim Şansım Var" projesi kapsamında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi ile ortak yürütülen proje Dr. Yasemin Salgırlı Demirbaş koordinatörlüğünde Çayyolu Geçici Bakım İstasyonu'nda başladı. Mühye barınağından seçilen köpekler Pıtır, Naida, Dazor, Çapkın, Karam, Keş ve Cesur aldıkları 6 haftalık eğitim sonunda süreci başarıyla tamamlamayı başardılar. Bu süreçte rehabilitasyon programı yanında ev ortamına uyum eğitimi de alan bu köpekler dünyada ilk kez Çankaya Belediyesi tarafından gerçekleştirilen bu projenin ilk şanslı sokak hayvanları oldular.  
Demirbaş'a göre bu eğitim sayesinde köpeklerin ev ortamına uyumu büyük ölçüde hızlanabilir. Demirbaş'ın belirttiğine göre, ailelerine bir köpek edinmek isteyen kişiler, dışarıdan gelen bir köpeğin davranış sorunları olacağını düşünüyor. "Köpeklerin mobilya parçalama, kaçma veya havlama gibi sorunları olacağına inanıyorlar." Ancak uzmanlara göre bu davranışların önüne geçilmesi eğitimle mümkün.  "Çünkü üzerine gidilmesi gereken asıl sorun sokağa alışmış bir hayvanın ev ortamına adapte olamaması. Bu yüzden bu problemin çözümü sahiplenilen hayvanların yeni evlerinde mutlu olabilmeleri için en önemli faktör olacak" diyor Demirbaş.  İşte bu hedefle eğitilen ilk şanslı köpekler Pıtır, Naida, Dazor, Çapkın, Karam, Keş ve Cesur kurstan mezun oldular ve şu an kendilerini sahiplenecek sıcak yuvalarını bekliyorlar.
İnsanları barınaktan köpek sahiplenmeleri konusunda cesaretlendirmeyi ve köpeklerin sahiplenildikleri evlere uyumlarını arttırmayı amaçlayan bu program, bir yandan da insanların barınaklardaki terk edilmiş hayvanlar konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlıyor. Dünyada ilk kez uygulanan eğitim odaklı program sayesinde barınakta eğitim gören köpekler verilen eğitimlerle davranış problemleri göstermeyen, uyum ve güven problemi çözülmüş ve petshop gibi yerlerden satın alınanların aksine psikolojik olarak hazır bir şekilde sahiplendirilecekler. Bu durumun da barınaklardaki köpeklerin yuva bulma ihtimallerini arttıracağı göz önünde bulundurulursa,  programın temel amacı olan daha çok köpeğin insanların yanında yer alması artacağa benziyor. 
"Amacımız insanlarla selamlaşmayı, temel eğitimi ve ev yaşamına uyumu öğretebilmek"
Peki bu eğitimin içeriği nedir ve sokak hayatına alışan bir köpek, nasıl "evcil" bir köpeğe dönüşüyor diye soracak olursanız, bu yolda ilk aşamayı temel temizlik ve güvenlik alışkanlıkları oluştuyor. Demirbaş sahiplenilen köpeklerin çiş eğitimi ve tasma adaptasyonu konusunda sıkıntı yaşamadıklarını belirtiyor. Çünkü bütün köpekler bu eğitime çok çabuk yanıt verebiliyor. Projede sosyal uyum sorunu olan köpekler için eğitimin öne çıktığını anlatan Demirbaş, köpek eğitiminin düzgün selamlaşma, temel komutları dinleme gibi aşamaları olduğunu anlatıyor. "İlk aşamada sosyal uyumlu ve sosyal uyumsuz köpekleri alalım, aynı programa tabi tutalım ve başarılarına bakalım. Nelere bakıyoruz? Birincisi insanlarla düzgün selamlaşmayı öğretiyoruz. İkincisi temel eğitim; eğitim alabiliyorlar mı temel komutlara nasıl cevap veriyorlar?     Temel komutlara yanıt verme aşamasını öğreniyorlar. " diyor. Bu iki aşamayı geçen köpekler için üçüncü bir aşama Demirbaş'a göre çok daha önemli: "Ev yaşamına uyum. Onun için de Çankaya Belediyesi Konutkent'te güzel bir rehabilitasyon ünitesi oluşturdu. Bu ünitede dünyada ilk kez ev ortamına uyum için konteynır dizayn edildi". İşte bu konteynırda eğitilen köpekler çok ünlü bir öğretmenle çalışıyor. 
Amerikan polis ve askeri köpek eğitimi anlamına gelen K9 uzman eğitmeni olan Tarkan Özvardar'ın kontrolünde geçen eğitimlerde köpeklerin aşırı bir korku sorunu olmadığı sürece eğitimlere çok hızlı geri dönüş verdikleri ortaya çıktı. Hatta, eğitimden geçen 7 köpekten 3 tanesinin başlangıçta agresif problemleri olmasına karşın 7 köpek de bir ay içinde sosyal adaptasyon ve temel itaat sürecini başarıyla tamamlayarak mezun oldular. İşte bu da programın başarısını gösteriyor.
 
"Eğitimlerimizde pozitif pekiştirmeyi temel alıyoruz ve köpekleri sevgimizle eğitiyoruz"
Eğitim sürecinin belki de en çarpıcı yönü, 1 ay gibi kısa bir süre içinde tüm sürecin tamamlanabilmesi. Peki köpekler bu kadar kısa sürede eğitime nasıl böyle olumlu yanıt verebiliyor? Konutkent'te 2 sorumlu veteriner gözetiminde gerçekleşen eğitimin öne çıkan bir önemli tarafı da pozitif pekiştirme tekniklerinin kullanılması. Yani köpekler cezalandırarak değil ödüllendirilerek eğitiliyor.  Demirbaş "Düzgün selamlaşma aşamasında eğitim kafes dışından başlıyor. Kafes dışındayken köpeğe yaklaştığınız anda köpek kazara doğru davranışı sergilerse eğer bir parça ödül alıyor. Böylece köpek pozitif bir pekiştirme ortamı içinde programın tüm gerekliliklerini öğrenmiş oluyor" diyor. Köpeklerin aç bırakılıp, şiddet uygulanarak bir eğitim sürecine sokulmasının çok yanlış olduğunu ve bu eğitim anlayışını kesinlikle tasvip etmediğini belirten Demirbaş: "Agresif köpekler kafese yaklaştığımız anda müthiş bir agresiflik sergiler. Bu noktada hayvan sakinlik gösterdiği zaman örneğin bir parça sosis gibi bir ödülü alıyor. O da sorgulamaya başlıyor. Düşünüyor ki, bu insandan bana bir zarar gelmiyor, aksine düzgün davrandığımda beni ödüllendiriyor. Böylece bu pekiştirmeyle köpekler insanı hevesle beklemeye başlıyor ve bizden korktukları için değil bizi sevdikleri için itaat etmeye başlıyorlar" diyerek eğitim sürecinde köpeklerin sevgisini kazanmanın önemini anlatıyor.  İşte programın başarısının anahtarı da belki de bu: Olumlu ve dengeli bir eğitim köpekte insanlara karşı güven ve sevgiyi doğuruyor. 

Eğitimler yetişkin köpeklere veriliyor
Dünyada ilk kez uygulanan bu eğitim süreci için özellikle yetişkin köpekler tercih edilmekte çünkü sahipsiz yavrulara göre sahiplenilme ihtimali düşük olan yetişkinler aldıkları bu eğitim ile beraber sıcak bir yuva bulma yolunda tekrar bir şans elde ediyorlar. Demirbaş bu süreci öğrencisiyle yaşadığı bir diyalog ile anlatıyor: "Öğrencilerimden biri ilk çalışmaya geldiğinde 'Hocam niye bunları seçtiniz bunların hepsi yaşlı ve çok çirkin' dedi ama bu köpeklerin çalışmaya başladıktan sonra yaptıklarını görünce 'Hepsi birden güzelleşti hocam' dedi. Her köpek kafesten bakıldığında bunu alayım bu güzelmiş denilmeyecek bir köpek olabilir ama aslında başardıklarını göz önünde bulundursak eğitime aldığımız bütün köpekler çok başarılılar. Bizim ümidimiz insanların bu başarılarını görüp bu köpekleri sahiplenme konusunda daha istekli olmaları." Köpeklerin bu başarısında ev ortamına dönüştürülen konteynırın büyük bir payı olduğu açık. Bu konteynırın içinde sokak hayvanları ev ortamında buldukları koltuk, halı, yatak, yemek masası gibi objeleri tanıyor, hangisine ne mesafede duracağını öğreniyor ve sahiplendirildiğinde bu süreç sorunsuz geçiliyor.
 

"En problemli köpekler hem sağlık açısından hem psikoloji açısından petshoplardan çıkma köpeklerdir"
Sokak hayvanları sorununu doğuran bir sosyal yanılgı da şu: İnsanların sokak hayvanlarını bir hediye olarak görüp petshoplardan alıyor. Oysa ki barınaklar yavru ve yetişkin olmak üzere bir çok türden köpeğe ev sahipliği yapıyor ama insanlar petshoplardaki problemli köpekleri barınaktaki köpeklere tercih ediyor. Demirbaş ise insanların hayvanları sahiplenmek için petshoplar yerine neden barınakları tercih etmesi gerektiğini şöyle anlatıyor: "Maalesef hem sağlık hem de psikolojik açıdan düşündüğümüzde en problemli köpekler petshoplardan alınan köpekler oluyor." diyor. Çünkü, petshoplara satılan köpekler, sosyalizasyon döneminde annenin ve kardeşlerin yanında geçirmesi gereken dönemi tek başına kafeste geçiriyor, türdeşleri ile düzgün iletişimi öğrenemiyor, mutsuz oluyor. Üstelik,  tıpkı insanlar gibi köpeklerin en aktif olarak beyin gelişiminin sürdüğü dönem bebeklik dönemi. "İnsanlarda deriz ya ilk 2 yıl çok önemli diye, köpeklerde o süreç sadece 3 ay ve bu süre. Maalesef bu dönem bu köpekler için bir kafesin içinde yeni sahibini beklemekle geçiyor." Petshoplardaki yavru hayvanların travmalarına da dikkat çeken Demirbaş: "Hangi koşullarda oraya gelmiş bilmiyoruz, genellikle merdiven altı üreticilerden geliyorlar. Sonra biz teslim alıyor ve sokağa çıkaramıyoruz çünkü aşılarının bitmesi gerekiyor. 4 ay bazen 6 ay kuduz aşısı olana kadar evde kalmaları gerekiyor bu süreç bazen ekstra hastalıklarla daha da uzun sürebiliyor." diyor. İşte petshoptan alınan köpekler, bu dönemde ne hemcinslerini ne insan dostlarını ne de sosyal hayatı tanımak fırsatını bulamıyor. Petshopta gördüğümüz hayvanların en temel sorunu da belki de bu nokta: "Bunlar da hayvanı mutsuzluğa itiyor" diyor Demirbaş.
"Köpeğin insanın yanında olması gerekiyor"
 
Peki sokaklarımızda görüp kanıksadığımız ve sevdiğimiz köpeklerin evi gerçekten sokaklar mı? Evcilleşmiş bir türün sokak köpeği olmasını böyle doğallıkla nasıl kabullenebiliyoruz? Demirbaş'a göre "köpekler insanlar için var."  Kurt ile köpeğin ortak bir atadan geldiklerini ve köpeğin insanın sosyal partneri olarak farklılaşıp bugünlere geldiğini belirten Demirbaş: "Sokak köpeği diye bir şey yok aslında köpeğin insanın yanında olması gerekiyor." diyor.  Sokaklarımızda gördüğümüz köpeklerin "avlanarak besin temin etme yetileri yok, avlanıp beslenemiyorlar. İnsan kaynaklarına bağımlılar." İşte bu yüzden bir köpek sosyal partner olarak insanı bulduğu anda kolay kolay bırakmıyor. Ancak Demirbaş'a göre insanların da sorumluluğu bu noktada ortaya çıkıyor. Köpeklerle yaşamak isteyen insanların köpeklere karşı daha toleranslı olması ve sorumluluk taşıması gerekli. "Biz çişe çıkarmadığımız için çiş yaparsa ona kızıyoruz, dişler çıkıyor; onlar kaşınıyor ama ona güzel alternatifler sunamıyoruz. Sonra el ayak ısırmaları başlıyor çünkü anneden kardeşlerinden ısırma baskılanmasını öğrenemiyor. Ama biz öğretmiyoruz onun yerine kızıyoruz, itiyoruz o ne anlıyor? Ben bununla hem ilgi çekiyorum hem de oyunuma karşılık geliyor diye düşünüyor ve bu davranış pekişiyor sonra biz bununla baş edemiyoruz ve bu köpeğimizi barınağa getirmeye karar veriyoruz." 
Bu düşünce dizisi baştan sona bir yanlışlığı vurguluyor, bir köpek sahibinin evcil hayvanını anlayabilmesinin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

"Size bir kez güvendiğinde sonsuza kadar en güvendiği şey siz olarak kalıyorsunuz"
Çankaya Belediyesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre Ankara'da semt sakinlerinin dörtte üçü köpeklerin sokaklarda yaşamasından yana değil. Dörtte biri ise köpek dostu ve köpeklerin yaşam hakkını savunuyor. Ancak köpekler için en uygun ortam sevildikleri ve haklarının korunduğu evler olsa gerek. Köpeklerin hakları elbette sadece Belediye değil.  Pek çok irili ufaklı cemiyet, köpeklerin yaşam kalitesini geliştirmek için birlik halinde çaba da gösteriyor. Bilkent Üniversitesi'nin de bu konuda duyarlı bir kulübü var: Bilkent Hayvan Dostları Kulübü... Kulübün Başkanı Hande Şiri sahiplendirdikleri köpeklerin ilk aşamada eve uyum konusunda yaşadıkları zorluklara dikkat çekerken en önemli sorunun "güven" probleminden kaynaklandığını söylüyor. Şiri: "Köpeğin eve uyum sağlayıp sağlayamayacağı köpeği barınaktan kaç yaşında aldığınıza ve barınakta ne kadar kaldığına göre değişiyor. Eğer yavruysa sorun yaşamaz ama eğer yetişkinse size hemen güvenmediği için bir süre çok korkak olabilir." diyor. "Size alıştıktan sonra sizinle iletişim kurabildiyse çok rahat bir ev uyumunu yakalıyor hatta çiş dolaşma eğitimi bile alıyor." Ancak bir köpeğin güvendiği bir insana kattığı duygular da çok önemli. Şiri, köpek sahiplendikten sonra insan hayatındaki değişime de dikkat çekiyor. "Şefkat gösterip, sevgiyle sizin türünüzden olmayan bir canlıyla bir bağlantı kurabilmek ve bunun geri dönüşlerini görmek çok ilginç oluyor. Barınak köpekleri veya sokak köpekleri genelde insanlara çok zor güvendiği için size bir kez güvendiğinde sonsuza kadar en güvendiği şey siz olarak kalıyorsunuz." diyerek günümüzde insanların bile birbirine sağlamakta güçlük çektiği bağlılık duygusunun altını çiziyor.

"Petshop hayvanlar tekrar hayata kazandırılmaları çok zor oluyor"
Anlattığımız gibi, aslında insanlarla yaşaması gereken ancak doğru insanla olduğunda muhteşem bir birliktelik içinde olan köpekler, insanların onlara yanlış yaklaşımı yüzünden bilinçsizce sokaklarda yaşamak zorunda ve insanlara olan güvenlerini kaybetmeye hazır bir hassaslıktalar. Köpeklerin bilinçsiz üremesi de bu sorunu pekiştiriyor ve belediye ya da duyarlı insanların açtıkları barınaklarda bir ömür geçirmek zorunda kalan pek çok hayvan var. Çankaya Belediyesi bu sorunu hayvanlar ve kent sakinleri için en avantajlı şekilde çözmeye çalışan birçok programla bilinçli bir belediyecilik örneği oluşturuyor. Ancak bu noktada bilinçlenmek gereken bir temel sorun daha var o da cins köpeklere olan hayranlık ve petshop gerçeği.
Petshoplardan alınan köpeklerin temelinde cins alma isteği olduğunu söyleyen Şiri, petshoplardan alınan köpeklerin temiz ve güvenli sanılarak alındığını ama aksine neredeyse her köpeğin hastalık kapmış şekilde satıldığını ve tekrar hayata kazandırılmalarının çok zor olduğunu söylüyor. Şöyle bir örnek veriyor Şiri "Petshopta küçücük fanus gibi bir yerde 7 ay tutulan bir golden cinsi köpeği sahiplendirdiğimizde uzun süre o alanda yaşadığı için halıya koysanız halının dışına çıkmaya korkuyordu, odanın kapalı alanlardan çıkmaya korktuğu için odanın kapısından bile çıkmak istemiyordu ve bu da köpeğin uzun ve zahmetli bir adaptasyon sürecine girmesine yol açtı." Petshoplardaki dişilerin satılamadıkları taktirde damızlık olarak kullanılmak üzere üretim çiftliklerine geri gönderildiğini de aktaran Şiri'ye göre bu sektöre para kazandırmaktansa sahiplenmenin insanlar arasında yaygınlaşması çok önemli.




Bırakılan köpeklerin neredeyse yarısını yavru köpekler oluşturuyor
 
Çayyolu Barınağı'nda ocak ayında bırakılan köpeklerin sayılarını ve durumlarını incelediğimizde barınaktan köpek sahiplenmenin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Ocak ayı içerisinde barınağa bırakılan 84 köpeğin neredeyse yarısını yavru köpekler oluşturuyor. Bunların sadece ocak ayının rakamları olduğunu ve Ankara'da 4, Türkiye'de ise toplam 77 hayvan barınağı olduğunu düşündüğümüzde barınaklarda terk edilen hayvan sayılarının ne kadar büyük bir problem olduğu görülüyor. Özellikle mart aylarının başı ve şubat ayının sonlarında kene sezonunun başlamasıyla birlikte doğurganlığın da aynı dönemde başlaması bu ayların köpeklerin barınaklara en çok terk edildiği aylar olmasının sebebini oluşturuyor. Barınağa köpeğini bırakan insanların genellikle iki çeşit olduğunu vurgulayan barınak yetkilileri, ilk grubun yaşlılardan veya anne, babası ölmek üzere olanlardan oluştuğunu söylüyor. Bu grup genellikle yeterli ilgiyi gösteremeyeceğini düşündükleri için köpeklerini barınaklara bırakıyorlar. İkinci grubu incelediğimizde ise sahiplendiği köpekten istediğini bulamamış insanların bu grupta yer aldığını görüyoruz. Köpek sahibi olmanın sorumluluklarını genellikle sahip olduktan sonra anlayan bu grup aslında yavru olarak bırakılan köpeklerin temelini oluşturuyor.

 "Bilinçli sahiplendirme yapmak çok önemli"
 
Peki her isteyen evine barınaktan bir köpek alabilir mi? Barınaktan köpek sahiplenme sürecini de aktaran Demirbaş durumunu uygun görmedikleri kişilere bir devlet kurumu oldukları için direkt hayır diyemediklerini fakat onları hayat şartlarını daha olumlu bir noktaya getirdiklerinde tekrar gelmeleri konusunda ikna etmeye çalıştıklarını söylüyor. 
Belki de en önemli nokta köpek sahiplenmeden önce insanların da doğru beklentiler içinde ve bir can sahiplenme ve ona doğru bakma sorumluluğun farkında olması.  Yani hayvanlar bir oyuncak değil, yaşayan hisleri olan, beklentileri olan birer can. Demirbaş, köpeklerin oyuncak gibi görülmesine katiyen karşı çıkıyor.  " Buradan köpeği alan sonra kısa sürede geri bırakmaya gelen aileler şöyle diyor. Biz sandık ki işten geldiğimiz zaman bizimle oynar, başını bacağımıza koyup uyurlar ama öyle çıkmadı..." Bunun nedeni hayvanların kendine özgü yapısını tanımamak. Demirbaş'a göre, köpek edinmek isteyen insanların da bu konuda bilinçli olması önemli. "O hayvanı bütün gün eve kapatıyorsun, hiçbir sosyal aktivite ihtiyacını karşılamıyorsun, o hayvan dört gözle 10 – 12 saat boyunca seni bekliyor eve gel ki bir şeyler yapayım diye, ondan da eve gelince kafasını koyup uyumasını bekliyorsun, ben bunu adil bulmuyorum." diyor Demirbaş. 15 yaşın altındaki bireylere veya yaşadığı yer ile hayat biçimi düzensiz olan insanlara sahiplendirme konusunda isteksiz olduklarından bahseden Demirbaş: "Örneğin çok yoğun iş temposunda olan insanlara köpek sahiplendirmeyi doğru bulmuyoruz, bir de küçük çocukları olan veya bu köpeği oyuncak alır gibi almak isteyen kişilere de daha bilinçli sahiplendirme yapmaya çalışıyoruz." diyor. 
​
Hikayemizin başında hayat hikayesini paylaştığımız Cesur, yaşamı boyunca hayatın karşısına çıkardığı tüm zorluklara karşı adı gibi "cesur" kalmayı başarabildi ve belki de bunun ödülünü Çankaya Belediyesi'nin barınağındaki eğitim programıyla beraber yepyeni bir Cesur olarak aldı. Hayatın zorlu kısmındaki agresif, hayatta kalmak için dişlerini göstermek zorunda olan Cesur şimdi sevgi dolu, kıpır kıpır yeni yuvasını bekliyor. Derler ya köpekler insanların en sadık dostu. Bugün bizim kent yaşamında sokaklarda gördüğümüz her köpeğin atalarının bir zamanlar aslında bir insana arkadaş, dost, yoldaş olmak için evcilleştiğini unutmayalım. Köpekler de kent yaşamına bizim gibi ayak uydurabilir, ancak tek istekleri var, bize güvenmek, sevilmek ve karşılıklı iletişim yani sıcak bir yuva. Onlar şanslarını iyi kullanıp insanlara karşı sorumluluklarını almaktan yana. Ülkemizin duyarlı insanları, kulüpleri ve belediyelerin gerek sokak canları gerekse onlarla dost olmak isteyen biz insanları bilinçlendirme çalışmaları  sayesinde dileriz hem biz hem köpekler karşılıklı bir güven ilişkisine girer ve bu dünyayı birlikte daha yaşanılır hale getirebiliriz.   Eğer siz de Cesur ve arkadaşları için sıcak bir yuva olmak isterseniz 0 312 442 37 18 numaralı telefondan veya Çankaya'daki Yeşilkent Mahallesi Mühye Köyü'ndeki Çankaya Sahipsiz Hayvan Bakımevi'nden onlara ulaşabilirsiniz.

 






0 Comments

 TDP ÇOCUK ŞENLİĞİ: ÇOCUKLAR BAHARI BİLKENT'TE KUTLADI

5/18/2016

1 Comment

 
Esin Bolut
Sena 
Arzu Yıldırım
1 Comment

Ticarete genç katıl geç kalma

5/18/2016

0 Comments

 
Mehmet Sait Erikel
Özgün Uyanık


    Yoksa siz de iş dünyasına girmek için üniversite yıllarının çok erken olduğunu düşünenlerden misiniz? O halde gelin bu düşüncenizi bir kez daha gözden geçirin. Gençlerin ticarete katılımı noktasında çektikleri zorluklar ve bu zorlukların çözümünü sizler için daha ayrıntılı incelemeye çalıştığımız bu yazımızda Türkiye'nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından ve devlet kanadından edindiğimiz bilgiler ışında bu düşüncenizi ortadan kaldırmak için bir çok sebep bulduk. Özellikle Türkiye'nin akademik anlamda en başarılı üniversitesi sayılan Bilkent Üniversitesi öğrencilerinin "İş dünyası için üniversite çok erken" fikrine adeta savaş açmışçasına iş dünyasına katıldıkları görülmektedir. Gıdadan giyime, ulaştırmadan enerjiye bir çok alanda boy göstermeye başlayan Bilkent öğrencileri iş dünyasının adeta yeni silahşörleri. Peki sizde henüz üniversitesi öğrencisi iken iş dünyasına katılmak istiyorsanız ne yapmanız gerekiyor? Gelin haberimizin detaylarında bu konuya daha yakından bakalım.

     Özellikle son dönemlerde gerek sivil toplum kuruluşlarının gerekse de devlet kurumlarının bu konuya eğildikleri ve önemsedikleri görülmektedir.   Bu kurumların başında da Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme Başkanlığı (KOSGEB) gelmektedir. KOSGEB, Destek Programları Yönetmeliği kapsamında 8 başlık altında  destek vermektedir. Bunlar; Kobi proje destek programı, tematik proje destek programı, girişimcilik destek programı, işbirliği güçbirliği destek programı, ar-ge inovasyon ve endüstriyel uygulama destek programı, genel destek programı, uluslarası kuluçka merkezi ve hızlandırıcı destek programlarıdır. Aynı zamanda işletmelere kredi faiz desteği de sağlayan KOSGEB desteklerin yanı sıra eğitim programlarıyla da eşit rekabet ortamı ve etik değerler üzerine de kobilere yol göstermeyi hedefliyor. 2012 yılında 404 milyon TL' ye kadar yükselmiş olan destek harcamalarının 2015 yılı tutarı 356 milyon TL olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu harcamalar bütçenin tamamını kapsamamaktadır. Yani destek olarak harcanması planlanan ancak harcanmamış ciddi miktarda bütçe durumu söz konusudur. 2015 verileri göz önüne alınarak bakıldığında 356 milyon liralık harcamanın 321 milyonunun geri ödemesiz hibe olarak verildiği görülmektedir. Bu rakam KOSGEB'in desteklerinin büyük çoğunluğunun hibe olarak gerçekleştirildiğini görmek mümkündür. Peki, nedir bu teşvikler, kime verilir, almak için ne yapmak lazım? Bu soruların cevabını bulmak için KOSGEB başkanı Recep Biçer ile yaptığımız röportajın satır başlarına burun hep birlikte bakalım.  

“Biz her zaman genciz”
Gençlere ve onların ticaret hayatına katılımları konusunda ne düşündüğünü sorduğumuzda “nasıl bizler genç kalmak için çabalıyorsak ticareti de genç tutmak için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Özellikle son dönemlerde gerek maddi gerekse de manevi desteklerle gençlerin ticarete katılım oranı ciddi ölçüde artmıştır. 2007 yılından bu yana verdiğimiz hibelerin gençlere aktarılan kısmı %14 ten %37 seviyelerine çıkmıştır. Onlarında bizim bu desteklerimizi karşılıksız çıkarmamak için canla başla çalıştıklarını görmek bizi son derece mutlu etmektedir.” Cevabını vermiştir.
​
“50 bin hibe 100 bin faizsiz kredi imkânı”
KOSGEB olarak gençlere verdikleri maddi desteklere değinen Biçer, özellikle hibe ve kredi imtiyazlarını gençlerden yana kullanmaya özen gösterdiklerini belirtti. “KOSGEB olarak yıl içinde birçok eğitim ve sertifika programları düzenlemekteyiz. Bu programların temel amacı katılımcılara ticaretin teorik kısmını öğretmektir. Pratik kısmını da verdiğimiz desteklerle katılımcılar kendileri tecrübe etmektedir. Bu desteklerin ölçüsüne bakıldığında 50 bin Türk Lirasına kadar karşılıksız hibe 100 bin Türk Lirasına kadar da sıfır faiz imkanı ile kredi sunmaktayız. Bunlardan faydalanmak için tek yapılması gereken başvuru yapıp sertifika programlarına katılmaktır.Başvuru sürecinin başlangıç ve bitiş tarihleri internet sitemizde düzenli olarak yayınlanmaktadır. Çok şükür talep konusunda hiçbir zaman eksiklik çekmedik. Yetersiz kalmamak içinde canla başla çalışıyoruz.” 

Sivil toplum kuruluşlarıda gençlerin yanında
Kamu kurumlarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının da gençlerin ticarete katılımı noktasında aktif rol oynadıkları görülmektedir. Türkiye’de ki büyük sanayi ve iş adamları derneklerinin bu bağlamda gençlik yapılanmasına gitmiş olmaları bunun en güzel örneğidir. Gençlerin bu bağlamda önünün açık olduğu kuruluşlardan bir tenesi de MÜSİAD. Genç MÜSİAD oluşumu ile gençlerin sivil toplum kuruluşları aracılığı ile iş dünyasına katılımını desteklemek üzere çalışan MÜSİAD bu amaç doğrultusunda bir çok çalışma yapmaktadır. Özellikle hamilik projesi kapsamında her genç Müsiad üyesi ile bir ana kademe üyeyi eşleştirip, gençlere maddi ve manevi destek olmayı hedefledikleri görülmektedir. Bu proje kapsamında ana kademe üyeleri, 1 gence ön ayak olacak bu gençte kendisinden sonra gelecek olan üyeye aynı desteği sürdürecek. Genç Müsiad' a üye olmak için bir üst yaş sınırı olmuş olmasıda bu sirkülasyonu destekler nitelikte.  Genç Müsiad Ankara başkanı Samet Murat ile yaptığımız röportaj neticesinde bu dernek ne iş yapar, ne tür programlar yapar, nasıl üye olunur gibi soruların cevaplarını sizler için aldık. Dilerseniz bu röportajdan önemli başlıklara hep birlikte bakalım.  

“Müsiad gençsiz olmaz”
Genç Müsiad’ın  geleceğin işadamlarını ve MÜSİAD yöneticilerini yetiştirmek, onları hayata hazırlamak, sahip olduğu değerleri ve tecrübelerini gençlerle paylaşmak maksadıyla kurulduğunu belirten Murat  2002 yılından bu yana faaliyet gösterdiklerini ve bu alanda Türkiye’nin ilklerinden olduğunu vurgulamaktadır. Müsiad’ın görev tanımını ; tecrübesini yüksek ahlak ve yüksek teknoloji ilkesiyle ile birleştirerek, genç girişimci ve yöneticilere aktaran; toplumsal dayanışma ve paylaşma kültürü ile gençliğin sosyal ve ekonomik anlamda kalkınması yolunda mücadele eden; geleneğine bağlı, geleceğe yön veren, genç ve şuurlu bakışı oluşturmak olarak belirten Murat bu kaideyi her zaman savunacaklarını ve takip edeceklerini söyledi. “Gençler olmadan Genç Müsiad, Genç Müsiad olmadan da Müsiad olmaz.” ifadesiyle gençlerin bu tip sivil toplum kuruluşları için ne denli önemli olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.

“30 yaşın altı gençtir”
Müsiad’ın kurumsal yapısını anlatan Murat şu sözlere yer verdi. “Müsiad olarak 30 yaşın altındaki her iş adamı gençtir ve Genç Müsiad’ta faaliyet gösterir. Ancak bizler sadece bugünün  iş adamlarına değil geleceğin iş adamı olan öğrenci kardeşlerimize de gerek yönetimde gerekse de faaliyetlerimizde aktif olarak görev vermekteyiz. Bu bağlamda UGİK (Uluslar arası Genç İş Adamları Konferansı) etkinliği ile her yıl binlerce üniversite öğrencisine kariyer anlamında büyük bir katlı sağlayacağına inandığımız uluslar arası iş adamları ile tanışma fırsatı sunmaktayız. Bu etkinlik ile hem network hem de vizyon sahibi olan genç arkadaşlarımıza özellikle de üniversite öğrencilerine yardımcı olmayı hedefliyoruz. Genç Müsiad’ı bazen yanlarında çoğu zamanda arkalarında hissetmeleri için tüm imkânlarımızı seferber ediyoruz.”

“Genç Müsiad üyelerine özel programlar”
Yıl içerisinde halka açık yapılan etkinliklerin yanında üyelerine özel kompakt bir ortamda daha geniş fırsatlar sunan Müsiad, gençler içinde spesifik programlar yapmaktadır. Tecrübe paylaşımı programları bu programların başında gelmektedir. “İki haftada bir olmak koşulu ile Türkiye’nin önde gelen siyaset ve iş adamlarını kendi ofisimize davet edip üyelerimizin bire bir tanışma fırsatı yakalamalarını sağlıyoruz. 2016 senesi başında geliştirdiğimiz “hamilik” projesi kapsamında her bir Müsiad üyesini bir Genç Müsiad üyesine hamilik yapması ve onu ticaret hayatına sokmasını amaçlıyoruz.”

“Her genci en az bir kere çayımızı içmeye davet ediyoruz”
Üye olsun olmasın herkese kapılarının açık olduğunu belirten Murat Müsiad’ı her sorana defalarca anlatmaktan mutluluk duyacağını belirtti. Etkinliklerden haberdar olmak isteyen gençlerin sosyal medya üzerinden kendilerini takip edebileceğini söyleyen başkan “Buraya gelip ziyaret ederler ise SMS listemize kayıt olup SMS ile de etkinliklerimizden haberdar olabilirler.” dedi. Üye olmak isteyenler için de en az iki Genç Müsiad üyesi veya bir Müsiad üyesinin referansı gerektiğini söyleyen Murat , “önce gelsinler çayımızı içsinler üyelik işin resmi kısmı” diyerek konuya esprili bir dil ile yaklaştı. 
​
Bilkent Üniversitesi ve İş Dünyası

  Türkiye'nin ilk vakıf üniversitesi olma özelliğini taşıyan Bilken Üniversitesi, ticarete genç kanlar kazandırma konusunda da en başarılı üniversitelerden birisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. MEC(Menagement and Economics Club), OR( Operational Research) ve Mühendislik Topluluğu gibi öğrenci kulüplerini bünyesinde barındıran Bilkent bu kulüpler aracılığı ile kariyer noktasında bilinçli ve istekli öğrenciler yetiştirmektedir. Yaptıkları büyük organizasyonlarla Türkiye çapında ses getirmeyi başaran bu öğrenci kulüpleri hali hazırda iş dünyası ile yakın temas halinde çalışmaktadır. Buna örnek olarak MT ve PwC stratejik ortaklığı, OR ve Akbank ortaklığı verilebilir. Aynı zamanda Bilkent Üniversitesi öğrencilerinin bireysel olarakta girişimcilik konusunda bir hayli ilerdeler. Özellikle İşletme Fakültesi öğrencileri arasında yaptığımız küçük bir araştırmaya göre her 10 kişiden 3ü okulun yanında ticari bir iş ile de uğraşmakta. Hatta bunlardan bazılarının kendi şirketlerini dahi kurmuş. 

  
0 Comments

Cumhuriyet Aydını Dr. Hüsnü A. Göksel Üzerine Tülay Özbulut ile Söyleşi 

5/18/2016

0 Comments

 
M. Ezgi Özbulut

Prof. Dr. Hüsnü A. Göksel 1919 yılında Bandırma’da dünyaya geldi. 1943 yılında İstanbul Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, 1950 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde Genel Cerrahi Uzmanlığı yapmıştır. 1953 ve 1955 yıllarında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Genel Cerrahi Başasistanlığı yaptıktan sonra Doçent olmuştur. Daha sonra Amerika Birleşik Devletlerine giderek New York’da bulunan Columbia Üniversitesi’nde Kanser Cerrahisi ve Patoloji eğitimi aldı. Daha sonra Türkiye’ye dönen Göksel 1965 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Profesörü oldu. 1986 yılında emekliliğe ayrıldıktan sonra Başkent Hastanesi’nde çalışmaya başladı. 1984 yılında Aydınlar Dilekçesini imzaladığı için yargılanan Hüsnü Göksel, 1984 ve 1988 yılları arasında da Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu Üyeliği de yaptı. 2000 yılında yakalandığı Multipl Myeloma hastalığı nedeni ile 2002 yılında hayatını kaybetti. 
Kitapları: Bu Dağların Arkasında Başka Dağlar Var, Ben Bu Menekşeleri Senin İçin Topladım, Gümüş Kemerli Kız, Ayışığı Sonatı, Barışa Özlem, Lacivert Mayolu Kız, Bunca Yağmurların Söndüremediği

Prof. Dr. Hüsnü A.Göksel hayatını hastalarını iyileştirmeye adamış bir doktor olmasının yanı sıra sanata da büyük katkılar sağlamış bir insandı. Ölümün ardından 14 yıl geçmiş olmasına karşın Tıp bilimine ve Sanat’ a yaptığı katkıların etkisi hala sürmektedir. Piyasaya çıkarttığı pek çok romanı bulunan Göksel aynı zamanda Başkent Hastanesi’nin kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ında bir zamanlar hocalığını yapmıştır. Bu nedenle meslek hayatının son 15 yılında Başkent Hastanesi’nde ona ayrılan odasında çalışmıştır. Bu söyleşi ile birlikte okuyucularımıza Dr.Hüsnü Göksel’i daha yakından tanıma fırsatı tanıyor ve aynı zamanda başarılarını tekrar anıyoruz. Bu önemli insanı daha yakından tanımak adına 13 yıllık iş arkadaşı Tülay Özbulut ile buluştuk. İşte o söyleşi...

Dr.Hüsnü Göksel’den biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl bir insandı?
Hüsnü Bey çok modern, sosyal, demokratik, insanlara ve hayata bakış açısı çok olumlu ve bu nedenle de pozitif bir insandı. İşinde çok başarılı bir insandı. Aynı zamanda özenli ve saygılı biriydi. Mütevazi olduğunu da söylemeden geçmek istemiyorum. Adını ve soyadını sorduklarında Profesörliük ünvanını söyleme ihtiyacı duymaz ve kendisini Doktor Hüsnü Göksel olarak tanıtırdı. 

Nasıl bir doktordu?
Hüsnü Bey çok başarılı bir doktordu. Önce Amerika’da çalıştı ancak daha sonra Türkiye’yi özlediği için geri dönüp burada çalışmaya devam etti. Mehmet Haberal Başkent Hastane’sini ilk kurduğunda da Hüsnü Bey’in onunla çalışmasını çok istedi. Bende onunla Başkent Hastane’sine başladığı zaman çalışmaya başladım. Çok iyi bir cerrah ve patalog olduğu için başka şehirlerden pek çok hastası gelirdi. Aynı zamanda hastaları ile çok ilgili bir doktordu ve  hastaları ile olan iletişimi çok güçlü idi. Hastalarının  kanser olduğunu kesinleştirmek amacı ile mikroskopundan kendisi inceleme yapar ardından gerekli görürse cerrahiye karar verirdi.

İnsanlarla olan ilişkisi nasıldı?
Daha öncede söylediğim gibi iletişimi çok güçlü bir insandı. Önyargıları olamayan birisi olduğu için herkesle çok iyi anlaşırdı. Düşünceli bir insan olduğu içinde çevresi tarafından çok sevilirdi. Onunla çalıştığım yıllar içerisinde hiç sinirlendiği bir zamana rastlamadım. Etrafına neşe saçar ve herkesi güldürürdü, onunla çalıştığım yıllar içerisinde bir gün bile kötü geçen iş günüm olmadı.

Yazarlık yönünden bahseder misiniz?
Hüsnü Bey uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Ardından bu köşe yazılarını derlediği bir kitap çıkarttı. Bunu dışında yaklaşık 7 adet romanı mevcut. O dönemler bilgisayar kullanımı bu kadar yaygın değildi, romanlarını el yazıları ile yazar bilgisayara ben geçirirdim. Romanları o kadar başarılıydı ki bazen okuduğum bölümün heycanına kapılır devamını merak eder ve yazmayı bırakıp okurdum. Okumam bittikten sonra da bilgisayara geçirmeye devam ederdim. Gerçekten çok iyi bir yazardı ve kitapları da çok tuttu.

Politika ile olan alakası nedir?
Politika ile çok ilgiliydi. Bu nedenle de politik köşe yazıları yazardı. Gündem ile çok ilgili bir insandı. Eleştirel yaklaşımlarını hiçbir zaman sakınmaz ancak güzel görüğü zamanlarda da bunun hakkını verirdi. Politikaya dahil olmayı hiçbir zaman düşünmedi çünkü yazarlık ve doktorluk fazlaca zamanını almaktaydı. Bu nedenle önceliği mesleğine ve sanata verdi.

Son yıllarından bahseder misiniz?
Kansere yakalandığını öğrendiği zaman tedavisi için gereken her şeyi yaptı ancak gerçeği de hiçbir zaman reddetmedi. Az vakti kaldığını düşündüğü için hayatı daha çok yaşamanın telaşına kapıldı. Daha çok okuması ve daha çok yazması gerektiğini söylerdi bana. Aynı zamanda kalan az vaktinde bilime daha çok katkı sağlamk için kendi durumu ile ilgili de çalışmalar yaptı. Hep daha fazla katkı yapmalıyım düşüncesinde olduğu için son günlerini dolu dolu yaşadı. 

Hayata olan bakış açısı nasıldı?
Nasıl bir insan olduğundan bahsettim bu nedenle hayata bakış açısını da az çok tahmin edebiliriz. Hayata değer veren bir insandı ve yaşadığı hayatı dolu dolu geçirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Etrafını hep güzel şeyler yapmış insanlarla doldurmaya özen gösterdi. Sanatçılara hep hayatı güzelleştiren insanlar olarak bakardı ve o da sanat ile iç içe yaşadı. Bu bakış açısı sayesinde pek çok insanın da hayatına çok fazla güzellik katmıştır. Okuttuğu pek çok öğrencisi oldu, aynı zamanda hayata geri kazandırdığı hastaları ve çevresinde onu seven arkadaşları oldu. Hayatını kaybetti ancak hayata pek çok şey kazandırdı. 
0 Comments

Geri Dönüşüm Muhteşem Olacak

5/17/2016

0 Comments

 
Kürşat Samyeli
Devran Tiyenşan
Emre Lapanta
Final Report
 

Çöp deyip geçmeyelim! Gündelik yaşamda kullanıp attığımız birçok ürün biz farketmeden yeniden hayatımızın içine giriyor. Attığımız plastik bir su şişesi; yalıtım ya da zemin malzemelerinde, eskimiş kullanılmış kablolar; hergün üzerinden geçtiğimiz asfaltın yapımında kullanılan bir madde olarak, kırılmış camlar ise yeniden şekillenip sofralarımızda sürahi olarak karşımıza çıkabilir.
Dünya’ da Geri Dönüşüm
Gelişen teknoloji ve özellikle artan çevre duyarlılığı sayesinde geri dönüşümün önemi gün geçtikçe artarken firmalar da satış politikalarını buna göre belirliyor. Günümüzde firmalar  ürünlerin kullanım ömürlerinin bittiğinde geri dönüşüme girebilmeleri için daha uygun tasarımlar yapıyor. Örneğin BMW firmasının geliştirdiği son modellerinden olan i3 serisinin iç tasarımı için kullanılan malzemeler %100 geri dönüşüm materyallerinden oluşmuş ve yine geri dönüşümle kullanılabilecek bir yapıya sahiptir.

BMW i3 modelinin iç tasarımından bir görünüm
Bu ilerlemeler sadece iç tasarım için kullanılan malzemelerle sınırlı kalmamış aynı zamanda enerji sağlayan bataryalar ve pillerin geri dönüşümü için adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu anlamda Amerikan firması olan ve elektrikli araç üreten TESLA, S3 modelinde kullanmış olduğu pillerin geri dönüşümü için  fabrikalarında geri dönüşüm departmanları oluştururarak kullanım ömrü biten pilleri tekrar üretime kazandırıyor.

Tesla S3 Modelinin Bataryalarından  Bir Görünüm
                Türkiye’ de Dönüşmeyen İl Kalmayacak
Bu  gelişmeler artan insan nüfusuyla daha da çok zarar görebilecek olan dünya için umut ışığı oluştururken ülkemizde de bu alanda gelişmeler yaşanmaktadır. 2018 yılında yürürlüğe girecek olan AB Uyum Yasaları gereği her  büyükşehir ve il belediyeleri kendine ait geri dönüşüm fabrikaları kurmak zorunda kalacak.
Geri Dönüşüm Otomatları Her Yerde Olacak
Atıklarını belli kategorilere göre toplamak zorunda kalan belediyeler halkın ilgisini çekebilmek için çeşitli ilginç projelere de yer veriyor. Geri dönüşüm otomatları ise bunlardan birisi. Bu otomatlar alışveriş merkezlerinde, iş merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, metro ve otobüs istasyonlarında, fuar ve sergi alanlarında, üniversite kampüsleri ve okullarda rahatça kullanılabiliyor. Geri dönüşüm otomatları yapan Rasyonel Teknoloji yetkilisi ve firmanın Ar-Ge sorumlusu Enis Doğru konuyla ilgili olarak “ Geri dönüşüm otomatlarına yönelik talepler gün geçtikçe artıyor. Biz geri dönüşümle ilgili projelelerimizi uzun yıllardır Türkiye’de gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda ilk projemiz olan ‘Geri Dönüşüm Otomatı’ ile 2013 yılında Bilim, Sanayii ve Teknoloji Bakanlığı tarafından desteklenen Ar-Ge firmalarından birisi olduk. Yüzde yüz yerli sermaye ve iş gücü ile üretilen geri dönüşüm otomatı ‘R1’ 2014 yılındaki lansmanımızda büyük bir ilgiyle karşılandı ve birçok basın ve yayın organıyla kamuoyuna duyuruldu. Tabii ki bu gelişmeler bir anda yaşanmadı. Firmamız, bu otomatların üretimi için 3 yılını sadece projenin tasarlanması ve üretim için gerekli olan makinelerin tesisi için harcadı. Yüzde yüz yerli sermaye ve malzeme kullanılarak gerçekleştirilen üretimler sayesinde bu otomatlar ülke ekonomisini de güçlendirmektedir. Aynı zamanda içinde bulunan akümülatör sayesinde elektriğe  ihtiyaç duymadan çalışabilen bu otomatlar, yurtdışından ithal edilen muadil diğer otomatlara göre daha ucuz ve kullanışlı. Belediyelerin yanı sıra özel sektör de yer alan firmalarda geri dönüşüm otomatları için bizimle temas halindeler. Ancak 2018 yılında AB kriterlerinin geri dönüşüm konusunda uygulanacak olması belediyelerin konuya olan ilgisini daha da arttırıyor.” dedi
 Belediyeler bu otomatlar sayesinde karışık ürünler yerine toplamak istediği hedef ham maddeleri toplarken aynı zamanda otomatlara belli sayıda atılan ürünlere karşılık makinelerin verdiği çeşitli hediyeler sayesinde geri dönüşümü daha da ilgi çekici hale getirmeye çalışıyor.

Karaman Belediyesi’nin kullandığı geri dönüşüm otomatlarından biri
Sokak Hayvanları da Geri Dönüşümden Yararlanacak
Karaman Belediyesi’nin kullanmış olduğu geri dönüşüm otomatlarına atılan her beş pet şişeye bir kalem veriliyor. Ancak hediyeler sadece kalemlerle sınırlı değil, otomat üreticileri sokak hayvanlarını da unutmamışlar. Bazı otomat çeşitleri ise atılan ürünlere karşılık kedi, köpek maması vererek atacağımız çöplerle onlara yardım etme fırsatını sunuyor.

Osmangazi Belediyesi’nin kullanmış olduğu mamamatiklerden birisi
İleri Teknoloji Geri Dönüşüm Makineleri Artık Türkiye’de
Ülkemizde  geri dönüşüm otomatlarının yanı sıra konuda ilgi çeken başka bir ilerleme ise gelişmiş geri dönüşüm makinelerinin kullanılmaya başlanması oldu. Büyük ya da küçük elektrikle çalışan her madde geri dönüşümle ekonomiye tekrar kazandırılıyor. Elektronik ürünlerden zararlı metaller kontrollü bir şekilde ayrıştırılırken bu ürünlerde eser miktarda altın ve gümüş de bulunuyor. Bu altın ve gümüşün ayrımı bu yıla kadar yurtdışında yapılıyordu. Ancak Ankaralı bir yatırımcının girişimleriyle Türkiye’ye gelen sistemle artık bu işlem yurtiçinde de yapılabiliyor. Saatte 550 kg kapasitesi olan bu sistemle elektronik ürünler, kırılıp ve ayrıştırılıp kum haline getiriliyor. Bu alet sayesinde elektronik aletlerin içinde olan altın ve gümüşler eritilerek yeniden kazanılabiliyor.
 Ankaralı girişimci Recep Tosun makinenin Türkiye’ye geliş hikayesi hakkında “Geçmişten beridir hurda sektöründe çalışıyoruz siz de takdir edersiniz ki Türkiye son yıllarda bir atılım sürecinin içerisinde bizde kendi sektörümüzde böyle bir adım attık. Makinelerin alımından önce biz elektronik eşyaların hurdalarını, toptan fiyatına, çok ucuz bir bedel karşılığında yurtdışına gönderiyorduk. Kardeşim konuyla çok alakalıdır. İtalyan bir firmanın bu tip makinelerinin olduğunu ve iş yapabileceğimizi söylediğinde iç piyasada bu işlemi gerçekleştiren hiçbir firmanın olmadığını farkettik. Tabiki bu durum bizde tedirginliğe sebep oldu. Makinelerin fiyatlarını söylemek olmaz. Ancak ciddi bir maliyetin altına girdiğimizi de bilmenizi isterim. Bu kadar parayı verip çıkartamayacağımızdan daha doğrusu iş yapamayacağımızdan korktuk. Fakat makinelerin Ankara’daki fabrikamıza ulaşmasıyla birlikte  ilgi görmeye başlaması bizi umutlandırdı. Şu anda Allah’a şükürler olsun ki bu alanda Türkiye’de en çok tercih edilen firmayız. Tabiki durmak, bu kadar yeter demek bizlere yakışmaz yeni siparişlerimizi verdik öncelikli hedefimiz Ankara’ya yani Türkiye’nin başkentine yakışır nitelikte geri dönüşümle ilgili mega bir tesis kurmak, bu süreç uzun ve zorlu bir süreç ama devletimizin katkılarıyla biz bunu da gerçekleştireceğimize inanıyoruz.” dedi.

Türkiye’de kullanılmaya başkayan ileri teknoloji geri dönüşüm makinelerinden birisi
Sonuç olarak geri dönüşüm, artık insanlık ve dünyamız için vazgeçilmez olmaya başladı. Dünya’da geri dönüşüm için gerekli olan adımlar, bazı ülkelerde çok ciddi şekilde atılırken, Türkiye’de geri dönüşüm konusu biraz AB ve devletin zoruyla birazda iç piyasanın konuya olan ilgisiyle gelişiyor. Geri dönüşüm  için atılan adımlar, hem ekonomik hem de ekolojik olarak fayda sağlarken, eğlenceli, ilgi çeken ve farkındalığı arttıran projeler sayesinde daha çok insana ulaşıyor.

0 Comments

Bilkent Üniversitesi Otoparklarında Öğrenciler Yer Bulamıyor

5/17/2016

0 Comments

 


Öykü Çetinkale
Dilara Ercan

Son yıllarda hızla artan araç sayısı Bilkent Üniversitesi’nde de etkisini göstermeye başladı. Öğrenciler kampüse geldiklerinde park yerlerinde hiç yer olmamasından şikayet etmeye başladılar. Peki kampüste gerçekten park sorunu var mı? Park edilen alanlar yeterli mi yoksa yetersiz mi? 2016 yılı itibari ile Trafik Sistemi’nde 3 bin öğrenci aracı ve 2 bin akademik personel araç kaydı bulunuyor. Kampüsteki en büyük otopark olan mescit otoparkı, 600 araçlık kapasiteye sahip, öğrenciler genellikle mescit otoparkında yer bulmaya çalıştıklarından bahsediyorlar ve günün belirli saatlerde geldiklerinde, yer bulmanın bir köşe kapmacadan farksız olduğunu söylüyorlar. Yetkililere öğrencilerden gelen birçok şikayet ve dilekçelere rağmen, çözüm üretilemediği ve park sorununun öğrenciler için büyük sorun oluşturmaya devam edeceği görülüyor. Yaptığımız röportajlar sonucunda aldığımız cevaplara göre, birçok öğrenci alınan sticker ücretlerinin ne için kullanıldığını bilmiyor. Sticker ücretlerinin yardımı ile neden yeni otoparklar yapılmadığı ve öğrencilerin yaşadığı bu park sorununa bir çözüm getirilmediği hala büyük bir soru işareti olmaya devam ediyor.

Sorunu Çözmek Adına Neler Yapılıyor?
 
Trafik ofisinin yetkili amiri Sabahattin Bey otopark sıkıntısının olmadığını açıkladı. Yaklaşık 4300 öğrenci aracının sisteme kayıtlı olduğunu ve okulda 5000’den fazla araç için park yeri bulunduğunu ifade ederek, öğrencilerin binalara yakın olmak istediği için bu problemin ortaya çıktığını sözlerine ekledi. Her dönem yaklaşık 25 oryantasyon yapan trafik ekibi, öğrencileri okuldaki bütün otoparklardan haberdar etmeye ve mümkün mertebede eşit dağılmaları için çalıştıklarını dile getirdi. “Eğer öğrenciler ders vaktinden daha erken gelip binalara yürümeyi göze alırlarsa sorunun ortaya kalkacağına eminiz. Şu an yeni bir otopark yapımı söz konusu değil.” şeklinde, sorulara yanıt verdi. Fakat öğrenciler hala sorunun ortadan kalkmadığının üzerinde durmaktalar. Aynı zamanda park yeri büyütme çalışmaları için belediyeden alınması gereken izinler olduğu şeklinde spekülasyonlar da öğrenciler arasında konuşulmakta.
 
 “Teşvik Edici Bir Ödül Sistemi!”
 
Endüstri Mühendisliği 2.sınıf öğrencisi Elifnaz Geçer ise okula çoğunlukla erken gelenlerden olduğunu söylüyor. Bütün öğrencilerin sınıflara en yakın park yerlerine park etmeye çalıştığını gözlemleyen Geçer, teşvik edici bir ödül sistemi yapılmasından yana. “Belki kampüse biraz daha az yakın ama hala yürüme mesafesindeki yerler otoparka açılabilir. Ya da en revaçtaki Speed Cafe benzeri yerlere zaman sınırlaması getirilip sirkülasyon sağlanabilir.” Aynı zamanda öğrencilerin bu konuda biraz daha hoşgörülü olması gerektiğini savunuyor; otoparkta kimi zaman park yeri yüzünden kavgalara ve tartışmalara tanıklık ettiğini dile getiriyor. “Herkes ders saatine beş dakika kala geldiği için çok gergin ve stresli oluyor. Böyle bir ortamda da kim önce geldi tartışması da kaçınılmaz oluyor haliyle. Ben de bundan uzak durmak için erken geliyorum.”
 
“Kimse Özel Aracı Tercih Etmiyor, Zorunda Kalıyor”
 
Kaan Akıncı ise 3 yıldır Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi. Akıncı, sıkıntının otopark yapılması ile değil; üniversitenin daha çok ulaşım aracı tahsis etmesiyle çözüleceğine inananlardan.
“Trafik ve park etme sıkıntısı gibi nedenlerden dolayı, herkesin özel araba kullanmayı tercih ettiğini düşünmüyorum. Semt servisleri kısıtlı, çok az sayıda ve çok sınırlı saatlerde kalkıyor. Öğlen vakti dersi biten bir öğrencinin, 5.40’a kadar servis beklemesi pek mümkün değil. Bana göre, Tunus’a bu kadar sık araç kalkmasının bir anlamı yok. Ankara’nın başka yerlerine de seferler düzenlenebilir. Ayrıca gün içinde de üniversiteden kalkarsa yığılma yaşanmaz.”
Konu ile ilgili arkadaşlarıyla trafik ofisine başvurulması gerektiğini düşünen Akıncı, öğrencilerin fazla servis için internet üzerinden imza toplamasının yeterli olacağını savunuyor. Kaan ile aynı fikirde olan bir diğer öğrenci ise Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü son sınıf öğrencisi Zeynep Boyacıoğlu.
 
Boyacıoğlu: “Ring Yapılırsa Araba Kullanmaktan Vazgeçeceğim”
 
Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde  4.sınıf öğrencisi olan Zeynep Boyacıoğlu, Beysukent’te yaşadığını ve günde iki veya üç kez ring servisi olursa kendisi de dahil birçok kişinin kampüse araba ile gelmekten vazgeçeceğini ifade ediyor. Eğer otopark genişletilemiyorsa, böyle bir çözüm ile park sorununa bir son vermenin mümkün olduğunu hatırlatıyor. “Her sabah okula geldiğimde derse geç kalma korkusu yaşıyorum. Angora Evleri’nde oturuyorum, ki Bilkent’e çok yakın bir yer. Çayyolu - Beysukent yakınlarına bir ring yapılırsa araba kullanmaktan vazgeçeceğim. Bu araçlar gün içinde 2-3 kere kalkarsa bir çok kişi otobüsü tercih edecektir. Asıl çözüm otopark genişletmek değil; toplu taşımayı arttırmakta bence. “
 
Problem her ne kadar yönetim tarafından öğrenci kaynaklı olarak görülse de duruma tepki gösteren daha birçok öğrenci var. Zamanla daha da artacak park yeri ihtiyacının, daha çok otobüs hizmeti ile mi yoksa yeni bir otopark inşası ile mi çözüleceği kararı, yine son yetkili mercii olan okul yönetiminde olacak. Trafik ofisinin her yıl düzenlediği oryantasyonlarda güvenli araç sürüş teknikleri ve toplu taşıma araçlarının kullanımı yönünde öğrencileri teşvik edici seminerler düzenlenmesi şimdilik Bilkent Üniversitesi’nin soruna dair çözüm çalışması olarak nitelendirilse de, yıllar geçtikçe öğrenci alımı artan üniversitenin sıkıntıyla nasıl baş edeceği ise merak edilen bir soru olmaya devam ediyor.

0 Comments
<<Previous

    COMD 331

    Bilkent COMD 331
    Final Projeleri

    Arşiv

    May 2016

    Kategoriler

    All

    RSS Feed

Powered by Create your own unique website with customizable templates.