Kalıpları Yıkan Spiker: Mehpare Çelik
İnci Işık, Şebnem Türe / 28 Aralık 2020
Serüvenin başladığı yer: Ankara
“26 Mart 1950 yılında Ankara’da doğdum” diyerek başlıyor konuşmasına Mehpare Çelik. Çok geçmeden, Ankara’nın onun hayatındaki önemine tanıklık ediyoruz. Yetmiş senedir burada yaşadığına dikkat çeken Çelik, aynı zamanda tüm eğitim hayatını da bu şehirde tamamladığına değiniyor. Bir memur şehrinde, memur bir ailenin çocuğu olarak hayata başlamasının da onun kimliğinde önemli bir yeri olduğunu anlıyoruz. Hemen soruyoruz; aile ortamını, öğreniminin ilk yıllarını, ve onu spikerlik kariyerinde geldiği noktaya ulaştıran erken deneyimlerini...
Fırından yeni çıkan gazeteler
Sanki ekmek sunar gibi… Mehpare Çelik babasının çok iyi bir okuyucu olduğunu anlatarak başlıyor söze. Özellikle babasının her sabah “Fırından yeni çıktı!” diyerek büyük bir heyecanla kahvaltı masasına getirdiği gazetelerden bahsediyor. Daha sonra kızının ülkemizin en ünlü spikerlerinden biri olacağından, Ankara Gazeteciler Cemiyeti gibi kuruluşlarda yönetim kurulu üyesi olarak çalışacağından habersiz, okumanın ve dünyadan haberdar olmanın önemini kızına erken yaşlarda aşılıyor babası.
Bu noktada onu çok duygulandıran bir anıya da şahitlik ediyoruz. Yine birgün kahvaltı masasına gazete getiren babasının ekmek getirmediğini fark ediyorlar. Annesi durumu sorguladığında “Sadece gazete alacak para vardı.” diye yanıt veriyor babası. Her ne kadar annesi “O zaman oturup yersiniz o gazeteyi!” diye kızsa da, Mehpare Hocamızın karakterini oluşturacak anılardan birini hediye etmiş oluyor babası bu davranışıyla. Kızına bilginin, bilgi edinmenin ve bilgi vermenin ekmek gibi kutsal olduğunu; ve öğrenmeye olan açlığın ise en az fiziksel olarak duyduğumuz açlık kadar ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. İşte bu onun hayatı boyunca insanlara bilgi iletmek ve onlarla beraber kendini de entelektüel olarak geliştirmek konusundaki tutkusunun temellerini atıyor.
“Ankara Radyosu Çocuk Saati beni öyle bir yoğurdu ki...”
1958 yılında henüz sekiz yaşındayken girdiği Ankara Radyosu Çocuk Kulübü ve bu kulübün öncülüğünde düzenlenen Çocuk Saati radyo programının Çelik’in hayatındaki yeriyle devam ediyoruz sohbetimize. “Ankara Radyosu Çocuk Saati beni öyle bir yoğurdu ki...” diyor Mehpare Çelik. Bu ilk mikrofon başında konuşma deneyimini, henüz boyu yetişmediği için portakal sandıklarının üzerinde gerçekleştirdiğini ekliyor ve o günleri gülümseyerek hatırlıyor. Bu kulübün çok değerli insanlar tarafından yürütüldüğüne ve yine bir dönemin Türk aydınının orada yetiştiğine dikkat çekiyor Çelik. “Hocalarım Cüneyt Gökçer’di, Asuman Korat’tı, Nüzhet Şenbay’dı” diyor ve biz de onun ülkemizi kültürel açıdan zenginleştirmeyi görev edinmesinde bu aydın isimlerden etkilendiğini anlıyoruz. Böylesine bir eğitimden Çocuk Saati’ndeki devre arkadaşları da etkilenmiş olacak ki onlar da gelecekte ülkemizi çağdaşlaştırma yolunda emek veren kişiler haline geliyorlar. Rüştü Asyalı, Cihan Ünal, Çetin Tekindor ve Selçuk Yöntem… “Hepsiyle birlikte büyüdük” diyor Mehpare Çelik.
Bir de Ankara Radyosu Çocuk Saati programında mikrofon başında oynadığı bir oyun var ki, hafızasından asla silinmemiş: Anne Frank’ın Hatıra Defteri. Oyunun konu aldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarını bu sayede öğrendiğinden ve çok etkilendiğinden, performansı da çok takdir ediliyor Mehpare Hocamızın. Bu oyun dinleyicide öyle yankı buluyor ki daha günümüzden dört beş yıl kadar önce bile yolda karşılaştığı birinin bu oyundaki performansı hakkındaki sözlerinin onu ne kadar etkilediğinden bahsediyor bize. Biz de radyoda yapılan yayınlarla hiç beklemediğimiz yerlerden, hiç görmediğimiz insanlara ulaşmanın ve onları etkileyebilmenin büyülü gücünü bir kez daha keşfetmiş oluyoruz. Yıllar sonra “Merhaba, siz Mehpare Çelik’siniz değil mi?” diye soruyor hiç tanımadığı birisi yolda onu durdurup. “Anne Frank’i unutamıyorum”...
İnşaat Mühendisi Mehpare Çelik
“Aman çocuğum, kolunuzda bir altın bileziğiniz olsun”; geleneksel aile yapısında, çocukları için en iyisini isteyen, onların geleceğini sağlam temeller üzerine kurmalarını önemseyen bir baba tarafından söylenmiş bir cümle bu. Mehpare Çelik de babasını kırmıyor ve onun hatırına inşaat mühendisliği okumaya başlıyor. Öte yandan geleceğini mühendislik üzerine kurmamış olmasından da çok memnun. “Taş, demir, betonyer… Bunlar bana hep çok uzak şeyler” diyor Çelik. Hayatı boyunca sosyal bilimlere meyilli olduğundan bahsediyor. Hep sosyal konularda okumalar yaptığını, şiir okumaktan büyük zevk aldığını, iyi bir konuşmacı ve iyi bir münazaracı olduğunu anlatıyor tek tek. Sosyal konulara yatkınlığına karşın hep fen bölümlerinde, fen sınıflarında okumasını da bir şekilde anlamlandırmayı başarmış. Belki de bu bölümlerde okurken, sosyal konulardaki eksikliği kendi bireysel katkısıyla tamamlayabileceğini hissettiğini söylüyor Çelik. Oysa babasına söz verdiği “altın bileziği” koluna taktığından, yani mühendislik diplomasını aldıktan sonra bir daha bu alana geri dönmediğini, hatta şu anda diplomasının nerede olduğunu dahi bilmediğini söylüyor. Babasının da zaten onun tiyatroya ve sosyal bilimlere eğilimini fark ettiğini belirtiyor Mehpare Çelik. Mezun olduğunda da “Bu noktadan sonra ne istersen onu yap” diyerek onun konservatuar sınavlarına çalışmasını destekliyor babası.
Konservatuar sınavlarına hazırlık zamanı
1970 yılında veya hocamızın deyişiyle “Betonarmeden diploma tezini tamamlamaya çalıştığı günlerde”, Rüştü Asyalı; Cihan Ünal gibi isimler Ankara Çocuk Saati deneyimleri sonrasında konservatuar sınavlarına hazırlanmaya başlarlar. Birlikte büyüdüğü bu insanlarla birlikte Çelik’in de ilk hedefi oyunculuk olmuş. Evde Hamlet ezberlerken mühendislikten mezun olduktan sonra, bahsettiğimiz gibi, bu alanda uzman olarak çalışmayı düşünmektedir. Ta ki Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun (TRT) bir duyurusu ile karşılaşana kadar: “Türkiye radyolarında ve televizyonda anonsör olarak çalıştırılmak üzere spiker alımı yapılacaktır”.
Kalıpları Yıkan Bir Spiker
Mehpare Çelik, arkadaşlarına bu duyurudan ilk söz ettiğinde ciddi eleştiriler ile karşılaşmış. Asyalı ve Ünal onun “dramatize yönünün”, yani bir metni yaşayarak anlatma yeteneğinin kuvvetli olduğunu söyleyerek onu spiker olmaktan vazgeçirmeye çalışmış. Öyle ki spiker olduğu takdirde tekdüze konuşması gerektiği ve sesiyle bir oyuncu gibi oynayamayacağı konusunda onu uyarmışlar. “Ben buna katılmıyorum.” diyor Mehpare Çelik. Bir metni öyle güzel, öyle vurgulu okursunuz ki karşıdakine vermek istediğiniz duyguyu çok daha net iletirsiniz diye ekliyor. Kendisini özel yapanın da bu olduğunu hemen fark ediyoruz. Öyle ki Mehpare Çelik, ülkemizde spikerliğin kalıplaşmış ‘nötr’ söylemini yıkan ilk kişi olarak tanınıyor. Öte yandan Çelik, Ankara Radyosu Çocuk Saati’nde yetişip sonrasında spiker olarak kariyerine devam eden ikinci isim. Bu noktada bunu ilk başaran ve daha sonra BBC’de çalışan usta spiker Ülkü İmset’i anıyoruz birlikte. Sonrasında metinleri tekdüze okumanın insanları etkilemeyeceğini, spikerin kendi yorumunu katması ve sesiyle oynayabilmesinin önemini anlatıyor bizlere. Tabii bunu haber metinlerini aktarırken yapamayacağımız konusunda da uyarmayı ihmal etmiyor. Haber metinlerinde yorum katmamanın ve nötr kalmanın daha doğru olduğunu söylüyor. Hayatından bir anıyla da örneklendiriyor bu durumu. Kendisi haber sunarken bazen sesiyle oynamamak için o kadar zorlanırmış ki, tırnaklarını avuçlarına geçirirmiş haberi okurken. Tabii bir metni hangi durumda ve ne şekilde sunması gerektiğini ona aşılayan çok ciddi bir eğitimden geçtiğini de atlamamak gerek...
“Böyle spiker olunuyordu…”
Mehpare Çelik’in bu kadar başarılı ve kalıpları yıkan bir spiker olarak tanınmasında TRT çatısı altında aldığı eğitimin etkisi büyük olmuş. Spiker alımı yapılacağını öğrendikten sonra 10.000 kişilik bir genel kültür sınavından geçerek başlamış serüvenine. O 10 bin kişi, 1000 kişiye, devamında 100 kişiye ve en sonunda da 50 kişiye düşmüş. Mehpare Çelik tüm bu aşamaları başarıyla geçmiş. Sonrasında programcılar ve spikerler olarak ayrılarak iki ayrı grupta eğitim almaya başlamışlar. Çelik, programcılığı seçen Uğur Dündar gibi yine birçok değerli isimle devre arkadaşlığı yapmış bu eğitimde.
Bu noktada eğitimin içeriği üzerinde de durmak gerekiyor. Tüm işlerini bırakıp, bir buçuk yıl boyunca sabahtan akşama kadar, tam mesaili bir eğitim almalarını şart tutmuş TRT. “Başka bir yerde çalışıyorsan istifa edip geliyordun” diyerek o dönemin spikerlik eğitimlerinin zorluğunu ve zorunluluğunu vurguluyor Mehpare Çelik. “Genel kültürle beynimizi yıkadılar” diye ekliyor. Anayasa hukuku, deniz hukuku, ticaret hukuku, aruz vezni okunması derken birbirinden farklı pek çok konuda dersler almışlar. Hem de eski Dışişleri Bakanı anayasa profesörü Mümtaz Soysal gibi büyük isimlerden.
Bir buçuk, iki yıllık eğitimin sonunda Mehpare Çelik ve devre arkadaşları olarak, programcılardan dokuz kişi ve spikerlerden de on kişi sınava girmişler. “Bir tek ben kazandım, on bin kişiden...” diyor Mehpare Çelik. Sınavı kazandıktan sonra, kendi için “Ben çok kötü bir mühendis olacağım” diye düşünmüş. “Ama çok iyi bir spiker oldum, artık hiç tevazu göstermedim” diyerek, aldıkları kapsamlı eğitimin kuvvetini sebep olarak gösteriyor Mehpare Hoca. “Biraz da yeteneğin varsa, sen o eğitimi çok iyi yoğurabiliyorsun” diye ekliyor.
O zamanlar, aldıkları bu detaylı ve zorlayıcı; çeşitli konular üzerine olan eğitimler için “Spikerlikte anayasa hukukunun ne işi var acaba” gibi cümlelerle kendi kendine düşündüğünü söylüyor Mehpare Hocamız, ve bir anısını anlatıyor… Bu kapsamlı eğitimden yıllar geçtikten sonra bir gün, televizyonda canlı olarak Gün Başlıyor programını sunarken çalışma arkadaşlarına sormuş: “Konuğumuz kim?”. “Mümtaz Hoca” demişler. “ ‘Ne konuşacağız’ diye sordum, ‘Anayasa’ dediler”... Anında geçmişte aldığı dersleri hatırlayan Mehpare Çelik, “Ben artık o adama ne soracağımı çok iyi biliyordum” diyerek aldığı TRT eğitiminin önemini vurguluyor.
“Dünyaya, ibret-i âlem için bir yayın yapacağız...”
Mehpare Çelik, uzun bir süre TRT Radyosu’nda birçok canlı yayında ve programda spikerlik yapmış. Bir süre sonra TRT yalnızca radyo yayını değil, ulusal televizyon yayınları da yapmaya başlamış. Yaklaşık 15 yıl kadar süren radyoculuk kariyerinin ardından 1990 yılında TRT Ankara Televizyonu’na baş spiker olarak atanan Mehpare Çelik, 2000 yılında emekli olana dek görevine devam etmiş ve o dönemde Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nde yönetim kurulu üyeliği yapmış. Bu sırada yürütülen kampanyalardan ve yaptığı yayıncılıktan bahsediyor Mehpare Hoca. Örneğin; 1999 Depreminde 30 gün süren bir yayın yaptığını, bu yayında bağış topladığını söylüyor. O günlere döndükçe yayıncılığın ve yayının ağırlığı bir kez daha anlaşılıyor...
Bir başka örneğe daha değiniyor Çelik. 1995 yılının Mart ayında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bir iç güvenlik harekâtı icra edilmiş. Bu operasyon adına Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından başlatılan ve TRT Kurumu tarafından da desteklenen “Haydi Türkiye Mehmetçikle ELELE” isimli bir maddi yardım kampanyası düzenlenmiş. Televizyonda çalıştığı yıllar içerisinde birçok programda sunuculuk yapan Çelik, bu yardım kampanyasında kesintisiz 60 saat yayın yaptığını belirterek “Hiç yerimden kalkmadan 3 gün TSK için bağış topladım” diyor. Kampanyanın ortaya çıkışını “Bir gün bir haber çıktı: ‘Jetlerimizi uçurmak için benzin alacak paramız yok’ diye. Bu haber bizi çok rencide etti. TRT ayağa kalktı, ‘Kampanya yapıyoruz’ dedi” ifadeleriyle anlatan Mehpare Çelik, 60 saat kesintisiz süren yayın için Almanya Başbakanı’nın bile konuşmak zorunda kaldığını söyledi.
Böylesi bir yayıncılığı dinlerken, olayı kavramak adına birçok soru beliriyor akıllarda. Biz de hemen sorduk: “Nasıl oldu bu?”. Şu an bile kendinde o gücün nasıl olduğunu bilmediğini söyleyen Çelik, dönemin TRT genel müdürünün kararlılıkla kendine gelişini ve “yüzümüzü kara çıkarma” deyişini anlattı. “Ne yapacağım” sorusuna “Dünyaya, ibret-i âlem için bir yayın yapacağız” cevabını aldıktan sonra, o ‘beynini kurmak’ var ya… O andan itibaren beynini üç güne kurmuş Mehpare Çelik. En ufak bir yorgunluk belirtisi dahi olmadan, bantların girdiği dakikalarda hızlıca ihtiyaçlarını gidererek 60 saat kesintisiz yayın yapmış. Genel müdürün kendi için çok endişelendiğini belirtiyor Mehpare Hoca: “Ölecek kız!”. “Ölmeyecektim, kendimi hazırlamıştım; fakat gelip bana ‘Mehpare kampanya çok iyi gidiyor, üç değil dört gün olacak’ dedikleri an ben göçerdim” şeklinde açıklıyor hocamız o günkü ruh hâlini. Yaptıkları kampanya sayesinde o dönemin parasıyla yedi trilyon lira toplanmış. Mehpare Hoca’nın aktardığına göre bugün o parayı, Gaziler Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak görüyoruz; tam da Bilkent’e gelirken gördüğümüz Ankara Şehir Hastanesi’nin karşısındaki o bina bu. Müthiş bir teknolojiyle kurulan ve tüm dünyaya örnek olacak nitelikte olan bu kurumun girişinde, üzerinde ‘Buranın yapımında emeği geçen Mehpare Çelik’e…’ yazan bir teşekkür plaketi bulunuyor. O dönemdeki yayıncılığını işine olan inancına bağlayan Mehpare Çelik, bu görevin spikerlik üstü olduğunu ve bu tür çalışmaların damardan geldiğini söylüyor. Eğer işimize güvenirsek ve kendimize inanırsak, alıp götürürmüşüz…
“Bilkent benim eğiticiliğimi eğitti…”
Emekliliğinden hemen önce, Bilkent Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu, Mehpare Çelik’in Mütercim-Tercümanlık bölümü öğrencilerine Türkçe diksiyon eğitimi vermesi için TRT Genel Müdürlüğünden izin istemiş. “Çocuklar çeviri yapacaklarsa benden iyi Türkçe bilmeleri lazım” diyen Mehpare Hoca; Bilkent’e gelişinin oyuncu, yönetmen ve çevirmen olan Olcay Poyraz’dan geçtiğini söylüyor. Kendisinden önce burada ders veren Olcay Poyraz, giderken yerine geçmesi için Mehpare Çelik’in ismini önermiş. Memuriyette başka bir yerde çalışmak yasak olsa dahi, o ‘başka bir yer’ eğitim kurumu olduğu için genel müdürlük izin verdiği takdirde çalışılabiliyormuş. Daha önce spikerlik eğitimi verdiğini; fakat hiç Türkçe dili eğitimi vermediğini söyleyerek, “Bilkent benim eğiticiliğimi eğitti” ifadeleriyle Bilkent’teki 20 yılını sevgiyle selamlıyor Mehpare Hocamız.
Bilkent’te göreve geldikten yaklaşık iki yıl sonra - kendine ulaşmaları ve çağırmaları üzerine - henüz kurulan Radyo Bilkent’te de ders vermeye başlayan Mehpare Çelik, Radyo Bilkent’ten ve oradaki öğrencilerinden bahsederken “inci tanelerim” kelimelerini kullanıyor. Yayıncılıkla bu kurumda ilk kez karşılaşanlar için, verdiği diksiyon ve ses eğitimlerinde TRT’den öğrenip içselleştirdiği “Yayının namusu vardır” mottosunu vurgularken anlamını da çok güzel açıklıyor Mehpare Hocamız: cevap hakkı doğurmayacaksın, yorum yapmayacaksın, rencide etmeyeceksin, Türkçede her şeyi söylemek mümkün ama üslubuna uygun söyleyeceksin, soru sormayı bileceksin… Radyo Bilkent’te çok amatör bir ruhla; fakat çok profesyonelce iş yapıldığını söylerken şunu da belirtiyor Mehpare Çelik: “Antene çıktın mı profesyonelsindir”.
Dil, ulusun çimentosudur...
Mehpare Çelik’e Türkçeye verdiği değerin kaynağını sorduk. Bize Anayasa’nın 3. maddesiyle cevap verdi: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”. Ulus olma; birlik olma bilinciyle yazılmış bir madde olduğunu vurgulayan Çelik, “Elbette ki her vatandaş annesinin karnından beri duyduğu dili konuşacak, her dile saygımız var” diye ekliyor. Mehpare Çelik; “Dil, bir milletin çimentosudur” diyerek Türkçenin Türkiye için önemine olan inancını da yineliyor. Belirttiğine göre birçok ülkede de benimsenen yaklaşım da bu şekilde. Çelik, örnek olarak İspanya parlamentosunun, birliği korumak adına, Katalanca’nın ikinci anadil olmasını reddettiğine değindi. Sebebiyse çok basit: “Sokağa çıktığımızda neyle anlaşıyorsak, bizi bir arada tutan o dildir, bizim kimliğimizdir…”.
“Benim Türkçeye vefa borcum var…”
Mehpare Çelik’le Türkçeye olan bu sevgisinin temellerini bulmaya çalıştık. “Dünyada melodisi olan, aksanı olan, kulağa şarkı gibi gelen iki dil var” diyor Mehpare Hocamız. Biri Fransızca, diğeri Türkçe. “Türkçe vurgu dilidir; düzgün konuşulursa kafa çevirttirir”. Diline aşık olduğunu belirten Çelik, Türkçedeki büyüleyici sözcüklere dikkat çekiyor ve şairane bir şekilde cevaplıyor: “ ‘Gönül gurbet ele varma / Ya gelinir ya gelinmez’. Bu cümlenin başka hiçbir dilde karşılığı yok!”. Sırf bu dizelerde de görüldüğü gibi, ne ‘gönül’ kelimesinin ne de ‘gurbet’ bir başka dile çevirisi var. Hepsi öz Türkçede olmasa dahi artık dilimize yerleşmiş olan bu kelimelerin Türkçede taşıdıkları anlam, bir kelimeden daha fazlası…
“Kırk yıldır ekmeğimi Türkçeden yiyorum; benim Türkçeye vefa borcum, vicdan borcum var” ifadeleriyle Türkçe sevgisini pekiştiren Mehpare Çelik, bu borcu ödemek zorunda olduğunu dile getiriyor. Yaşadığı bu yoğun duyguların temelinde yatan iki sebepten biri buymuş, birincisi içinse kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu ülkedeki bir Cumhuriyet kadını olduğunu söylüyor Mehpare Hoca. Atatürk’ün bir milletin birliği ve bölünmezliği adına ana dil kullanımının önemini vurgulayan sözlerini ekliyor konuşmasına: “Atatürk ne demiş? ‘Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ İşte bu kadar...”.
“Masumiyetinizi ve vicdanınızı kaybetmeyin…”
Küçüklüğünden beri kendi de ‘asi’ ruhluymuş ve öğrencilerini de hep ‘asi’ ruhlu yetiştirmeye çalışmış Mehpare Çelik. “İtiraz edin! Hayır deyin.” diyerek eğittiği öğrencileriyle ters düşmek onun için bir keyifmiş ve bu çekişme onu diri tutuyormuş. Kendini, ters düştükleri konularda ikna eden öğrencileri için “Başımın üstünde yeri var” diyen hocamız, öğrenmenin yaşı olmayacağını ve onun da her zaman öğrencilerinden öğrenmeye açık olduğunu belirtiyor.
Genç ruhlara seslenirken “Her şey olur” diyor Mehpare Çelik; üniversite sınavları, notlar, hepsi gelir geçer. Ona göre üniversite eğitimi insanı yaşama hazırlamalıdır; çünkü “Yaşam başka bir şey”. Üniversite eğitimi düşünmeyi, okumayı, yazmayı ve bunları başardıktan sonra korkmadan konuşmayı öğretmelidir diyor; ve buradaki “korkmamak” kelimesi de en önemlisi. İnsan olabilmek için de en büyük tavsiyesiyse şöyle: “Masumiyetinizi ve vicdanınızı kaybetmeyin, gerisi lafügüzaf”…
Yıllardır kendinden genç yaştaki insanların içerisinde bulunup, yalnızca onlarla arkadaş olmuş ve bu şekilde de kendini zinde tutmuş. “İnsanın yaşı ilerledikçe bedeninde aksamalar yaşanabilir ama ilacını alırsın geçer gider. Yalnızca beyin için ilaç bulamazsın, tek devası onu çalıştırmak” diyerek çalışkanlığını vurguluyor Mehpare Çelik ve ekliyor “Benim ağrımı sızımı algılayacak vaktim bile yok”. Dolu dolu yaşamanın ve çalışkan olmanın nece önemli olduğunu anlatırken sözlerine Ataol Behramoğlu’nun Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var şiirinin dizeleriyle devam ediyor:
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği”
Mehpare Çelik şu anda Bilkent Üniversitesi’ndeki eğitimciliğine devam ediyor ve eş zamanlı olarak Radyo Bilkent yayıncılarına verdiği diksiyon ve ses eğitimlerini sürdürüyor.
Söyleşimiz bitse de TRT eski spikeri Mehpare Çelik’in sözleri, bize ömürlük bir tecrübe kazandırdı. Böylesi bir kuvvetli yayıncıyı ve gururlu Cumhuriyet kadınını örnek alabilmek, ve hazırladığımız bu portre aracılığıyla onu yeni nesillere tanıtabilmek nihai hedefimiz. Öğrencileri olarak, bir kez daha, teşekkürler Hocam...
“26 Mart 1950 yılında Ankara’da doğdum” diyerek başlıyor konuşmasına Mehpare Çelik. Çok geçmeden, Ankara’nın onun hayatındaki önemine tanıklık ediyoruz. Yetmiş senedir burada yaşadığına dikkat çeken Çelik, aynı zamanda tüm eğitim hayatını da bu şehirde tamamladığına değiniyor. Bir memur şehrinde, memur bir ailenin çocuğu olarak hayata başlamasının da onun kimliğinde önemli bir yeri olduğunu anlıyoruz. Hemen soruyoruz; aile ortamını, öğreniminin ilk yıllarını, ve onu spikerlik kariyerinde geldiği noktaya ulaştıran erken deneyimlerini...
Fırından yeni çıkan gazeteler
Sanki ekmek sunar gibi… Mehpare Çelik babasının çok iyi bir okuyucu olduğunu anlatarak başlıyor söze. Özellikle babasının her sabah “Fırından yeni çıktı!” diyerek büyük bir heyecanla kahvaltı masasına getirdiği gazetelerden bahsediyor. Daha sonra kızının ülkemizin en ünlü spikerlerinden biri olacağından, Ankara Gazeteciler Cemiyeti gibi kuruluşlarda yönetim kurulu üyesi olarak çalışacağından habersiz, okumanın ve dünyadan haberdar olmanın önemini kızına erken yaşlarda aşılıyor babası.
Bu noktada onu çok duygulandıran bir anıya da şahitlik ediyoruz. Yine birgün kahvaltı masasına gazete getiren babasının ekmek getirmediğini fark ediyorlar. Annesi durumu sorguladığında “Sadece gazete alacak para vardı.” diye yanıt veriyor babası. Her ne kadar annesi “O zaman oturup yersiniz o gazeteyi!” diye kızsa da, Mehpare Hocamızın karakterini oluşturacak anılardan birini hediye etmiş oluyor babası bu davranışıyla. Kızına bilginin, bilgi edinmenin ve bilgi vermenin ekmek gibi kutsal olduğunu; ve öğrenmeye olan açlığın ise en az fiziksel olarak duyduğumuz açlık kadar ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. İşte bu onun hayatı boyunca insanlara bilgi iletmek ve onlarla beraber kendini de entelektüel olarak geliştirmek konusundaki tutkusunun temellerini atıyor.
“Ankara Radyosu Çocuk Saati beni öyle bir yoğurdu ki...”
1958 yılında henüz sekiz yaşındayken girdiği Ankara Radyosu Çocuk Kulübü ve bu kulübün öncülüğünde düzenlenen Çocuk Saati radyo programının Çelik’in hayatındaki yeriyle devam ediyoruz sohbetimize. “Ankara Radyosu Çocuk Saati beni öyle bir yoğurdu ki...” diyor Mehpare Çelik. Bu ilk mikrofon başında konuşma deneyimini, henüz boyu yetişmediği için portakal sandıklarının üzerinde gerçekleştirdiğini ekliyor ve o günleri gülümseyerek hatırlıyor. Bu kulübün çok değerli insanlar tarafından yürütüldüğüne ve yine bir dönemin Türk aydınının orada yetiştiğine dikkat çekiyor Çelik. “Hocalarım Cüneyt Gökçer’di, Asuman Korat’tı, Nüzhet Şenbay’dı” diyor ve biz de onun ülkemizi kültürel açıdan zenginleştirmeyi görev edinmesinde bu aydın isimlerden etkilendiğini anlıyoruz. Böylesine bir eğitimden Çocuk Saati’ndeki devre arkadaşları da etkilenmiş olacak ki onlar da gelecekte ülkemizi çağdaşlaştırma yolunda emek veren kişiler haline geliyorlar. Rüştü Asyalı, Cihan Ünal, Çetin Tekindor ve Selçuk Yöntem… “Hepsiyle birlikte büyüdük” diyor Mehpare Çelik.
Bir de Ankara Radyosu Çocuk Saati programında mikrofon başında oynadığı bir oyun var ki, hafızasından asla silinmemiş: Anne Frank’ın Hatıra Defteri. Oyunun konu aldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarını bu sayede öğrendiğinden ve çok etkilendiğinden, performansı da çok takdir ediliyor Mehpare Hocamızın. Bu oyun dinleyicide öyle yankı buluyor ki daha günümüzden dört beş yıl kadar önce bile yolda karşılaştığı birinin bu oyundaki performansı hakkındaki sözlerinin onu ne kadar etkilediğinden bahsediyor bize. Biz de radyoda yapılan yayınlarla hiç beklemediğimiz yerlerden, hiç görmediğimiz insanlara ulaşmanın ve onları etkileyebilmenin büyülü gücünü bir kez daha keşfetmiş oluyoruz. Yıllar sonra “Merhaba, siz Mehpare Çelik’siniz değil mi?” diye soruyor hiç tanımadığı birisi yolda onu durdurup. “Anne Frank’i unutamıyorum”...
İnşaat Mühendisi Mehpare Çelik
“Aman çocuğum, kolunuzda bir altın bileziğiniz olsun”; geleneksel aile yapısında, çocukları için en iyisini isteyen, onların geleceğini sağlam temeller üzerine kurmalarını önemseyen bir baba tarafından söylenmiş bir cümle bu. Mehpare Çelik de babasını kırmıyor ve onun hatırına inşaat mühendisliği okumaya başlıyor. Öte yandan geleceğini mühendislik üzerine kurmamış olmasından da çok memnun. “Taş, demir, betonyer… Bunlar bana hep çok uzak şeyler” diyor Çelik. Hayatı boyunca sosyal bilimlere meyilli olduğundan bahsediyor. Hep sosyal konularda okumalar yaptığını, şiir okumaktan büyük zevk aldığını, iyi bir konuşmacı ve iyi bir münazaracı olduğunu anlatıyor tek tek. Sosyal konulara yatkınlığına karşın hep fen bölümlerinde, fen sınıflarında okumasını da bir şekilde anlamlandırmayı başarmış. Belki de bu bölümlerde okurken, sosyal konulardaki eksikliği kendi bireysel katkısıyla tamamlayabileceğini hissettiğini söylüyor Çelik. Oysa babasına söz verdiği “altın bileziği” koluna taktığından, yani mühendislik diplomasını aldıktan sonra bir daha bu alana geri dönmediğini, hatta şu anda diplomasının nerede olduğunu dahi bilmediğini söylüyor. Babasının da zaten onun tiyatroya ve sosyal bilimlere eğilimini fark ettiğini belirtiyor Mehpare Çelik. Mezun olduğunda da “Bu noktadan sonra ne istersen onu yap” diyerek onun konservatuar sınavlarına çalışmasını destekliyor babası.
Konservatuar sınavlarına hazırlık zamanı
1970 yılında veya hocamızın deyişiyle “Betonarmeden diploma tezini tamamlamaya çalıştığı günlerde”, Rüştü Asyalı; Cihan Ünal gibi isimler Ankara Çocuk Saati deneyimleri sonrasında konservatuar sınavlarına hazırlanmaya başlarlar. Birlikte büyüdüğü bu insanlarla birlikte Çelik’in de ilk hedefi oyunculuk olmuş. Evde Hamlet ezberlerken mühendislikten mezun olduktan sonra, bahsettiğimiz gibi, bu alanda uzman olarak çalışmayı düşünmektedir. Ta ki Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun (TRT) bir duyurusu ile karşılaşana kadar: “Türkiye radyolarında ve televizyonda anonsör olarak çalıştırılmak üzere spiker alımı yapılacaktır”.
Kalıpları Yıkan Bir Spiker
Mehpare Çelik, arkadaşlarına bu duyurudan ilk söz ettiğinde ciddi eleştiriler ile karşılaşmış. Asyalı ve Ünal onun “dramatize yönünün”, yani bir metni yaşayarak anlatma yeteneğinin kuvvetli olduğunu söyleyerek onu spiker olmaktan vazgeçirmeye çalışmış. Öyle ki spiker olduğu takdirde tekdüze konuşması gerektiği ve sesiyle bir oyuncu gibi oynayamayacağı konusunda onu uyarmışlar. “Ben buna katılmıyorum.” diyor Mehpare Çelik. Bir metni öyle güzel, öyle vurgulu okursunuz ki karşıdakine vermek istediğiniz duyguyu çok daha net iletirsiniz diye ekliyor. Kendisini özel yapanın da bu olduğunu hemen fark ediyoruz. Öyle ki Mehpare Çelik, ülkemizde spikerliğin kalıplaşmış ‘nötr’ söylemini yıkan ilk kişi olarak tanınıyor. Öte yandan Çelik, Ankara Radyosu Çocuk Saati’nde yetişip sonrasında spiker olarak kariyerine devam eden ikinci isim. Bu noktada bunu ilk başaran ve daha sonra BBC’de çalışan usta spiker Ülkü İmset’i anıyoruz birlikte. Sonrasında metinleri tekdüze okumanın insanları etkilemeyeceğini, spikerin kendi yorumunu katması ve sesiyle oynayabilmesinin önemini anlatıyor bizlere. Tabii bunu haber metinlerini aktarırken yapamayacağımız konusunda da uyarmayı ihmal etmiyor. Haber metinlerinde yorum katmamanın ve nötr kalmanın daha doğru olduğunu söylüyor. Hayatından bir anıyla da örneklendiriyor bu durumu. Kendisi haber sunarken bazen sesiyle oynamamak için o kadar zorlanırmış ki, tırnaklarını avuçlarına geçirirmiş haberi okurken. Tabii bir metni hangi durumda ve ne şekilde sunması gerektiğini ona aşılayan çok ciddi bir eğitimden geçtiğini de atlamamak gerek...
“Böyle spiker olunuyordu…”
Mehpare Çelik’in bu kadar başarılı ve kalıpları yıkan bir spiker olarak tanınmasında TRT çatısı altında aldığı eğitimin etkisi büyük olmuş. Spiker alımı yapılacağını öğrendikten sonra 10.000 kişilik bir genel kültür sınavından geçerek başlamış serüvenine. O 10 bin kişi, 1000 kişiye, devamında 100 kişiye ve en sonunda da 50 kişiye düşmüş. Mehpare Çelik tüm bu aşamaları başarıyla geçmiş. Sonrasında programcılar ve spikerler olarak ayrılarak iki ayrı grupta eğitim almaya başlamışlar. Çelik, programcılığı seçen Uğur Dündar gibi yine birçok değerli isimle devre arkadaşlığı yapmış bu eğitimde.
Bu noktada eğitimin içeriği üzerinde de durmak gerekiyor. Tüm işlerini bırakıp, bir buçuk yıl boyunca sabahtan akşama kadar, tam mesaili bir eğitim almalarını şart tutmuş TRT. “Başka bir yerde çalışıyorsan istifa edip geliyordun” diyerek o dönemin spikerlik eğitimlerinin zorluğunu ve zorunluluğunu vurguluyor Mehpare Çelik. “Genel kültürle beynimizi yıkadılar” diye ekliyor. Anayasa hukuku, deniz hukuku, ticaret hukuku, aruz vezni okunması derken birbirinden farklı pek çok konuda dersler almışlar. Hem de eski Dışişleri Bakanı anayasa profesörü Mümtaz Soysal gibi büyük isimlerden.
Bir buçuk, iki yıllık eğitimin sonunda Mehpare Çelik ve devre arkadaşları olarak, programcılardan dokuz kişi ve spikerlerden de on kişi sınava girmişler. “Bir tek ben kazandım, on bin kişiden...” diyor Mehpare Çelik. Sınavı kazandıktan sonra, kendi için “Ben çok kötü bir mühendis olacağım” diye düşünmüş. “Ama çok iyi bir spiker oldum, artık hiç tevazu göstermedim” diyerek, aldıkları kapsamlı eğitimin kuvvetini sebep olarak gösteriyor Mehpare Hoca. “Biraz da yeteneğin varsa, sen o eğitimi çok iyi yoğurabiliyorsun” diye ekliyor.
O zamanlar, aldıkları bu detaylı ve zorlayıcı; çeşitli konular üzerine olan eğitimler için “Spikerlikte anayasa hukukunun ne işi var acaba” gibi cümlelerle kendi kendine düşündüğünü söylüyor Mehpare Hocamız, ve bir anısını anlatıyor… Bu kapsamlı eğitimden yıllar geçtikten sonra bir gün, televizyonda canlı olarak Gün Başlıyor programını sunarken çalışma arkadaşlarına sormuş: “Konuğumuz kim?”. “Mümtaz Hoca” demişler. “ ‘Ne konuşacağız’ diye sordum, ‘Anayasa’ dediler”... Anında geçmişte aldığı dersleri hatırlayan Mehpare Çelik, “Ben artık o adama ne soracağımı çok iyi biliyordum” diyerek aldığı TRT eğitiminin önemini vurguluyor.
“Dünyaya, ibret-i âlem için bir yayın yapacağız...”
Mehpare Çelik, uzun bir süre TRT Radyosu’nda birçok canlı yayında ve programda spikerlik yapmış. Bir süre sonra TRT yalnızca radyo yayını değil, ulusal televizyon yayınları da yapmaya başlamış. Yaklaşık 15 yıl kadar süren radyoculuk kariyerinin ardından 1990 yılında TRT Ankara Televizyonu’na baş spiker olarak atanan Mehpare Çelik, 2000 yılında emekli olana dek görevine devam etmiş ve o dönemde Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nde yönetim kurulu üyeliği yapmış. Bu sırada yürütülen kampanyalardan ve yaptığı yayıncılıktan bahsediyor Mehpare Hoca. Örneğin; 1999 Depreminde 30 gün süren bir yayın yaptığını, bu yayında bağış topladığını söylüyor. O günlere döndükçe yayıncılığın ve yayının ağırlığı bir kez daha anlaşılıyor...
Bir başka örneğe daha değiniyor Çelik. 1995 yılının Mart ayında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından bir iç güvenlik harekâtı icra edilmiş. Bu operasyon adına Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından başlatılan ve TRT Kurumu tarafından da desteklenen “Haydi Türkiye Mehmetçikle ELELE” isimli bir maddi yardım kampanyası düzenlenmiş. Televizyonda çalıştığı yıllar içerisinde birçok programda sunuculuk yapan Çelik, bu yardım kampanyasında kesintisiz 60 saat yayın yaptığını belirterek “Hiç yerimden kalkmadan 3 gün TSK için bağış topladım” diyor. Kampanyanın ortaya çıkışını “Bir gün bir haber çıktı: ‘Jetlerimizi uçurmak için benzin alacak paramız yok’ diye. Bu haber bizi çok rencide etti. TRT ayağa kalktı, ‘Kampanya yapıyoruz’ dedi” ifadeleriyle anlatan Mehpare Çelik, 60 saat kesintisiz süren yayın için Almanya Başbakanı’nın bile konuşmak zorunda kaldığını söyledi.
Böylesi bir yayıncılığı dinlerken, olayı kavramak adına birçok soru beliriyor akıllarda. Biz de hemen sorduk: “Nasıl oldu bu?”. Şu an bile kendinde o gücün nasıl olduğunu bilmediğini söyleyen Çelik, dönemin TRT genel müdürünün kararlılıkla kendine gelişini ve “yüzümüzü kara çıkarma” deyişini anlattı. “Ne yapacağım” sorusuna “Dünyaya, ibret-i âlem için bir yayın yapacağız” cevabını aldıktan sonra, o ‘beynini kurmak’ var ya… O andan itibaren beynini üç güne kurmuş Mehpare Çelik. En ufak bir yorgunluk belirtisi dahi olmadan, bantların girdiği dakikalarda hızlıca ihtiyaçlarını gidererek 60 saat kesintisiz yayın yapmış. Genel müdürün kendi için çok endişelendiğini belirtiyor Mehpare Hoca: “Ölecek kız!”. “Ölmeyecektim, kendimi hazırlamıştım; fakat gelip bana ‘Mehpare kampanya çok iyi gidiyor, üç değil dört gün olacak’ dedikleri an ben göçerdim” şeklinde açıklıyor hocamız o günkü ruh hâlini. Yaptıkları kampanya sayesinde o dönemin parasıyla yedi trilyon lira toplanmış. Mehpare Hoca’nın aktardığına göre bugün o parayı, Gaziler Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak görüyoruz; tam da Bilkent’e gelirken gördüğümüz Ankara Şehir Hastanesi’nin karşısındaki o bina bu. Müthiş bir teknolojiyle kurulan ve tüm dünyaya örnek olacak nitelikte olan bu kurumun girişinde, üzerinde ‘Buranın yapımında emeği geçen Mehpare Çelik’e…’ yazan bir teşekkür plaketi bulunuyor. O dönemdeki yayıncılığını işine olan inancına bağlayan Mehpare Çelik, bu görevin spikerlik üstü olduğunu ve bu tür çalışmaların damardan geldiğini söylüyor. Eğer işimize güvenirsek ve kendimize inanırsak, alıp götürürmüşüz…
“Bilkent benim eğiticiliğimi eğitti…”
Emekliliğinden hemen önce, Bilkent Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu, Mehpare Çelik’in Mütercim-Tercümanlık bölümü öğrencilerine Türkçe diksiyon eğitimi vermesi için TRT Genel Müdürlüğünden izin istemiş. “Çocuklar çeviri yapacaklarsa benden iyi Türkçe bilmeleri lazım” diyen Mehpare Hoca; Bilkent’e gelişinin oyuncu, yönetmen ve çevirmen olan Olcay Poyraz’dan geçtiğini söylüyor. Kendisinden önce burada ders veren Olcay Poyraz, giderken yerine geçmesi için Mehpare Çelik’in ismini önermiş. Memuriyette başka bir yerde çalışmak yasak olsa dahi, o ‘başka bir yer’ eğitim kurumu olduğu için genel müdürlük izin verdiği takdirde çalışılabiliyormuş. Daha önce spikerlik eğitimi verdiğini; fakat hiç Türkçe dili eğitimi vermediğini söyleyerek, “Bilkent benim eğiticiliğimi eğitti” ifadeleriyle Bilkent’teki 20 yılını sevgiyle selamlıyor Mehpare Hocamız.
Bilkent’te göreve geldikten yaklaşık iki yıl sonra - kendine ulaşmaları ve çağırmaları üzerine - henüz kurulan Radyo Bilkent’te de ders vermeye başlayan Mehpare Çelik, Radyo Bilkent’ten ve oradaki öğrencilerinden bahsederken “inci tanelerim” kelimelerini kullanıyor. Yayıncılıkla bu kurumda ilk kez karşılaşanlar için, verdiği diksiyon ve ses eğitimlerinde TRT’den öğrenip içselleştirdiği “Yayının namusu vardır” mottosunu vurgularken anlamını da çok güzel açıklıyor Mehpare Hocamız: cevap hakkı doğurmayacaksın, yorum yapmayacaksın, rencide etmeyeceksin, Türkçede her şeyi söylemek mümkün ama üslubuna uygun söyleyeceksin, soru sormayı bileceksin… Radyo Bilkent’te çok amatör bir ruhla; fakat çok profesyonelce iş yapıldığını söylerken şunu da belirtiyor Mehpare Çelik: “Antene çıktın mı profesyonelsindir”.
Dil, ulusun çimentosudur...
Mehpare Çelik’e Türkçeye verdiği değerin kaynağını sorduk. Bize Anayasa’nın 3. maddesiyle cevap verdi: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”. Ulus olma; birlik olma bilinciyle yazılmış bir madde olduğunu vurgulayan Çelik, “Elbette ki her vatandaş annesinin karnından beri duyduğu dili konuşacak, her dile saygımız var” diye ekliyor. Mehpare Çelik; “Dil, bir milletin çimentosudur” diyerek Türkçenin Türkiye için önemine olan inancını da yineliyor. Belirttiğine göre birçok ülkede de benimsenen yaklaşım da bu şekilde. Çelik, örnek olarak İspanya parlamentosunun, birliği korumak adına, Katalanca’nın ikinci anadil olmasını reddettiğine değindi. Sebebiyse çok basit: “Sokağa çıktığımızda neyle anlaşıyorsak, bizi bir arada tutan o dildir, bizim kimliğimizdir…”.
“Benim Türkçeye vefa borcum var…”
Mehpare Çelik’le Türkçeye olan bu sevgisinin temellerini bulmaya çalıştık. “Dünyada melodisi olan, aksanı olan, kulağa şarkı gibi gelen iki dil var” diyor Mehpare Hocamız. Biri Fransızca, diğeri Türkçe. “Türkçe vurgu dilidir; düzgün konuşulursa kafa çevirttirir”. Diline aşık olduğunu belirten Çelik, Türkçedeki büyüleyici sözcüklere dikkat çekiyor ve şairane bir şekilde cevaplıyor: “ ‘Gönül gurbet ele varma / Ya gelinir ya gelinmez’. Bu cümlenin başka hiçbir dilde karşılığı yok!”. Sırf bu dizelerde de görüldüğü gibi, ne ‘gönül’ kelimesinin ne de ‘gurbet’ bir başka dile çevirisi var. Hepsi öz Türkçede olmasa dahi artık dilimize yerleşmiş olan bu kelimelerin Türkçede taşıdıkları anlam, bir kelimeden daha fazlası…
“Kırk yıldır ekmeğimi Türkçeden yiyorum; benim Türkçeye vefa borcum, vicdan borcum var” ifadeleriyle Türkçe sevgisini pekiştiren Mehpare Çelik, bu borcu ödemek zorunda olduğunu dile getiriyor. Yaşadığı bu yoğun duyguların temelinde yatan iki sebepten biri buymuş, birincisi içinse kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu ülkedeki bir Cumhuriyet kadını olduğunu söylüyor Mehpare Hoca. Atatürk’ün bir milletin birliği ve bölünmezliği adına ana dil kullanımının önemini vurgulayan sözlerini ekliyor konuşmasına: “Atatürk ne demiş? ‘Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ İşte bu kadar...”.
“Masumiyetinizi ve vicdanınızı kaybetmeyin…”
Küçüklüğünden beri kendi de ‘asi’ ruhluymuş ve öğrencilerini de hep ‘asi’ ruhlu yetiştirmeye çalışmış Mehpare Çelik. “İtiraz edin! Hayır deyin.” diyerek eğittiği öğrencileriyle ters düşmek onun için bir keyifmiş ve bu çekişme onu diri tutuyormuş. Kendini, ters düştükleri konularda ikna eden öğrencileri için “Başımın üstünde yeri var” diyen hocamız, öğrenmenin yaşı olmayacağını ve onun da her zaman öğrencilerinden öğrenmeye açık olduğunu belirtiyor.
Genç ruhlara seslenirken “Her şey olur” diyor Mehpare Çelik; üniversite sınavları, notlar, hepsi gelir geçer. Ona göre üniversite eğitimi insanı yaşama hazırlamalıdır; çünkü “Yaşam başka bir şey”. Üniversite eğitimi düşünmeyi, okumayı, yazmayı ve bunları başardıktan sonra korkmadan konuşmayı öğretmelidir diyor; ve buradaki “korkmamak” kelimesi de en önemlisi. İnsan olabilmek için de en büyük tavsiyesiyse şöyle: “Masumiyetinizi ve vicdanınızı kaybetmeyin, gerisi lafügüzaf”…
Yıllardır kendinden genç yaştaki insanların içerisinde bulunup, yalnızca onlarla arkadaş olmuş ve bu şekilde de kendini zinde tutmuş. “İnsanın yaşı ilerledikçe bedeninde aksamalar yaşanabilir ama ilacını alırsın geçer gider. Yalnızca beyin için ilaç bulamazsın, tek devası onu çalıştırmak” diyerek çalışkanlığını vurguluyor Mehpare Çelik ve ekliyor “Benim ağrımı sızımı algılayacak vaktim bile yok”. Dolu dolu yaşamanın ve çalışkan olmanın nece önemli olduğunu anlatırken sözlerine Ataol Behramoğlu’nun Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var şiirinin dizeleriyle devam ediyor:
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği”
Mehpare Çelik şu anda Bilkent Üniversitesi’ndeki eğitimciliğine devam ediyor ve eş zamanlı olarak Radyo Bilkent yayıncılarına verdiği diksiyon ve ses eğitimlerini sürdürüyor.
Söyleşimiz bitse de TRT eski spikeri Mehpare Çelik’in sözleri, bize ömürlük bir tecrübe kazandırdı. Böylesi bir kuvvetli yayıncıyı ve gururlu Cumhuriyet kadınını örnek alabilmek, ve hazırladığımız bu portre aracılığıyla onu yeni nesillere tanıtabilmek nihai hedefimiz. Öğrencileri olarak, bir kez daha, teşekkürler Hocam...