Ezber Bozan Bir Başarı Hikâyesi
Zeynep Süeda Özer
Akademisyen, gazeteci, televizyoncu ve Türk Müziği ses sanatçısı olan Aylin Şengün Taşçı’nın eğitim ve iş hayatında birçok alana yönelmesine rağmen onu her zaman müzik ile birleştiren ilginç, başarılı ve bir o kadar da heyecanlı bir yaşamı var. Aylin Şengün Taşçı, renkli ve çok disiplinli bir eğitim arka planına sahip. Aslında birbirinden bağımsız duran kariyer çizgileri hikâyenin sonunda ortak bir noktada buluşuyor. Aylin Hanım’ı farklı alanlarda besleyerek daha da başarılı olmasına yol açıyor. Her yeni adımı Taşçı’yı daha da zenginleştiriyor ve aynı zamanda çok boyutlu yaşamını kolaylaştırıyor. Kısaca Aylin Hanım çok yönlü ve sürekli yeni ufuklara yelken açan bir sanatçı.
Eğitiminin ilk yıllarında müzik yeteneği sayesinde TRT İstanbul Radyosu Çocuk Korosu sınavını kazanarak, bu koroda beş yıl boyunca Klasik Batı Müziği’nin temel eğitimini alıyor. Bir taraftan ilkokul eğitimine devam ederken diğer taraftan da büyük fedakârlıklarla koroya devam ediyor. Aylin Hanım o günleri anlatırken çektiği sıkıntılara da değinmeden geçemiyor: “Çok yararlı ama bir o kadar da yorucu bir dönemdi. Hafta içi okula gidiyor, hafta sonları iki gün Pendik’ten Harbiye’ye giderek radyo binasında Cenan Akın ve Yücel Elmas yönetimindeki koro çalışmalarına katılıyordum. Çoğu zaman banliyö treninde yorgunluktan uyuyakaldığımı ve ineceğim durağı kaçırdığımı hatırlarım.”
Ortaöğretimini tamamlayıp yükseköğretim aşamasında ise ailesinin tavsiyeleri doğrultusunda müzik ile ilgili bir yükseköğretim yerine İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’ne devam ediyor. Aylin Hanım üniversite eğitimi ile ailesinin tutumunu şöyle anlatıyor: “Annem ve babam başlangıçta müzik eğitimi almamı ne kadar desteklemiş olsalar da konservatuara girmeme o oranda karşı çıktılar. Onların bakış açısına göre doğru dürüst bir okulda okumalıydım.” Fakat Aylin Taşçı müzikten kopmuyor ve kamu alanındaki eğitimi ile eş zamanlı olarak müzik eğitimine de devam ediyor.
Klasik Batı Müziği eğitimi devam ederken, Aylin Hanım’ın müziğe olan ilgisini bilen okul arkadaşı onu Türk Musikisi Koro çalışmalarına davet ediyor. Merakına yenik düşen Taşçı’nın müzik hayatında önemli bir dönüşüme sebep oluyor bu merak. İki müzik alanında birden hareket edemeyeceğini fark edince Türk Müziği’ne yöneliyor. Bu seçiminde dönemin ünlü ses sanatçılarının aile yakını olması ve dedesinin Türk Musikisi dersleri vermiş olması gibi faktörlerin etkisinin büyük olduğunu şu sözlerle belirtiyor: “Genler ve ailede Türk Müziği’ne olan sevgi beni Klasik Batı Müziği’nden kopardı.” Bu tercihi ile Aylin Hanım'ın bu dönemde devam ettiği üniversite korosu geniş bir repertuar edinmesini sağlıyor.
Hayatının çeşitliliklere açık olması mezuniyet sonrası çalışma hayatına da yansıyor. Basın alanında ilk çalışmalarına başlıyor. Özellikle müzik ile ilgili geçmiş kazanımları bu işlerde yeni kapılar da açıyor. O günleri Aylin Hanım şöyle değerlendiriyor: “Tempo’da işe girmeme vesile olan Metin Çorabatır beni bu kez Tercüman gazetesine gönderdi. Haber müdürü ile görüşmemizde müzik eğitimimden bahsettiğim için beni Kültür Sanat Editörü Beşir Ayvazoğlu’nun yanında görevlendirdi. Türkçeyi onun yanında öğrendim bir yılın sonunda yazılarımda kendi imzamı kullanmama izin verdi ve bu icazet bana büyük bir mutluluk vermişti.”
Bu süreçte gazete için çalışmaları ve yaptığı röportajlar Aylin Hanım’ın sosyal çevresinin genişlemesine büyük katkı sağlıyor. Bu sayede hayran olduğu müzisyenlerle röportajlar yapıyor ve sürekli yeni insanlarla tanışıyor. Aslında birbirinden tamamen ayrı duran yükseköğretim kariyeri, müzik kariyeri ve gazetecilik deneyimi sürekli birbirlerini besliyor. Örneğin, tambur sanatçısı Necdet Yaşar ile bir röportaj yapıyor. Sonrasında verdiği bir konserde de dinleyici olan ve Kültür Bakanlığı’na bağlı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nu kurmuş olan Necdet Yaşar, konser sonrası Aylin Hanımı bu topluluğa ses sanatçısı olarak davet ediyor. Böylece İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu ses sanatçısı olarak mesleğine başlıyor. Hayat onu bir şekilde müzik ile tekrar buluşturuyor.
Gazetecilik deneyimi çalıştığı ekibin Günaydın gazetesine geçmesiyle Günaydın gazetesinde devam ediyor. Bu vesile ile Aylin Hanım İstanbul’u çok daha yakından ve derinden tanıma fırsatı buluyor: “Günaydın gazetesinin İstanbul ekinde yarım sayfalık bir köşem olacaktı ve her gün İstanbul’un bir mahallesini fotoğraflayacak ve tanıtacaktım. Aslında çok zor bir işti tabii. Ama aralıksız 627 gün boyunca bu işi yaptım. Fotoğraf çekmek için İstanbul’da neredeyse çıkmadığım minare kalmadı. Semtlerin tarihini öğrenmek için zamanımın bir bölümünü Beyazıt Kütüphanesi’nde geçiriyordum. Fatih Belediyesi bu işimden dolayı bana Yılın En Başarılı 10 Kadın Kalemi ödüllerinden birini verdi.” Aylin Şengün’ün çabaları ona her zorlu sürecin sonunda bir kazanım sağlıyor.
Bu sırada gazetede sıkıntılı bir süreç yaşanmasına ve altı ay maaş alamamalarına rağmen Taşçı aynı zamanda müzik çalışmaları devam ettiği için maddi olarak sıkıntıların üstesinden gelebiliyor. Bir başka deyişle çok boyutlu olması hayatını zorlaştırmıyor, tam tersine kolaylaştırıyor. Ayrıca, çok boyutlu deneyimleri hep yeni iş kapıları açıyor. Günaydın gazetesindeki sıkıntılı dönem onu televizyonculuk kariyeri ile buluşturuyor. Aylin Hanım bu konuda da ilk gelişmeleri şöyle değerlendiriyor: “Bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu Büyükşehir Radyo Televizyon’un başında bulunan Altan Aşar’ın davetiyle televizyon dünyasına merhaba dedim. Altan Bey, İstanbul üzerine yazdığım yazıları izlemiş ve aynı çalışmayı görsel olarak hazırlamamı önerdi. Çok zevkliydi. Kamera karşısında semtleri tanıtıyor, röportajlar yapıyor ve işin içine müziği de katmak istediğim için gittiğim semtler üzerine bestelenmiş şarkıları icra ederek programı zenginleştiriyordum.” Görüldüğü gibi her yeni deneyim hayatını kolaylaştırdığı gibi müzik birikimi de yeni deneyimleri zenginleştiriyor ve kalıcı kılıyordu. Televizyon kariyerinde BRT ile başlayan deneyim sonrasında TRT, TGRT ve TVNET ile devam ediyor. TGRT deneyimi evliliğini de şekillendiriyor. Aylin Hanım bu konuda şunları söylüyor: “TGRT kanalının bana en büyük hediyesi aynı şirketin bünyesinde bulunan Türkiye Hastanesi’nin doktorlarından Prof. Dr. Hasan Taşçı ile tanışmam oldu. Annemin rahatsızlığı dolayısıyla tanıştığımız Hasan Bey’le arkadaşlığımız, sonunda evlilikle noktalandı.”
Aylin Hanım sonraki dönemlerde farklı alanlarda lisansüstü eğitimlerini tamamlıyor. Medipol Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Türk Müziği Solfej dersleri veriyor. Çok yönlülüğü onu bu süreçte de yalnız bırakmıyor. Her yeni çevre müzik ile yeni projeleri tetikliyor. Yurtdışında 16 ülkede çok sayıda konser veriyor. Ayrıca Batı müziğinin, kendi kültürümüzün ürünü olan Türk müziğine göre daha ön planda olmasına sitem eden Taşçı bu konuda düşüncelerini şöyle anlatıyor: “Müziğin toplumun kültürel yapısının sağlam şekilde sonraki nesillere ulaştırılması açısından ne kadar önemli bir rolü olduğu tam olarak algılanmış değil.” Düşünceleri doğrultusunda bu alanda projelere başlıyor Taşçı. Gençlere sadece konser vererek ulaşamadığı düşünen Aylin Hanım, Türk Musikisi’nin tarihini ilgi çekici anekdotlarla süsleyerek MEB ile ortak yürüttüğü proje ile illerde Türk Musikisi Tanıtım Seminerleri vermeye devam ediyor. Türk Müziği sevgisini gelecek nesillere aktarmak için 17 ili gezerek okullarda öğrencilerle buluşan Taşçı, pandemi sürecinde ise iyileştirme çalışmalarını sürdürüyor.
Diğer taraftan çok sayıda müzik korosu kuruyor. Aylin Hanım müzik koro çalışmalarını çok önemsiyor: “Benim için iyi bir yorumcu olmak kadar müzik sevgisini içinde taşıyan amatörlerle birlikte olmak da çok değerli. Müziği çok sevdiği ve hatta müzik kulağı olduğu halde bazen şartlardan, bazen cesaret edemediği için müzikten uzak kalmış, buna karşılık bu hevesi içinde yaşatan o kadar çok insan tanıdım ki, onlara yardımcı olmayı bir misyon olarak üstlenmeyi istedim. Beş tane amatör koro kurdum. Zamansızlıktan hepsini yaşatamadım. Ama kızımın adını verdiğim ve elli amatörden oluşan Mısra Türk Müziği Topluluğu ile oturduğum binadaki dostlarımla başlayıp kısa sürede altmış kişiye ulaşan Nevasel Türk Müziği Topluluğu hala çalışmalarına devam ediyor. Bu iki koromla hem yurt içinde hem de yurt dışında sayısız konser verdik.” İçindeki eğitim ve müzik aşkı hiç sönmeyen Aylin Hanım birçok insanın hayatına dokunmuş ve dokunmaya da devam ediyor.
Haber: Zeynep Sueda Özer
Kaynaklar:
Aylin Şengün Taşçı ile Röportaj
https://www.aylinsenguntasci.com/tr/
Aylin Şengün Taşçı ile Röportaj
1)Sizi Türk Müziği alanında yaptığınız çalışmalar ve yorumlarınızla tanıyoruz. Sevilen bir Türk Müziği ses sanatçısısınız. Ancak özgeçmişinize bakınca eğitim hayatınızda farklı odakların da yer aldığını görüyoruz. Bu farklılıkların temeline inmek için eğitim sürecinizin başlangıç dönemiyle sohbetimize başlayalım mı?
Eğitim hayatım babamın devlet memuru olması ve görev yerleri dolayısıyla tek şehirde başlayıp tamamlanamadı. Evde aldığım erken eğitim sayesinde ikinci sınıftan itibaren başladığım ilkokul yıllarımın ilk durağı çok kısa bir süre Eskişehir, ardından iki yıl için Diyarbakır oldu. İlkokul eğitimimin son iki yılında ise İstanbul’a yerleştik. Pendik İlkokulu, Ortaokulu ve Lisesinde eğitim aldım. İlkokul yıllarımda müziğe ilgim olduğunu fark eden ailem, o dönemde yeni kurulmuş olan TRT İstanbul Radyosu Çocuk Korosu’nun sınavlarına başvurmamı sağladı. Kazandım ve beş yıl boyunca Klasik Batı Müziği’nin temel eğitimini bu koroda aldım. Çok yararlı ama bir o kadar da yorucu bir dönemdi. Hafta içi okula gidiyor, hafta sonları iki gün Pendik’ten Harbiye’ye giderek radyo binasında Cenan Akın ve Yücel Elmas yönetimindeki koro çalışmalarına katılıyordum. Çoğu zaman banliyö treninde yorgunluktan uyuyakaldığımı ve ineceğim durağı kaçırdığımı hatırlarım. Çocuk Korosu’nda çocukluk dönemimiz tamamlanıp seslerimiz gerekli olgunluğa eriştiğinde bizi bu kez yeni kurulan TRT Gençlik Korosu’na aldılar. Gökçen Koray yönetimindeki Gençlik Korosu Klasik Batı Müziği eğitimimi daha da geliştirdiğim yer oldu. Soprano ses olarak çalıştım. O dönemde liseden de mezun oldum.
2)Bu başlangıca bakarak üniversitede konservatuar eğitimine yöneleceğiniz düşünülür. Ama siz İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmişsiniz. Kamu yönetimi bölümünde lisans eğitiminizi tamamlamışsınız. Bu okul da müzik gibi sizin bir başka ilgi alanınız mıydı?
Hayattaki seçimleriniz her zaman sizin bilinçli tercihleriniz olmayabiliyor. Ama “Su akar yolunu bulur” sözü çok doğru. Emeklerinizin karşılığı mutlaka karşınıza çıkar. Ben de üniversite seçimi noktasına geldiğimde gerçekten müzik tercihi yapmayı istemiştim ama annem ve babam başlangıçta müzik eğitimi almamı ne kadar desteklemiş olsalar da konservatuara girmeme o oranda karşı çıktılar. Onların bakış açısına göre “doğru dürüst” bir okulda okumalıydım. Müzik bir hobi olarak hayatımda yer alabilirdi. Uzun konuşmalar yaptık. Sonuçta beni ikna ettiler. O dönemde üniversite tercihlerinde sistem farklıydı. Önce okulları seçiyor, sıralıyor ve daha sonra aldığınız puana göre tercihlerinizin içinden ulaştığınız yere yerleşiyordunuz. Puanınızı bilmeden seçim yapmak çok daha zordu tabii. Diğer taraftan şimdiki gibi sayısal, sözel ayrımı yapmadan aynı anda tıp, hukuk, bilgisayar mühendisliği, işletme, iktisat gibi farklı branşları aynı tercih listesine yazabiliyordunuz. Lisede başarılı bir öğrenciydim ama tercih listesini yaparken hangi okulu seçmem gerektiği konusunda bilinçli bir çalışma yapamadım. Yardım da almadım. İlk üç tercihim tıp fakültesiydi. Sonra bilgisayar ve elektronik mühendisliği, ardından kazanmış olduğum İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü yazmıştım. Neden derseniz, bugün gülerek cevap veriyorum ama, sadece adını beğendiğim için yazdım, diyeceğim. Dolayısıyla kazandığımda ne çok sevindim ne de üzüldüm. Bir alttaki tercihim veterinerlik fakültesiydi, kısa bir süre “keşke veteriner mi olsaydım” diye düşünmüşlüğüm vardır. Ama kayıt yaptırdıktan sonra okulumu çok sevdim.
3)Okulunuzu sevmeniz sizi müzikten uzaklaştırmamış. Okul yıllarınızda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda yarı zamanlı Türk Müziği eğitimi almışsınız. Bu döneme kadar Klasik Batı Müziği ile ilgilenirken tercihinizi Türk Müziği eğitiminden yana kullanmışsınız? Nasıl oldu?
Bu gerçekten ilginç bir dönüşüm oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne devam ederken TRT Gençlik Korosu çalışmalarım da sürüyordu. Benim müziğe olan yakınlığımı okul arkadaşlarım da öğrendiler. Bugün Cumhurbaşkanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun şefi olan okul arkadaşım Mehmet Güntekin, ikinci sınıftayken yanıma gelip beni Süheyla Altmışdört yönetimindeki İstanbul Üniversitesi Türk Musikisi Korosu’nun çalışmalarına davet etti. O zaman tek sesli müziğin bana hitap etmeyeceğini düşünüyordum ama merakıma yenilerek çalışmaya gittim. Orada apayrı bir dünya ve farklı bir müzik vardı. Söylenen şarkıların ruhu beni birden etkisi altına aldı. Klasik Batı Müziği’ni çok seviyordum ama her iki koroda da müzik yapabileceğimi düşünerek Süheyla Hanım’ın korosuna katıldım. Başlangıçta çok güzeldi ama ilerlemeye başlayınca farklı teknikleri kullanmanın zorluğu ortaya çıktı. Tercih yapmak zorunda kaldım. Çok düşündüm. Sanırım biraz genetik faktörlerin de etkisi ortaya çıktı o dönemde. Zira bir dönemin ünlü ses sanatçısı Radife Erten babaannemin yakın akrabası idi. Dedem Sabri Şengün ise yıllar önce Eskişehir’de keman, ut ve benzeri enstrümanları çalıp Türk Musikisi dersleri veren, besteleri radyo repertuarına girmiş bir isim. Onlardan bana ulaşan genler ve ailede Türk Müziği’ne olan sevgi beni Klasik Batı Müziği’nden kopardı. Üniversite Korosu’na karar verdim. Ancak o koro müzikle ilgilenmem açısından tek başına yeterli gelmeyince o zamanlar İstanbul Belediyesi’ne bağlı olan sonradan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı olan okulun Türk Müziği bölümünün sınavlarına girdim ve eğitimimi orada sürdürdüm. Üniversitede derslerimi tamamlıyor, haftada iki gün öğleden sonra konservatuara gidip Türk Müziği öğreniyordum. Haftada bir gün de Üniversite Korosu’nun çalışmaları vardı. Üniversite Korosu geniş bir repertuar edinmemi sağladı.
4)İki müzik türünü aynı anda sürdürmenin imkansızlığından bahsettiniz? Farklı teknikleri kullanmanın zorluğuna değindiniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Klasik Batı müziği çoksesli müziğin zirvesidir. Türk Müziği ise modal müziktir. Tekseslilikte en son noktadır. Batı Müziği’ndeki çokseslilik içinde kadın sesleri soprano ve alto olarak ikiye ayrılır. Soprano sesler eserlerdeki tiz sesleri yorumlar. Ben ses yapımdan ötürü sopranoyum. O tiz sesleri çıkarabilmek için diyaframdan gücünü alarak ağız boşluğunun çeşitli imkanlarını en verimli şekilde kullandığımız tekniklerden yararlanmak gerekir. Buna kafa sesi diyoruz. Bu teknikleri kullanırken duygulardan ziyade sesin sağlıklı çıkmasına önem vermelisiniz. Kelimelerin ifadesi ince seslerin sağlıklı çıkması için değişebilir. Türkçeleştirilmiş opera eserlerini izlediyseniz bu farkı görmüşsünüzdür. Türk Müziği tek sesli olduğu için akort her insanın kendi ses sınırlarına göre değiştirilebilir. Burada duygu daha ön plana çıkar. Eserleri süslemek için gırtlaktan çıkan vokallerden yararlanırsınız. Bu iki tür birbirine oldukça aykırıdır. Ben Türk Müziği’ne başladığımda, tavır-üslup dediğimiz ve gelenekte daha önceki ustaların okuyuşlarına dayalı yorumlardan çok uzak, düz seslerin ön planda olduğu bir icra yapıyordum. Bu da eserin ruhunun ortaya çıkmasını engelliyordu. Buna yönelmeye çalıştığımda ise Batı Müziği eserlerinde, koro içindeki uyumdan kopmam söz konusu oluyordu. Bu nedenle her iki koromdaki hocalarım aynı anda “ya o ya bu” dediler.
5)Müzik alanındaki ikilikten kurtulmuşsunuz ama eğitiminizi iki alanda tamamladıktan sonra meslek seçiminde farklı boyutlara yönelmişsiniz. Bu da ilginç… Yoksa aileniz müziği meslek olarak seçmenize karşı mı çıktı?
Meslek seçimimde ailemin etkisi olmadı. Onlar okul seçimimden sonra müziğe gösterdiğim ilginin devamı üzerine her şeyi oluruna bırakmaya karar verdiler sanırım. Üstelik ben de kararlarıma kimseyi karıştırmamak konusunda daha dirençli olmuştum eğitimim tamamlandıktan sonra.
6)Meslek edinme hikayenizi anlatır mısınız?
Meslek seçimi noktasına geldiğimde, biraz da o dönemde yaşadığım şartların etkisi ile önceliğim para kazanmaktı. Bir an önce bir iş bulmam gerekiyordu. İlk önce gazete ilanlarından birkaç görüşme yapmayı denedim. Hatta hiç unutmuyorum, Perşembe Pazarı’nda bir işyerine muhasebe elemanı olmak için gittiğimde, “sizin özellikleriniz bizim için çok fazla”, diyerek beni geri çevirmişlerdi. İş konusundaki ilk hayal kırklığım buydu. Sonra kısa süre içinde İstanbul Sanayi Odası’nda bir iş buldum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama heyecanlı ve çok aktif bir çalışma temposu bekliyordum. Ne yazık ki bana bir ay boyunca sadece fotokopi çektirdiler. Sabır bana göre değildi. Dayanamadım ve İSO’dan ayrıldım. Bugün İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı olan gazeteci dostum Metin Çorabatır’ın yardımıyla o zamanlar ünlü bir aktüel dergi olan Tempo’da stajyer muhabir olarak çalışmaya başladım. Dergiye aynı anda benim gibi stajyer birkaç genç üniversite mezununu almışlardı. Profesyonellerin yanında doğal olarak çok ağır kalıyorduk. Tecrübeli muhabirler haberlerini on parmak daktilo ile yarım saatte yazarken biz oluşturduğumuz haberleri iki parmak daktilo ile akşama kadar tamamlayamıyorduk. Tahmin edeceğiniz gibi bir ay sonra tüm stajyerleri işten çıkardılar. Bu da iş hayatımdaki ikinci hayal kırıklığım oldu. Ağlayarak yine Metin Çorabatır’a gittim. Üzülme, dedi ve beni bu kez Tercüman gazetesine gönderdi. Haber Müdürü Şakir Süter, görüşmemizde müzik eğitimimden bahsettiğim için beni Kültür Sanat Editörü Beşir Ayvazoğlu’nun yanında görevlendirdi. Beşir Bey bana gazeteciliği, Türkçe’yi iyi kullanmayı öğreten insandır. İki yıl boyunca onun yanında çalıştım. Pazar günlerim bile gazetede geçti. Daktiloyla fırtına gibi yazabiliyordum. Beşir Bey bir yılın sonunda yazılarımda kendi imzamı kullanmama izin vermeye başladı. Bu icazet bana büyük bir mutluluk vermişti. Bu süreçte sağolsun beni özellikle müzik üzerine yazmaya teşvik etti. Doğal olarak Türk Müziği camiasına yöneldim ve röportajlarımı hayran olduğum önemli müzisyenlerle yapmaya başladım. Kader meslek seçimimle ilgili kararımı şekillendirmeye başlamıştı. Çello sanatçısı, yazar, şair, besteci Fırat Kızıltuğ ve eş zamanlı olarak tanbur sanatçısı Necdet Yaşar ile tanışmam bu anlamda çok önemli bir dönüm noktası oldu. Fırat ağabey, Türk Edebiyatı Vakfı’nda bana bir solo konser düzenledi ve o dönem Kültür Bakanlığı’na bağlı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nu kurmuş olan Necdet Yaşar’ı da konsere davet etti. Ben zaten aynı süreçte Necdet Yaşar ile röportaj yapmış ve ona kendimi anlatma fırsatı bulmuştum. Sanırım Necdet Hoca beni aklına yazmıştı. O süreçte topluluğuna üç kadın ses almak istiyordu. Konserimi izledikten sonra beni çağırarak topluluğuna ses sanatçısı olarak girmem teklifinde bulundu. Bu benim için inanılmaz bir teklifti. Hayalimdeki mesleğe ulaşmış olacaktım. Ancak tam o zamanlar kadınlara kaymakam olma hakkı verilmişti ve kaymakamlık sınavlarına girmeyi düşünmekteydim. Necdet Hoca’nın çok cazip teklifini ve girmeyi planladığım kaymakamlık sınavını kafamda tartarken anneme fikrini sordum. O zamana kadar müziğin benim için hobi olarak kalmasının doğru olduğunu düşünen annem “Kaymakam olursan kim bilir nerelere gideceksin. Aklımız sende kalacak. Sen en iyisi Devlet Korosu’na gir” deyince fikrim pekişmiş oldu. Necdet Yaşar, topluluğundaki sanatçılar üzerinde çok emeği olan hocam Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca’ya sesimi dinletip onun onayını da aldı. Ardından resmi işlemler tamamlandı ve İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Ses Sanatçısı olarak mesleğime başlamış oldum. Yani ben ille de müzik diye peşinde koşmadım, kader müziği bana meslek olarak seçti sanırım.
7)İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu kadrosuna girince sadece müzikle devam etmemişsiniz. Basın sektöründen kopmamışsınız. Neden vazgeçmediniz? Zor olmadı mı?
Topluluğa girdiğim zaman Necdet Yaşar, ses sanatçılığının yanı sıra sahip olduğum donanımdan da yararlanmak istedi. Basın tanıtımları, konser programlarının yazılması, halkla ilişkiler konularında topluluğa yoğun olarak hizmet etmeye başladım. Bu durum benim de işime geldi açıkçası. Çünkü gazeteciliği seviyordum ve sadece müziğe yönelmek fikri bana “azalmak” gibi geliyordu. Müziği dolu dolu yaşarken basında da çalışabilirdim. Necdet Hoca anlayış gösterdi, ben daha çok çalıştım ve iki işimi uzunca süre bir arada götürdüm. Zor oldu elbette. Her zaman topluluğun provasına zamanında yetişemiyor, arkadaşlarımın bakışlarına maruz kalıyordum. Topluluğun provası dolayısıyla her habere gidemiyor, sıkıntıya düşüyordum. Ama bir şekilde idare ettim. Aslında para kazanmam da gerekiyordu. Babam rahatsızlandığı için erken emekli olmuştu ve aileme destek olmak zorundaydım.
8)Tercüman gazetesinden sonra basın hayatınız Günaydın gazetesi ile devam etmiş. Neden gazete değiştirdiniz?
Gerçekten gazeteciliği büyük bir zevkle yapıyordum. Tercüman gazetesinin o dönemdeki Yazı İşleri Müdürü Abdullah Aksak, Günaydın gazetesi ile anlaşınca kendi ekibini kurarken bana da teklif getirdi. Üstelik benim için çok cazip bir öneriyle geldi. Günaydın gazetesinin İstanbul ekinde yarım sayfalık bir köşem olacaktı ve her gün İstanbul’un bir mahallesini fotoğraflayacak ve tanıtacaktım. Aslında çok zor bir işti tabii. Ama aralıksız 627 gün boyunca bu işi yaptım. Fotoğraf çekmek için İstanbul’da neredeyse çıkmadığım minare kalmadı. Semtlerin tarihini öğrenmek için zamanımın bir bölümünü Beyazıt Kütüphanesi’nde geçiriyordum. Fatih Belediyesi bu işimden dolayı bana Yılın En Başarılı 10 Kadın Kalemi ödüllerinden birini verdi.
9)Günaydın gazetesindeki yazılarınız tamamlanınca oradan ayrılıp televizyonculuğa başlamışsınız. Sıkıldınız mı yazılı basından?
Sıkılmadım. Yaptığım iş tamamlanmıştı. O dönem Asil Nadir’e ait olan gazete patronun dar boğaza girmesiyle ödeme güçlüğü çekmeye başlamıştı. Altı ay maaşlarımızı almadan çalışmak zorunda kaldık. Bir arkadaşımız sıkıntısından kalp krizi geçirerek vefat etti. Ben korodaki işimden dolayı büyük bir maddi zorluk yaşamadım ama yine gelen bir teklifi değerlendirmeme yardımcı oldu bu durum. Bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu Büyükşehir Radyo Televizyon’un başında bulunan Altan Aşar’ın davetiyle televizyon dünyasına merhaba dedim. Altan Bey, İstanbul üzerine yazdığım yazıları izlemiş ve aynı çalışmayı görsel olarak hazırlamamı önerdi. Çok zevkliydi. Kamera karşısında semtleri tanıtıyor, röportajlar yapıyor ve işin içine müziği de katmak istediğim için gittiğim semtler üzerine bestelenmiş şarkıları icra ederek programı zenginleştiriyordum. Televizyon kanalı yerel olduğu için herkes her işi yapmak zorundaydı. Ben de haber spikerliğinden yönetmenliğe kadar her işi yaptım ve BRT benim için iyi bir okul oldu. Bu süreç bir yıl sürdü ve belediye BRT kanalını kapatmaya karar verince sonlandı. Altan Aşar eski bir TRT’ciydi ve yine TRT’ye dönerek Stüdyo İstanbul programını yapmaya başladı. Birlikte çalışmak istediği ekip içinde ben de vardım. Böylece TRT 2 Televizyonu’nda hem sunucu hem yönetmen yardımcısı olarak bir yıl çalıştım. BRT kanalında yaptığım mahalle tanıtımını bu kez İngilizce alt yazılı olarak tekrar çektim ve yurt dışında Türkiye’nin tanıtımı için bu bölümlerin yayınlanmış olması bana büyük bir mutluluk verdi. İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu elbette bu süreçte hep devam ediyordu.
10)TRT son durak olmamış. Onun yerine özel radyolara ve özel TV kanallarına doğru giden sürecin bir halkası olduğunu görüyoruz. Nasıl devam etti basındaki yolculuğunuz?
TRT’den ayrılışım Altan Aşar’ın peşinden ekibiyle birlikte bu kez Kanal D’ye gitmek şeklinde oldu. Kanal D’de kısa bir süre televizyoncu olarak arka planda çalıştım ama o süreçte kurumun radyosundan teklif alınca kabul ettim ve radyo programları yapmaya başladım. Kısa süre içinde radyonun yayın yönetmeni oldum. İki yıllık bir süreçti bu. İhlas Holding ve TGRT televizyonunun sahibi Enver Ören, önce profesyonel TV programcısı olan ve o dönemde hayli yüksek bir şöhrete ulaşan kız kardeşim Jale ile bir anlaşma yapmıştı. Bu vesileyle ailece tanıştık. Beni de TGRT televizyonunda çalışmaya davet etti. Böylece tekrar bir başka televizyonda kamera önünde çalışmaya başlamıştım. Kız kardeşimin bıraktığı yerden aldım ve birkaç ay canlı olarak sabah programları sundum. Ardından müzik üzerine akşam programları hazırladım ve sundum. Kız kardeşimle birlikte Şengün Konağı adını verdiğimiz yarı dizi, yarı eğlence formatlı bir programımız oldu. Yine geleneklerimizdeki düğünlerin farklı yönlerini görüntülemek için bir belgesel program çektik. Bunun için Anadolu’daki köyleri ve Avrupa’da Türklerin yaşadığı birçok şehri dolaştık. Bu vesilelerle AJ Yapımcılık adlı şirketimizi kurduk ve dış yapımlarla uzun süre devam ettik. Sahi bu arada bazı özel radyo kanallarında yine program hazırlayıp sundum. Özellikle akşam saatlerindeki programları tercih ediyordum. Böylece diğer işlerim sekteye uğramıyordu.
11)Basın hayatınızın sonlanması evliliğinizin başlangıcıyla örtüşüyor. Basın hayatından çekilmeniz eşinizin isteği miydi?
TGRT kanalının bana en büyük hediyesi aynı şirketin bünyesinde bulunan Türkiye Hastanesi’nin doktorlarından Prof. Dr. Hasan Taşçı ile tanışmam oldu. Annemin rahatsızlığı dolayısıyla tanıştığımız Hasan Bey’le arkadaşlığımız, sonunda evlilikle noktalandı. Eşim iş hayatım konusunda bana hiçbir zaman baskı yapmadı. Ancak çok hareketli bir hayatım vardı ve bu hareketliliğe evlilik hayatının sorumluluklarını sığdırmam imkansızdı. Ben de basından tamamiyle vazgeçmeye karar verdim. Zaten müzik konusundaki çalışmalarım biraz geri planda kalmaya başlamıştı. Kader müzikte yoğunlaşmamı istiyordu diye düşünüyorum.
12)İlk çocuğunuz dünyaya geldiğinde sanat adına da bir sessizlik dönemi yaşamışsınız galiba?
Kızım Mısra doğmadan kısa bir süre önce eşim ve kız kardeşimle ortak olarak bir Sağlık ve Estetik Merkezi açmıştık. Bir süre o işin başında durdum. Sevmedim. Sevmediğim için de olmadı, vazgeçtik. Müzik çalışmalarım o dönemde topluluğun rutin etkinlikleri çerçevesinde ilerliyordu. Bireysel çalışmalarıma henüz başlamamıştım. Kızım her şeyden daha önde geliyordu elbette. O iki yaşına gelince yeniden harekete geçmeye başladım.
13)Bu hareketlilik yine birkaç alanda olmuş. Yani siz tek bir alanda yoğunlaşmak yerine hayatınızda hep aynı anda birkaç işi yürütmeyi tercih etmişsiniz. Bundan sonra neler yaptınız?
Bedrettin Dalan çok sevdiğim bir büyüğümdür. Kız kardeşimle beni çok sever. Onun teşvikiyle Yeditepe Üniversitesi’nde MBA başvurusunda bulundum. İşletme Yönetimi ve Hastane Yönetimi dallarında yüksek lisans eğitimimi tamamladım. İngilizcem çok yetersizdi. Bu süreç içinde Yeditepe Üniversitesi İngilizce Hazırlık kurslarına bir yıl yoğun bir şekilde devam ettim ve lisan problemimi de çözdüm. Yüksek Lisans diplomamı alırken oğluma hamileydim. Diploma töreninden bir ay sonra o dünyaya geldi. Öte yandan müzik konusunda daha aktif olmam gerektiğini düşünüyordum. Hocamız Necdet Yaşar yaşından dolayı emekli olmuş ve yerine neyzen Arif Erdebil Sanat Yönetmeni olarak atanmıştı. Beş yıl bu görevde kaldıktan sonra yönetimden ayrılınca bu göreve ben talip oldum. 2004 yılında yüksek lisans diplomamı alırken aynı zamanda İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’na Sanat Yönetmeni olarak atandım. 2004’ün bana getirdiği bir başka güzellik ilk solo albümümün yayınlanması oldu. Sevgili ablam ve ağabeyim Melihat Gülses ve Necip Gülses’in desteğiyle “Aşktan Yana” adını verdiğim ilk solo albümüm Akustik Müzik imzasıyla yayınlandı.
14)Bu albümün içinde bir şarkı var ki bütün Türkiye sizi o şarkıyla tanıdı. O şarkıyı okumaya nasıl karar verdiniz?
Evet. Amir Ateş’in bestelediği ve sözlerini Melek Hiç’in yazdığı “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” adlı Muhayyerkürdi şarkı gerçekten benimle özdeşleşti. Albüm repertuarını oluştururken aslında daha klasik eserlere yer vermek arzusundaydım. Ama Melihat Gülses bu şarkıyı okumam için ısrarcı oldu. İyi ki de olmuş. Bütün albüm içinde özellikle bu şarkı çok dikkati çekti.
15)Şarkının çok sevildiğini nasıl anladınız ilk olarak?
O dönemde İstiklal Caddesi’nin yeni çıkan albümler açısından özel bir yanı vardı. Oradaki müzik ürünleri satan dükkanlar, caddede herkesin duyacağı şekilde müzik yayınları yaparlardı. Bana arkadaşlarımdan hemen her gün telefon gelmeye başladı. “Şu anda İstiklal Caddesi’nde seni dinliyoruz”, diye… Önce inanmadım. Merakımdan bir gün akşam üzeri İstiklal Caddesi’ne gidip bakındım. Şarkım düzenli bir şekilde üst üste çalınıyor ve şarkıyı dinleyenler arasından birileri girip girip albümü satın alıyordu. Bunu görmek beni inanılmaz mutlu etmişti. Sonra yavaş yavaş mesajlar almaya başladım. İnsanlar benim okuduğum şekliyle bu şarkıyı mutluluklarına ortak ediyor ve hikayelerini bana yazıyorlardı. Zaten zaman içinde YouTube kanalındaki izlenme sayısı 15 milyonu geçti.
16)Sonra sekiz albüm ve dört single çalışmasına imza attınız. Albümleriniz düzenli olarak yılda bir yayınlanmış. Ama ilk albümden sonra ikinciye geçmek için sekiz yıl ara vermişsiniz. Neden?
O sürecin başrol oyuncusu kızım ve oğlumdu. Onların biraz daha büyümesi gerekiyordu. Ama boş durmadım. Bedrettin Dalan’ın ısrarıyla yüksek lisans diplomamı alır almaz doktora yapmak için çalışmaya başladım. 2012’ye kadar doktoram için çalıştım. Siyasal Bilgiler mezunu olarak bu alanda akademik kariyer yapmayı tercih etmiştim. Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi doktorası yaptım. Ünvanımı 2012’de aldım. Yani iki albüm arasındaki yıllar çocuklarım ve akademik kariyer çalışmamla geçti. Müzik ise topluluktaki çalışmalarımla yürüyordu tabii.
17)O dönemde topluluğunuzun Sanat Yönetmeni olmuştunuz. Bu kariyerde neler yaptınız?
Topluluğumuzun periyodik konserlerinin seyirci sayısını arttırmak için çok gayret gösterdim. Özel projelere imza attım. Söz gelişi Atilla Koç’un Kültür Bakanı olduğu dönemde onun da katılımıyla Türk ve azınlık bestekârlarımızın eserlerinden oluşan “Aynı Bahçenin Çiçekleri” adını verdiğim proje konserimiz büyük ilgi gördü. Aya İrini Kilisesi’nde düzenlediğim bu konsere iki bin izleyici katıldı. Klasik Türk Müziği eserlerinin icra edildiği bir konser için bu bir rekordur. Davetiyeleri topluluktaki bir iki arkadaşımla birlikte sabaha kadar tek tek elimizle yazdığımızı hatırlıyorum. Emek verince karşılığını mutlaka alıyorsunuz. Yine sanat yönetmenliğim sırasında topluluk adına üç albüm hazırladım. Özellikle “Bir Modern Zaman Mehtabiyesi” adını verdiğim ve mehtap şarkılarından oluşan çalışmamız çok beğenildi. Çok mutlulukla ifade edebilirim ki, Sanat Yönetmenliğim döneminde topluluğumuza Fransa’da bir konser verdirmek de bana nasip oldu.
18)Sanat Yönetmenliği göreviniz 2014’de sona ermiş. Topluluktaki göreviniz nasıl devam etti?
Sonrasında ses sanatçılığımın yanı sıra beş yıl Topluluk müdürü olarak çalıştım.
19)İkinci albümünüzle birlikte yurt dışında çok sayıda solo konserler vermeye başlamışsınız. Hangi ülkelerde konser verdiniz?
Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, Mısır, Cezayir, Kosova, Azerbaycan, Uganda, Fas, İtalya, Moldova, Nepal, Lübnan ve Brezilya’da konserler verdim. Ayrıca Brezilya’daki Türk Büyükelçiliğinde bir Türk Müziği semineri verdim. İngiltere’de de Warwick Üniversitesi’nde ünlü kadın bestekarımız Leyla Saz üzerine bir sunum gerçekleştirdim.
20)Müzik çalışmalarınızda bireysel faaliyetleriniz ön plana çıkınca yeniden TV programları yapmışsınız. TV Net’te bir yıl boyunca “Bir Tatlı Huzur” aynı anda TRT’de “Alaturka Sevdalar” adlı iki programa imza atmışsınız. TRT İstanbul Radyosu’nda da kız kardeşiniz Jale Şengün’le birlikte “Bir Fincan Kahve” adlı bir programı hazırlayıp sunmuşsunuz. Bu dönem müziğin hayatınızda daha ön plana çıktığını görüyoruz. Peki doktora yaptığınız siyaset bilimi alanında çalışmalarınız oldu mu?
2012’den sonra Medipol Üniversitesi’nde hem Siyaset Bilimi hem de konservatuar bünyesinde Türk Müziği repertuar dersleri vererek üniversite havasını da soludum. Çok güzel bir dönemdi. Üniversite öğrencileriyle birlikte olmayı çok sevdiğim için Medipol Üniversitesi Türk Müziği Korosu’nu kurup gençlerle birlikte konserler de verdim. Ancak yoğunlaşan müzik çalışmalarım dolayısıyla bu süreci dört yıl sonra sonlandırmak zorunda kaldım.
21)Medipol Üniversitesi’nde koro çalıştırdığınızı söylediniz. Başka amatör korolar da kurmuşsunuz. Bu kadar yoğun bir çalışma temposu içinde amatörlerle yakından ilgilenmeyi tercih etmenizin temelinde ne yatıyor?
Benim için iyi bir yorumcu olmak kadar müzik sevgisini içinde taşıyan amatörlerle birlikte olmak da çok değerli. Müziği çok sevdiği ve hatta müzik kulağı olduğu halde bazen şartlardan, bazen cesaret edemediği için müzikten uzak kalmış, buna karşılık bu hevesi içinde yaşatan o kadar çok insan tanıdım ki, onlara yardımcı olmayı bir misyon olarak üstlenmeyi istedim. Bu konuya beni yönelten genç yaşta kaybettiğimiz değerli arkadaşım kanun sanatçısı Halil Karduman’dır. İlk koromu onun desteğiyle kurduktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi. Beş tane amatör koro kurdum. Zamansızlıktan hepsini yaşatamadım. Ama kızımın adını verdiğim ve elli amatörden oluşan Mısra Türk Müziği Topluluğu ile oturduğum binadaki dostlarımla başlayıp kısa sürede altmış kişiye ulaşan Nevasel Türk Müziği Topluluğu hala çalışmalarına devam ediyor. Bu iki koromla hem yurt içinde hem de yurt dışında sayısız konser verdik. Pandemi süreci çalışmalarımızı kesintiye uğratmış olsa da haftada bir gün sevgili öğrencilerimle online çalışma yapıyorum. Online Türk Müziği grubumuz gitgide büyüyor ve şu anda yüz yirmi kişiye ulaştık. Bu çalışmayı Zoom uygulaması üzerinden tamamen gönüllülük esasıyla yapıyorum ve katılmak isteyen herkesi grubumuza alıyorum. Böylece Türk Müziği’ni daha çok insana sevdirme konusunda bir hizmet yaptığımı düşünüyorum. Umarım öyle oluyordur.
22)2018’de gençleri Türk Müziği’ne yaklaştırmak için farklı bir çalışma başlatmışsınız. Bu da görev tanımınızda bir değişikliğe yol açmış. Bu süreci anlatabilir misiniz?
İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’ndaki ses sanatçılığı görevim son yıllarda periyodik konserlerimize gelen kitlenin belli bir yaş grubu üstünde kalmasından, aynı zamanda sayıca azalmasından dolayı bende bir tatminsizlik duygusu yaratmaya başlamıştı. Ayda iki kez standart bir izleyiciye konser vermek suretiyle hitap ederek maaş almaktan rahatsız olmaya başladım. Farklı bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Topluluğumuzda bulunan genç saz sanatçısı kardeşlerimden ve benim gibi düşünen birkaç ses sanatçısı arkadaşımdan oluşan bir grup kurdum ve İstanbul’daki liseleri arayarak Türk Müziği’ni tanıtıcı çalışmalar yapmak üzere okullarını ziyaret etmek istediğimizi söyledim. Herhangi bir karşılık beklemiyorduk. Tabii bu okul yöneticileri tarafından mutlulukla karşılandı. Sadece konser vermekle gençlere ulaşamayacağımızı düşündüğüm için tarihsel bir hikaye metni geliştirmiştim. Türk Musikisi’nin bin yılı aşkın tarihini ilgi çekici anekdotlarla süsleyerek hem anlattım hem de arkadaşlarımla örnek eserler seslendirdik. İstanbul’da yirmiden fazla okulu ziyaret ettikten sonra Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer’in desteğiyle bu projeyi daha geniş bir öğrenci kitlesine aktarmak amacıyla projeyi genişlettik. Onurla ve mutlulukla belirtmeliyim ki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un eşi Rana Selçuk ve Bakan Yardımcısı Mahmut Özer’in eşi Nebahat Özer projeyi himaye altına aldılar. Bu iki harika hanımla birlikte ve saz sanatçısı arkadaşlarımızla tam 17 ili gezdik. Okullarda öğrencilerimize Türk Müziği’ni anlattık. Gittiğimiz her şehirde aynı anda yetişkinler için Türk Müziği konserleri verdik. 2020 başına kadar 10 bin öğrenci ve öğretmene, bir o kadar da yetişkine ulaştık. Bu proje hayatımın en değerli projesidir, diyebilirim. Bu anlamda özellikle Mahmut Özer, Nebahat Özer ve Rana Selçuk’a destekleri için şükran borçluyum. Ne yazık ki pandemi süreci çalışmalarımızı kesintiye uğrattı. Her şey düzelince devam etmesini diliyorum. Görev tanımımdaki değişikliğe gelince, Prof. Dr. Mahmut Özer projeye verdiği destek kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Millî Eğitim Bakanlığı’na Bakan Danışmanı sıfatıyla görevlendirilmemi sağladı. Onurla sürdürdüğüm bu görev kapsamında Güzel Sanatlar Liseleri alanında da iyileştirme çalışmaları yapmaya gayret ettim. Çalışmalar pandemi sürecine rağmen devam ediyor çok şükür.
23)Son yıllara gelene kadar hayat hikayenizde hep yeni başlangıçlara rastlıyoruz. Eğitim bu başlangıçlar arasında önemli yer tutmuş. Artık sonlandı mı?
Allah çalışma enerjisi ve sağlık verdiği sürece bir şeylerin sonlanmasını düşünmemek lazım. Son tamamladığım eğitim süreci 2018 yılında kayıt olduğum ikinci yüksek lisansım oldu. Üsküdar Üniversitesi’nde Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı üzerine yaptığım yüksek lisansımı 2019 yılında tamamladım. Ama öğrenmeye olan aşkım devam ediyor. Şimdi de ikinci üniversite projesi kapsamında açık öğretimde dört yıllık Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yeniden öğrenciliğe başladım. Şu anda birinci sınıftayım.
24)Eğitimin önemine bu kadar inanan bir müzisyen olarak Türkiye’deki müzik eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de müzik, tarihsel süreç ve toplumumuzun kültürel yapısı itibarıyla Batı’dan farklı olarak gelişim ve değişim göstermiş. Bu konunun detayları çok uzun. Ama sonuç olarak müzik eğitimi günümüzde kültür ve sanata yeterince eğilmeyen bir toplum olduğumuzu yansıtacak şekilde ne yazık ki çok yanlış ve yetersiz. Okullarımızda sadece müzik değil sanat eğitimi önemsiz bir dolgu dersi olarak algılanıyor. İçerik olarak baktığımızda da durum çok karışık. Batı müziği, kendi kültürümüzün ürünü olan Türk müziğine göre öncelik taşıyor. Cumhuriyet sonrası dönemin politikalarının bir sonucu olarak müzik eğitimi talebi dün olduğu gibi bugün de Türk Müziği’nden çok Batı müziğine yönelik. Müziğin toplumun kültürel yapısının sağlam şekilde sonraki nesillere ulaştırılması açısından ne kadar önemli bir rolü olduğu tam olarak algılanmış değil. Okullarımız açısından üretilmesi gereken yeni müzik politikalarına ihtiyaç var. Toplumsal açıdan baktığımızda gençlere yönelik müzik eğitim politikalarının yanlışlığı ve hatta yokluğu, ülkemizdeki müzik zevk ve anlayışında yabancı kültürlerin etkisi altında bir erozyonun oluşumuna zemin hazırlamış. Açıkçası müzik eğitimi konusunda yapılması gereken çok iş var. İhmal edildiği takdirde önümüzdeki yıllarda Türk toplumunda müzik, tarihsel süreci içinde en kötü dönemlerini yaşıyor olacak diye düşünüyorum. Bu konudaki karamsarlığım gözlemlerime dayanıyor. Duygusal değil maalesef.
25)Siz müzik anlamında yorumcu olarak farklı dönemleri yansıtan albümlere imza atmışsınız. Bu tip çalışmaları da toplumda gelişen müzik hafızası açısından bir eğitim aracı kabul edecek olursak, yeni bir çalışmaya yönelerek bu yönde eğitime devam edecek misiniz?
Kesinlikle bu amaca yönelik olarak çalışmaya devam etmek amacındayım. Çok şükür ki, Ocak 2021’de 9. albümüm dinleyicilerle buluşacak. Son rötuşları yapıyoruz. Bu kez çok değer verdiğim Alaturka Records projesinin Sanat Yönetmeni Uğur Işık ile çok farklı bir albüm çalışması gerçekleştirdik. Adı henüz belli değil ama en güzel çalışmam olacağını düşünüyorum. Onu iki üç ay sonra Eyyûbî adını verdiğimiz bir başka albüm izleyecek. Eyüp Belediyesi tarafından hazırlanan ve LP olarak yayınlanacak bu çalışmada da Eyüplü klasik dönem bestekârlarının eserleri yer alacak. Ön çalışmaları tamamlandı. Değerli ses sanatçısı Doğan Dikmen ile birlikte seslendireceğiz.
Eğitiminin ilk yıllarında müzik yeteneği sayesinde TRT İstanbul Radyosu Çocuk Korosu sınavını kazanarak, bu koroda beş yıl boyunca Klasik Batı Müziği’nin temel eğitimini alıyor. Bir taraftan ilkokul eğitimine devam ederken diğer taraftan da büyük fedakârlıklarla koroya devam ediyor. Aylin Hanım o günleri anlatırken çektiği sıkıntılara da değinmeden geçemiyor: “Çok yararlı ama bir o kadar da yorucu bir dönemdi. Hafta içi okula gidiyor, hafta sonları iki gün Pendik’ten Harbiye’ye giderek radyo binasında Cenan Akın ve Yücel Elmas yönetimindeki koro çalışmalarına katılıyordum. Çoğu zaman banliyö treninde yorgunluktan uyuyakaldığımı ve ineceğim durağı kaçırdığımı hatırlarım.”
Ortaöğretimini tamamlayıp yükseköğretim aşamasında ise ailesinin tavsiyeleri doğrultusunda müzik ile ilgili bir yükseköğretim yerine İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’ne devam ediyor. Aylin Hanım üniversite eğitimi ile ailesinin tutumunu şöyle anlatıyor: “Annem ve babam başlangıçta müzik eğitimi almamı ne kadar desteklemiş olsalar da konservatuara girmeme o oranda karşı çıktılar. Onların bakış açısına göre doğru dürüst bir okulda okumalıydım.” Fakat Aylin Taşçı müzikten kopmuyor ve kamu alanındaki eğitimi ile eş zamanlı olarak müzik eğitimine de devam ediyor.
Klasik Batı Müziği eğitimi devam ederken, Aylin Hanım’ın müziğe olan ilgisini bilen okul arkadaşı onu Türk Musikisi Koro çalışmalarına davet ediyor. Merakına yenik düşen Taşçı’nın müzik hayatında önemli bir dönüşüme sebep oluyor bu merak. İki müzik alanında birden hareket edemeyeceğini fark edince Türk Müziği’ne yöneliyor. Bu seçiminde dönemin ünlü ses sanatçılarının aile yakını olması ve dedesinin Türk Musikisi dersleri vermiş olması gibi faktörlerin etkisinin büyük olduğunu şu sözlerle belirtiyor: “Genler ve ailede Türk Müziği’ne olan sevgi beni Klasik Batı Müziği’nden kopardı.” Bu tercihi ile Aylin Hanım'ın bu dönemde devam ettiği üniversite korosu geniş bir repertuar edinmesini sağlıyor.
Hayatının çeşitliliklere açık olması mezuniyet sonrası çalışma hayatına da yansıyor. Basın alanında ilk çalışmalarına başlıyor. Özellikle müzik ile ilgili geçmiş kazanımları bu işlerde yeni kapılar da açıyor. O günleri Aylin Hanım şöyle değerlendiriyor: “Tempo’da işe girmeme vesile olan Metin Çorabatır beni bu kez Tercüman gazetesine gönderdi. Haber müdürü ile görüşmemizde müzik eğitimimden bahsettiğim için beni Kültür Sanat Editörü Beşir Ayvazoğlu’nun yanında görevlendirdi. Türkçeyi onun yanında öğrendim bir yılın sonunda yazılarımda kendi imzamı kullanmama izin verdi ve bu icazet bana büyük bir mutluluk vermişti.”
Bu süreçte gazete için çalışmaları ve yaptığı röportajlar Aylin Hanım’ın sosyal çevresinin genişlemesine büyük katkı sağlıyor. Bu sayede hayran olduğu müzisyenlerle röportajlar yapıyor ve sürekli yeni insanlarla tanışıyor. Aslında birbirinden tamamen ayrı duran yükseköğretim kariyeri, müzik kariyeri ve gazetecilik deneyimi sürekli birbirlerini besliyor. Örneğin, tambur sanatçısı Necdet Yaşar ile bir röportaj yapıyor. Sonrasında verdiği bir konserde de dinleyici olan ve Kültür Bakanlığı’na bağlı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nu kurmuş olan Necdet Yaşar, konser sonrası Aylin Hanımı bu topluluğa ses sanatçısı olarak davet ediyor. Böylece İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu ses sanatçısı olarak mesleğine başlıyor. Hayat onu bir şekilde müzik ile tekrar buluşturuyor.
Gazetecilik deneyimi çalıştığı ekibin Günaydın gazetesine geçmesiyle Günaydın gazetesinde devam ediyor. Bu vesile ile Aylin Hanım İstanbul’u çok daha yakından ve derinden tanıma fırsatı buluyor: “Günaydın gazetesinin İstanbul ekinde yarım sayfalık bir köşem olacaktı ve her gün İstanbul’un bir mahallesini fotoğraflayacak ve tanıtacaktım. Aslında çok zor bir işti tabii. Ama aralıksız 627 gün boyunca bu işi yaptım. Fotoğraf çekmek için İstanbul’da neredeyse çıkmadığım minare kalmadı. Semtlerin tarihini öğrenmek için zamanımın bir bölümünü Beyazıt Kütüphanesi’nde geçiriyordum. Fatih Belediyesi bu işimden dolayı bana Yılın En Başarılı 10 Kadın Kalemi ödüllerinden birini verdi.” Aylin Şengün’ün çabaları ona her zorlu sürecin sonunda bir kazanım sağlıyor.
Bu sırada gazetede sıkıntılı bir süreç yaşanmasına ve altı ay maaş alamamalarına rağmen Taşçı aynı zamanda müzik çalışmaları devam ettiği için maddi olarak sıkıntıların üstesinden gelebiliyor. Bir başka deyişle çok boyutlu olması hayatını zorlaştırmıyor, tam tersine kolaylaştırıyor. Ayrıca, çok boyutlu deneyimleri hep yeni iş kapıları açıyor. Günaydın gazetesindeki sıkıntılı dönem onu televizyonculuk kariyeri ile buluşturuyor. Aylin Hanım bu konuda da ilk gelişmeleri şöyle değerlendiriyor: “Bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu Büyükşehir Radyo Televizyon’un başında bulunan Altan Aşar’ın davetiyle televizyon dünyasına merhaba dedim. Altan Bey, İstanbul üzerine yazdığım yazıları izlemiş ve aynı çalışmayı görsel olarak hazırlamamı önerdi. Çok zevkliydi. Kamera karşısında semtleri tanıtıyor, röportajlar yapıyor ve işin içine müziği de katmak istediğim için gittiğim semtler üzerine bestelenmiş şarkıları icra ederek programı zenginleştiriyordum.” Görüldüğü gibi her yeni deneyim hayatını kolaylaştırdığı gibi müzik birikimi de yeni deneyimleri zenginleştiriyor ve kalıcı kılıyordu. Televizyon kariyerinde BRT ile başlayan deneyim sonrasında TRT, TGRT ve TVNET ile devam ediyor. TGRT deneyimi evliliğini de şekillendiriyor. Aylin Hanım bu konuda şunları söylüyor: “TGRT kanalının bana en büyük hediyesi aynı şirketin bünyesinde bulunan Türkiye Hastanesi’nin doktorlarından Prof. Dr. Hasan Taşçı ile tanışmam oldu. Annemin rahatsızlığı dolayısıyla tanıştığımız Hasan Bey’le arkadaşlığımız, sonunda evlilikle noktalandı.”
Aylin Hanım sonraki dönemlerde farklı alanlarda lisansüstü eğitimlerini tamamlıyor. Medipol Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Türk Müziği Solfej dersleri veriyor. Çok yönlülüğü onu bu süreçte de yalnız bırakmıyor. Her yeni çevre müzik ile yeni projeleri tetikliyor. Yurtdışında 16 ülkede çok sayıda konser veriyor. Ayrıca Batı müziğinin, kendi kültürümüzün ürünü olan Türk müziğine göre daha ön planda olmasına sitem eden Taşçı bu konuda düşüncelerini şöyle anlatıyor: “Müziğin toplumun kültürel yapısının sağlam şekilde sonraki nesillere ulaştırılması açısından ne kadar önemli bir rolü olduğu tam olarak algılanmış değil.” Düşünceleri doğrultusunda bu alanda projelere başlıyor Taşçı. Gençlere sadece konser vererek ulaşamadığı düşünen Aylin Hanım, Türk Musikisi’nin tarihini ilgi çekici anekdotlarla süsleyerek MEB ile ortak yürüttüğü proje ile illerde Türk Musikisi Tanıtım Seminerleri vermeye devam ediyor. Türk Müziği sevgisini gelecek nesillere aktarmak için 17 ili gezerek okullarda öğrencilerle buluşan Taşçı, pandemi sürecinde ise iyileştirme çalışmalarını sürdürüyor.
Diğer taraftan çok sayıda müzik korosu kuruyor. Aylin Hanım müzik koro çalışmalarını çok önemsiyor: “Benim için iyi bir yorumcu olmak kadar müzik sevgisini içinde taşıyan amatörlerle birlikte olmak da çok değerli. Müziği çok sevdiği ve hatta müzik kulağı olduğu halde bazen şartlardan, bazen cesaret edemediği için müzikten uzak kalmış, buna karşılık bu hevesi içinde yaşatan o kadar çok insan tanıdım ki, onlara yardımcı olmayı bir misyon olarak üstlenmeyi istedim. Beş tane amatör koro kurdum. Zamansızlıktan hepsini yaşatamadım. Ama kızımın adını verdiğim ve elli amatörden oluşan Mısra Türk Müziği Topluluğu ile oturduğum binadaki dostlarımla başlayıp kısa sürede altmış kişiye ulaşan Nevasel Türk Müziği Topluluğu hala çalışmalarına devam ediyor. Bu iki koromla hem yurt içinde hem de yurt dışında sayısız konser verdik.” İçindeki eğitim ve müzik aşkı hiç sönmeyen Aylin Hanım birçok insanın hayatına dokunmuş ve dokunmaya da devam ediyor.
Haber: Zeynep Sueda Özer
Kaynaklar:
Aylin Şengün Taşçı ile Röportaj
https://www.aylinsenguntasci.com/tr/
Aylin Şengün Taşçı ile Röportaj
1)Sizi Türk Müziği alanında yaptığınız çalışmalar ve yorumlarınızla tanıyoruz. Sevilen bir Türk Müziği ses sanatçısısınız. Ancak özgeçmişinize bakınca eğitim hayatınızda farklı odakların da yer aldığını görüyoruz. Bu farklılıkların temeline inmek için eğitim sürecinizin başlangıç dönemiyle sohbetimize başlayalım mı?
Eğitim hayatım babamın devlet memuru olması ve görev yerleri dolayısıyla tek şehirde başlayıp tamamlanamadı. Evde aldığım erken eğitim sayesinde ikinci sınıftan itibaren başladığım ilkokul yıllarımın ilk durağı çok kısa bir süre Eskişehir, ardından iki yıl için Diyarbakır oldu. İlkokul eğitimimin son iki yılında ise İstanbul’a yerleştik. Pendik İlkokulu, Ortaokulu ve Lisesinde eğitim aldım. İlkokul yıllarımda müziğe ilgim olduğunu fark eden ailem, o dönemde yeni kurulmuş olan TRT İstanbul Radyosu Çocuk Korosu’nun sınavlarına başvurmamı sağladı. Kazandım ve beş yıl boyunca Klasik Batı Müziği’nin temel eğitimini bu koroda aldım. Çok yararlı ama bir o kadar da yorucu bir dönemdi. Hafta içi okula gidiyor, hafta sonları iki gün Pendik’ten Harbiye’ye giderek radyo binasında Cenan Akın ve Yücel Elmas yönetimindeki koro çalışmalarına katılıyordum. Çoğu zaman banliyö treninde yorgunluktan uyuyakaldığımı ve ineceğim durağı kaçırdığımı hatırlarım. Çocuk Korosu’nda çocukluk dönemimiz tamamlanıp seslerimiz gerekli olgunluğa eriştiğinde bizi bu kez yeni kurulan TRT Gençlik Korosu’na aldılar. Gökçen Koray yönetimindeki Gençlik Korosu Klasik Batı Müziği eğitimimi daha da geliştirdiğim yer oldu. Soprano ses olarak çalıştım. O dönemde liseden de mezun oldum.
2)Bu başlangıca bakarak üniversitede konservatuar eğitimine yöneleceğiniz düşünülür. Ama siz İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmişsiniz. Kamu yönetimi bölümünde lisans eğitiminizi tamamlamışsınız. Bu okul da müzik gibi sizin bir başka ilgi alanınız mıydı?
Hayattaki seçimleriniz her zaman sizin bilinçli tercihleriniz olmayabiliyor. Ama “Su akar yolunu bulur” sözü çok doğru. Emeklerinizin karşılığı mutlaka karşınıza çıkar. Ben de üniversite seçimi noktasına geldiğimde gerçekten müzik tercihi yapmayı istemiştim ama annem ve babam başlangıçta müzik eğitimi almamı ne kadar desteklemiş olsalar da konservatuara girmeme o oranda karşı çıktılar. Onların bakış açısına göre “doğru dürüst” bir okulda okumalıydım. Müzik bir hobi olarak hayatımda yer alabilirdi. Uzun konuşmalar yaptık. Sonuçta beni ikna ettiler. O dönemde üniversite tercihlerinde sistem farklıydı. Önce okulları seçiyor, sıralıyor ve daha sonra aldığınız puana göre tercihlerinizin içinden ulaştığınız yere yerleşiyordunuz. Puanınızı bilmeden seçim yapmak çok daha zordu tabii. Diğer taraftan şimdiki gibi sayısal, sözel ayrımı yapmadan aynı anda tıp, hukuk, bilgisayar mühendisliği, işletme, iktisat gibi farklı branşları aynı tercih listesine yazabiliyordunuz. Lisede başarılı bir öğrenciydim ama tercih listesini yaparken hangi okulu seçmem gerektiği konusunda bilinçli bir çalışma yapamadım. Yardım da almadım. İlk üç tercihim tıp fakültesiydi. Sonra bilgisayar ve elektronik mühendisliği, ardından kazanmış olduğum İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü yazmıştım. Neden derseniz, bugün gülerek cevap veriyorum ama, sadece adını beğendiğim için yazdım, diyeceğim. Dolayısıyla kazandığımda ne çok sevindim ne de üzüldüm. Bir alttaki tercihim veterinerlik fakültesiydi, kısa bir süre “keşke veteriner mi olsaydım” diye düşünmüşlüğüm vardır. Ama kayıt yaptırdıktan sonra okulumu çok sevdim.
3)Okulunuzu sevmeniz sizi müzikten uzaklaştırmamış. Okul yıllarınızda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda yarı zamanlı Türk Müziği eğitimi almışsınız. Bu döneme kadar Klasik Batı Müziği ile ilgilenirken tercihinizi Türk Müziği eğitiminden yana kullanmışsınız? Nasıl oldu?
Bu gerçekten ilginç bir dönüşüm oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne devam ederken TRT Gençlik Korosu çalışmalarım da sürüyordu. Benim müziğe olan yakınlığımı okul arkadaşlarım da öğrendiler. Bugün Cumhurbaşkanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun şefi olan okul arkadaşım Mehmet Güntekin, ikinci sınıftayken yanıma gelip beni Süheyla Altmışdört yönetimindeki İstanbul Üniversitesi Türk Musikisi Korosu’nun çalışmalarına davet etti. O zaman tek sesli müziğin bana hitap etmeyeceğini düşünüyordum ama merakıma yenilerek çalışmaya gittim. Orada apayrı bir dünya ve farklı bir müzik vardı. Söylenen şarkıların ruhu beni birden etkisi altına aldı. Klasik Batı Müziği’ni çok seviyordum ama her iki koroda da müzik yapabileceğimi düşünerek Süheyla Hanım’ın korosuna katıldım. Başlangıçta çok güzeldi ama ilerlemeye başlayınca farklı teknikleri kullanmanın zorluğu ortaya çıktı. Tercih yapmak zorunda kaldım. Çok düşündüm. Sanırım biraz genetik faktörlerin de etkisi ortaya çıktı o dönemde. Zira bir dönemin ünlü ses sanatçısı Radife Erten babaannemin yakın akrabası idi. Dedem Sabri Şengün ise yıllar önce Eskişehir’de keman, ut ve benzeri enstrümanları çalıp Türk Musikisi dersleri veren, besteleri radyo repertuarına girmiş bir isim. Onlardan bana ulaşan genler ve ailede Türk Müziği’ne olan sevgi beni Klasik Batı Müziği’nden kopardı. Üniversite Korosu’na karar verdim. Ancak o koro müzikle ilgilenmem açısından tek başına yeterli gelmeyince o zamanlar İstanbul Belediyesi’ne bağlı olan sonradan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı olan okulun Türk Müziği bölümünün sınavlarına girdim ve eğitimimi orada sürdürdüm. Üniversitede derslerimi tamamlıyor, haftada iki gün öğleden sonra konservatuara gidip Türk Müziği öğreniyordum. Haftada bir gün de Üniversite Korosu’nun çalışmaları vardı. Üniversite Korosu geniş bir repertuar edinmemi sağladı.
4)İki müzik türünü aynı anda sürdürmenin imkansızlığından bahsettiniz? Farklı teknikleri kullanmanın zorluğuna değindiniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Klasik Batı müziği çoksesli müziğin zirvesidir. Türk Müziği ise modal müziktir. Tekseslilikte en son noktadır. Batı Müziği’ndeki çokseslilik içinde kadın sesleri soprano ve alto olarak ikiye ayrılır. Soprano sesler eserlerdeki tiz sesleri yorumlar. Ben ses yapımdan ötürü sopranoyum. O tiz sesleri çıkarabilmek için diyaframdan gücünü alarak ağız boşluğunun çeşitli imkanlarını en verimli şekilde kullandığımız tekniklerden yararlanmak gerekir. Buna kafa sesi diyoruz. Bu teknikleri kullanırken duygulardan ziyade sesin sağlıklı çıkmasına önem vermelisiniz. Kelimelerin ifadesi ince seslerin sağlıklı çıkması için değişebilir. Türkçeleştirilmiş opera eserlerini izlediyseniz bu farkı görmüşsünüzdür. Türk Müziği tek sesli olduğu için akort her insanın kendi ses sınırlarına göre değiştirilebilir. Burada duygu daha ön plana çıkar. Eserleri süslemek için gırtlaktan çıkan vokallerden yararlanırsınız. Bu iki tür birbirine oldukça aykırıdır. Ben Türk Müziği’ne başladığımda, tavır-üslup dediğimiz ve gelenekte daha önceki ustaların okuyuşlarına dayalı yorumlardan çok uzak, düz seslerin ön planda olduğu bir icra yapıyordum. Bu da eserin ruhunun ortaya çıkmasını engelliyordu. Buna yönelmeye çalıştığımda ise Batı Müziği eserlerinde, koro içindeki uyumdan kopmam söz konusu oluyordu. Bu nedenle her iki koromdaki hocalarım aynı anda “ya o ya bu” dediler.
5)Müzik alanındaki ikilikten kurtulmuşsunuz ama eğitiminizi iki alanda tamamladıktan sonra meslek seçiminde farklı boyutlara yönelmişsiniz. Bu da ilginç… Yoksa aileniz müziği meslek olarak seçmenize karşı mı çıktı?
Meslek seçimimde ailemin etkisi olmadı. Onlar okul seçimimden sonra müziğe gösterdiğim ilginin devamı üzerine her şeyi oluruna bırakmaya karar verdiler sanırım. Üstelik ben de kararlarıma kimseyi karıştırmamak konusunda daha dirençli olmuştum eğitimim tamamlandıktan sonra.
6)Meslek edinme hikayenizi anlatır mısınız?
Meslek seçimi noktasına geldiğimde, biraz da o dönemde yaşadığım şartların etkisi ile önceliğim para kazanmaktı. Bir an önce bir iş bulmam gerekiyordu. İlk önce gazete ilanlarından birkaç görüşme yapmayı denedim. Hatta hiç unutmuyorum, Perşembe Pazarı’nda bir işyerine muhasebe elemanı olmak için gittiğimde, “sizin özellikleriniz bizim için çok fazla”, diyerek beni geri çevirmişlerdi. İş konusundaki ilk hayal kırklığım buydu. Sonra kısa süre içinde İstanbul Sanayi Odası’nda bir iş buldum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama heyecanlı ve çok aktif bir çalışma temposu bekliyordum. Ne yazık ki bana bir ay boyunca sadece fotokopi çektirdiler. Sabır bana göre değildi. Dayanamadım ve İSO’dan ayrıldım. Bugün İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı olan gazeteci dostum Metin Çorabatır’ın yardımıyla o zamanlar ünlü bir aktüel dergi olan Tempo’da stajyer muhabir olarak çalışmaya başladım. Dergiye aynı anda benim gibi stajyer birkaç genç üniversite mezununu almışlardı. Profesyonellerin yanında doğal olarak çok ağır kalıyorduk. Tecrübeli muhabirler haberlerini on parmak daktilo ile yarım saatte yazarken biz oluşturduğumuz haberleri iki parmak daktilo ile akşama kadar tamamlayamıyorduk. Tahmin edeceğiniz gibi bir ay sonra tüm stajyerleri işten çıkardılar. Bu da iş hayatımdaki ikinci hayal kırıklığım oldu. Ağlayarak yine Metin Çorabatır’a gittim. Üzülme, dedi ve beni bu kez Tercüman gazetesine gönderdi. Haber Müdürü Şakir Süter, görüşmemizde müzik eğitimimden bahsettiğim için beni Kültür Sanat Editörü Beşir Ayvazoğlu’nun yanında görevlendirdi. Beşir Bey bana gazeteciliği, Türkçe’yi iyi kullanmayı öğreten insandır. İki yıl boyunca onun yanında çalıştım. Pazar günlerim bile gazetede geçti. Daktiloyla fırtına gibi yazabiliyordum. Beşir Bey bir yılın sonunda yazılarımda kendi imzamı kullanmama izin vermeye başladı. Bu icazet bana büyük bir mutluluk vermişti. Bu süreçte sağolsun beni özellikle müzik üzerine yazmaya teşvik etti. Doğal olarak Türk Müziği camiasına yöneldim ve röportajlarımı hayran olduğum önemli müzisyenlerle yapmaya başladım. Kader meslek seçimimle ilgili kararımı şekillendirmeye başlamıştı. Çello sanatçısı, yazar, şair, besteci Fırat Kızıltuğ ve eş zamanlı olarak tanbur sanatçısı Necdet Yaşar ile tanışmam bu anlamda çok önemli bir dönüm noktası oldu. Fırat ağabey, Türk Edebiyatı Vakfı’nda bana bir solo konser düzenledi ve o dönem Kültür Bakanlığı’na bağlı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’nu kurmuş olan Necdet Yaşar’ı da konsere davet etti. Ben zaten aynı süreçte Necdet Yaşar ile röportaj yapmış ve ona kendimi anlatma fırsatı bulmuştum. Sanırım Necdet Hoca beni aklına yazmıştı. O süreçte topluluğuna üç kadın ses almak istiyordu. Konserimi izledikten sonra beni çağırarak topluluğuna ses sanatçısı olarak girmem teklifinde bulundu. Bu benim için inanılmaz bir teklifti. Hayalimdeki mesleğe ulaşmış olacaktım. Ancak tam o zamanlar kadınlara kaymakam olma hakkı verilmişti ve kaymakamlık sınavlarına girmeyi düşünmekteydim. Necdet Hoca’nın çok cazip teklifini ve girmeyi planladığım kaymakamlık sınavını kafamda tartarken anneme fikrini sordum. O zamana kadar müziğin benim için hobi olarak kalmasının doğru olduğunu düşünen annem “Kaymakam olursan kim bilir nerelere gideceksin. Aklımız sende kalacak. Sen en iyisi Devlet Korosu’na gir” deyince fikrim pekişmiş oldu. Necdet Yaşar, topluluğundaki sanatçılar üzerinde çok emeği olan hocam Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca’ya sesimi dinletip onun onayını da aldı. Ardından resmi işlemler tamamlandı ve İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Ses Sanatçısı olarak mesleğime başlamış oldum. Yani ben ille de müzik diye peşinde koşmadım, kader müziği bana meslek olarak seçti sanırım.
7)İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu kadrosuna girince sadece müzikle devam etmemişsiniz. Basın sektöründen kopmamışsınız. Neden vazgeçmediniz? Zor olmadı mı?
Topluluğa girdiğim zaman Necdet Yaşar, ses sanatçılığının yanı sıra sahip olduğum donanımdan da yararlanmak istedi. Basın tanıtımları, konser programlarının yazılması, halkla ilişkiler konularında topluluğa yoğun olarak hizmet etmeye başladım. Bu durum benim de işime geldi açıkçası. Çünkü gazeteciliği seviyordum ve sadece müziğe yönelmek fikri bana “azalmak” gibi geliyordu. Müziği dolu dolu yaşarken basında da çalışabilirdim. Necdet Hoca anlayış gösterdi, ben daha çok çalıştım ve iki işimi uzunca süre bir arada götürdüm. Zor oldu elbette. Her zaman topluluğun provasına zamanında yetişemiyor, arkadaşlarımın bakışlarına maruz kalıyordum. Topluluğun provası dolayısıyla her habere gidemiyor, sıkıntıya düşüyordum. Ama bir şekilde idare ettim. Aslında para kazanmam da gerekiyordu. Babam rahatsızlandığı için erken emekli olmuştu ve aileme destek olmak zorundaydım.
8)Tercüman gazetesinden sonra basın hayatınız Günaydın gazetesi ile devam etmiş. Neden gazete değiştirdiniz?
Gerçekten gazeteciliği büyük bir zevkle yapıyordum. Tercüman gazetesinin o dönemdeki Yazı İşleri Müdürü Abdullah Aksak, Günaydın gazetesi ile anlaşınca kendi ekibini kurarken bana da teklif getirdi. Üstelik benim için çok cazip bir öneriyle geldi. Günaydın gazetesinin İstanbul ekinde yarım sayfalık bir köşem olacaktı ve her gün İstanbul’un bir mahallesini fotoğraflayacak ve tanıtacaktım. Aslında çok zor bir işti tabii. Ama aralıksız 627 gün boyunca bu işi yaptım. Fotoğraf çekmek için İstanbul’da neredeyse çıkmadığım minare kalmadı. Semtlerin tarihini öğrenmek için zamanımın bir bölümünü Beyazıt Kütüphanesi’nde geçiriyordum. Fatih Belediyesi bu işimden dolayı bana Yılın En Başarılı 10 Kadın Kalemi ödüllerinden birini verdi.
9)Günaydın gazetesindeki yazılarınız tamamlanınca oradan ayrılıp televizyonculuğa başlamışsınız. Sıkıldınız mı yazılı basından?
Sıkılmadım. Yaptığım iş tamamlanmıştı. O dönem Asil Nadir’e ait olan gazete patronun dar boğaza girmesiyle ödeme güçlüğü çekmeye başlamıştı. Altı ay maaşlarımızı almadan çalışmak zorunda kaldık. Bir arkadaşımız sıkıntısından kalp krizi geçirerek vefat etti. Ben korodaki işimden dolayı büyük bir maddi zorluk yaşamadım ama yine gelen bir teklifi değerlendirmeme yardımcı oldu bu durum. Bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu Büyükşehir Radyo Televizyon’un başında bulunan Altan Aşar’ın davetiyle televizyon dünyasına merhaba dedim. Altan Bey, İstanbul üzerine yazdığım yazıları izlemiş ve aynı çalışmayı görsel olarak hazırlamamı önerdi. Çok zevkliydi. Kamera karşısında semtleri tanıtıyor, röportajlar yapıyor ve işin içine müziği de katmak istediğim için gittiğim semtler üzerine bestelenmiş şarkıları icra ederek programı zenginleştiriyordum. Televizyon kanalı yerel olduğu için herkes her işi yapmak zorundaydı. Ben de haber spikerliğinden yönetmenliğe kadar her işi yaptım ve BRT benim için iyi bir okul oldu. Bu süreç bir yıl sürdü ve belediye BRT kanalını kapatmaya karar verince sonlandı. Altan Aşar eski bir TRT’ciydi ve yine TRT’ye dönerek Stüdyo İstanbul programını yapmaya başladı. Birlikte çalışmak istediği ekip içinde ben de vardım. Böylece TRT 2 Televizyonu’nda hem sunucu hem yönetmen yardımcısı olarak bir yıl çalıştım. BRT kanalında yaptığım mahalle tanıtımını bu kez İngilizce alt yazılı olarak tekrar çektim ve yurt dışında Türkiye’nin tanıtımı için bu bölümlerin yayınlanmış olması bana büyük bir mutluluk verdi. İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu elbette bu süreçte hep devam ediyordu.
10)TRT son durak olmamış. Onun yerine özel radyolara ve özel TV kanallarına doğru giden sürecin bir halkası olduğunu görüyoruz. Nasıl devam etti basındaki yolculuğunuz?
TRT’den ayrılışım Altan Aşar’ın peşinden ekibiyle birlikte bu kez Kanal D’ye gitmek şeklinde oldu. Kanal D’de kısa bir süre televizyoncu olarak arka planda çalıştım ama o süreçte kurumun radyosundan teklif alınca kabul ettim ve radyo programları yapmaya başladım. Kısa süre içinde radyonun yayın yönetmeni oldum. İki yıllık bir süreçti bu. İhlas Holding ve TGRT televizyonunun sahibi Enver Ören, önce profesyonel TV programcısı olan ve o dönemde hayli yüksek bir şöhrete ulaşan kız kardeşim Jale ile bir anlaşma yapmıştı. Bu vesileyle ailece tanıştık. Beni de TGRT televizyonunda çalışmaya davet etti. Böylece tekrar bir başka televizyonda kamera önünde çalışmaya başlamıştım. Kız kardeşimin bıraktığı yerden aldım ve birkaç ay canlı olarak sabah programları sundum. Ardından müzik üzerine akşam programları hazırladım ve sundum. Kız kardeşimle birlikte Şengün Konağı adını verdiğimiz yarı dizi, yarı eğlence formatlı bir programımız oldu. Yine geleneklerimizdeki düğünlerin farklı yönlerini görüntülemek için bir belgesel program çektik. Bunun için Anadolu’daki köyleri ve Avrupa’da Türklerin yaşadığı birçok şehri dolaştık. Bu vesilelerle AJ Yapımcılık adlı şirketimizi kurduk ve dış yapımlarla uzun süre devam ettik. Sahi bu arada bazı özel radyo kanallarında yine program hazırlayıp sundum. Özellikle akşam saatlerindeki programları tercih ediyordum. Böylece diğer işlerim sekteye uğramıyordu.
11)Basın hayatınızın sonlanması evliliğinizin başlangıcıyla örtüşüyor. Basın hayatından çekilmeniz eşinizin isteği miydi?
TGRT kanalının bana en büyük hediyesi aynı şirketin bünyesinde bulunan Türkiye Hastanesi’nin doktorlarından Prof. Dr. Hasan Taşçı ile tanışmam oldu. Annemin rahatsızlığı dolayısıyla tanıştığımız Hasan Bey’le arkadaşlığımız, sonunda evlilikle noktalandı. Eşim iş hayatım konusunda bana hiçbir zaman baskı yapmadı. Ancak çok hareketli bir hayatım vardı ve bu hareketliliğe evlilik hayatının sorumluluklarını sığdırmam imkansızdı. Ben de basından tamamiyle vazgeçmeye karar verdim. Zaten müzik konusundaki çalışmalarım biraz geri planda kalmaya başlamıştı. Kader müzikte yoğunlaşmamı istiyordu diye düşünüyorum.
12)İlk çocuğunuz dünyaya geldiğinde sanat adına da bir sessizlik dönemi yaşamışsınız galiba?
Kızım Mısra doğmadan kısa bir süre önce eşim ve kız kardeşimle ortak olarak bir Sağlık ve Estetik Merkezi açmıştık. Bir süre o işin başında durdum. Sevmedim. Sevmediğim için de olmadı, vazgeçtik. Müzik çalışmalarım o dönemde topluluğun rutin etkinlikleri çerçevesinde ilerliyordu. Bireysel çalışmalarıma henüz başlamamıştım. Kızım her şeyden daha önde geliyordu elbette. O iki yaşına gelince yeniden harekete geçmeye başladım.
13)Bu hareketlilik yine birkaç alanda olmuş. Yani siz tek bir alanda yoğunlaşmak yerine hayatınızda hep aynı anda birkaç işi yürütmeyi tercih etmişsiniz. Bundan sonra neler yaptınız?
Bedrettin Dalan çok sevdiğim bir büyüğümdür. Kız kardeşimle beni çok sever. Onun teşvikiyle Yeditepe Üniversitesi’nde MBA başvurusunda bulundum. İşletme Yönetimi ve Hastane Yönetimi dallarında yüksek lisans eğitimimi tamamladım. İngilizcem çok yetersizdi. Bu süreç içinde Yeditepe Üniversitesi İngilizce Hazırlık kurslarına bir yıl yoğun bir şekilde devam ettim ve lisan problemimi de çözdüm. Yüksek Lisans diplomamı alırken oğluma hamileydim. Diploma töreninden bir ay sonra o dünyaya geldi. Öte yandan müzik konusunda daha aktif olmam gerektiğini düşünüyordum. Hocamız Necdet Yaşar yaşından dolayı emekli olmuş ve yerine neyzen Arif Erdebil Sanat Yönetmeni olarak atanmıştı. Beş yıl bu görevde kaldıktan sonra yönetimden ayrılınca bu göreve ben talip oldum. 2004 yılında yüksek lisans diplomamı alırken aynı zamanda İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’na Sanat Yönetmeni olarak atandım. 2004’ün bana getirdiği bir başka güzellik ilk solo albümümün yayınlanması oldu. Sevgili ablam ve ağabeyim Melihat Gülses ve Necip Gülses’in desteğiyle “Aşktan Yana” adını verdiğim ilk solo albümüm Akustik Müzik imzasıyla yayınlandı.
14)Bu albümün içinde bir şarkı var ki bütün Türkiye sizi o şarkıyla tanıdı. O şarkıyı okumaya nasıl karar verdiniz?
Evet. Amir Ateş’in bestelediği ve sözlerini Melek Hiç’in yazdığı “Bir kızıl goncaya benzer dudağın” adlı Muhayyerkürdi şarkı gerçekten benimle özdeşleşti. Albüm repertuarını oluştururken aslında daha klasik eserlere yer vermek arzusundaydım. Ama Melihat Gülses bu şarkıyı okumam için ısrarcı oldu. İyi ki de olmuş. Bütün albüm içinde özellikle bu şarkı çok dikkati çekti.
15)Şarkının çok sevildiğini nasıl anladınız ilk olarak?
O dönemde İstiklal Caddesi’nin yeni çıkan albümler açısından özel bir yanı vardı. Oradaki müzik ürünleri satan dükkanlar, caddede herkesin duyacağı şekilde müzik yayınları yaparlardı. Bana arkadaşlarımdan hemen her gün telefon gelmeye başladı. “Şu anda İstiklal Caddesi’nde seni dinliyoruz”, diye… Önce inanmadım. Merakımdan bir gün akşam üzeri İstiklal Caddesi’ne gidip bakındım. Şarkım düzenli bir şekilde üst üste çalınıyor ve şarkıyı dinleyenler arasından birileri girip girip albümü satın alıyordu. Bunu görmek beni inanılmaz mutlu etmişti. Sonra yavaş yavaş mesajlar almaya başladım. İnsanlar benim okuduğum şekliyle bu şarkıyı mutluluklarına ortak ediyor ve hikayelerini bana yazıyorlardı. Zaten zaman içinde YouTube kanalındaki izlenme sayısı 15 milyonu geçti.
16)Sonra sekiz albüm ve dört single çalışmasına imza attınız. Albümleriniz düzenli olarak yılda bir yayınlanmış. Ama ilk albümden sonra ikinciye geçmek için sekiz yıl ara vermişsiniz. Neden?
O sürecin başrol oyuncusu kızım ve oğlumdu. Onların biraz daha büyümesi gerekiyordu. Ama boş durmadım. Bedrettin Dalan’ın ısrarıyla yüksek lisans diplomamı alır almaz doktora yapmak için çalışmaya başladım. 2012’ye kadar doktoram için çalıştım. Siyasal Bilgiler mezunu olarak bu alanda akademik kariyer yapmayı tercih etmiştim. Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi doktorası yaptım. Ünvanımı 2012’de aldım. Yani iki albüm arasındaki yıllar çocuklarım ve akademik kariyer çalışmamla geçti. Müzik ise topluluktaki çalışmalarımla yürüyordu tabii.
17)O dönemde topluluğunuzun Sanat Yönetmeni olmuştunuz. Bu kariyerde neler yaptınız?
Topluluğumuzun periyodik konserlerinin seyirci sayısını arttırmak için çok gayret gösterdim. Özel projelere imza attım. Söz gelişi Atilla Koç’un Kültür Bakanı olduğu dönemde onun da katılımıyla Türk ve azınlık bestekârlarımızın eserlerinden oluşan “Aynı Bahçenin Çiçekleri” adını verdiğim proje konserimiz büyük ilgi gördü. Aya İrini Kilisesi’nde düzenlediğim bu konsere iki bin izleyici katıldı. Klasik Türk Müziği eserlerinin icra edildiği bir konser için bu bir rekordur. Davetiyeleri topluluktaki bir iki arkadaşımla birlikte sabaha kadar tek tek elimizle yazdığımızı hatırlıyorum. Emek verince karşılığını mutlaka alıyorsunuz. Yine sanat yönetmenliğim sırasında topluluk adına üç albüm hazırladım. Özellikle “Bir Modern Zaman Mehtabiyesi” adını verdiğim ve mehtap şarkılarından oluşan çalışmamız çok beğenildi. Çok mutlulukla ifade edebilirim ki, Sanat Yönetmenliğim döneminde topluluğumuza Fransa’da bir konser verdirmek de bana nasip oldu.
18)Sanat Yönetmenliği göreviniz 2014’de sona ermiş. Topluluktaki göreviniz nasıl devam etti?
Sonrasında ses sanatçılığımın yanı sıra beş yıl Topluluk müdürü olarak çalıştım.
19)İkinci albümünüzle birlikte yurt dışında çok sayıda solo konserler vermeye başlamışsınız. Hangi ülkelerde konser verdiniz?
Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, Mısır, Cezayir, Kosova, Azerbaycan, Uganda, Fas, İtalya, Moldova, Nepal, Lübnan ve Brezilya’da konserler verdim. Ayrıca Brezilya’daki Türk Büyükelçiliğinde bir Türk Müziği semineri verdim. İngiltere’de de Warwick Üniversitesi’nde ünlü kadın bestekarımız Leyla Saz üzerine bir sunum gerçekleştirdim.
20)Müzik çalışmalarınızda bireysel faaliyetleriniz ön plana çıkınca yeniden TV programları yapmışsınız. TV Net’te bir yıl boyunca “Bir Tatlı Huzur” aynı anda TRT’de “Alaturka Sevdalar” adlı iki programa imza atmışsınız. TRT İstanbul Radyosu’nda da kız kardeşiniz Jale Şengün’le birlikte “Bir Fincan Kahve” adlı bir programı hazırlayıp sunmuşsunuz. Bu dönem müziğin hayatınızda daha ön plana çıktığını görüyoruz. Peki doktora yaptığınız siyaset bilimi alanında çalışmalarınız oldu mu?
2012’den sonra Medipol Üniversitesi’nde hem Siyaset Bilimi hem de konservatuar bünyesinde Türk Müziği repertuar dersleri vererek üniversite havasını da soludum. Çok güzel bir dönemdi. Üniversite öğrencileriyle birlikte olmayı çok sevdiğim için Medipol Üniversitesi Türk Müziği Korosu’nu kurup gençlerle birlikte konserler de verdim. Ancak yoğunlaşan müzik çalışmalarım dolayısıyla bu süreci dört yıl sonra sonlandırmak zorunda kaldım.
21)Medipol Üniversitesi’nde koro çalıştırdığınızı söylediniz. Başka amatör korolar da kurmuşsunuz. Bu kadar yoğun bir çalışma temposu içinde amatörlerle yakından ilgilenmeyi tercih etmenizin temelinde ne yatıyor?
Benim için iyi bir yorumcu olmak kadar müzik sevgisini içinde taşıyan amatörlerle birlikte olmak da çok değerli. Müziği çok sevdiği ve hatta müzik kulağı olduğu halde bazen şartlardan, bazen cesaret edemediği için müzikten uzak kalmış, buna karşılık bu hevesi içinde yaşatan o kadar çok insan tanıdım ki, onlara yardımcı olmayı bir misyon olarak üstlenmeyi istedim. Bu konuya beni yönelten genç yaşta kaybettiğimiz değerli arkadaşım kanun sanatçısı Halil Karduman’dır. İlk koromu onun desteğiyle kurduktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi. Beş tane amatör koro kurdum. Zamansızlıktan hepsini yaşatamadım. Ama kızımın adını verdiğim ve elli amatörden oluşan Mısra Türk Müziği Topluluğu ile oturduğum binadaki dostlarımla başlayıp kısa sürede altmış kişiye ulaşan Nevasel Türk Müziği Topluluğu hala çalışmalarına devam ediyor. Bu iki koromla hem yurt içinde hem de yurt dışında sayısız konser verdik. Pandemi süreci çalışmalarımızı kesintiye uğratmış olsa da haftada bir gün sevgili öğrencilerimle online çalışma yapıyorum. Online Türk Müziği grubumuz gitgide büyüyor ve şu anda yüz yirmi kişiye ulaştık. Bu çalışmayı Zoom uygulaması üzerinden tamamen gönüllülük esasıyla yapıyorum ve katılmak isteyen herkesi grubumuza alıyorum. Böylece Türk Müziği’ni daha çok insana sevdirme konusunda bir hizmet yaptığımı düşünüyorum. Umarım öyle oluyordur.
22)2018’de gençleri Türk Müziği’ne yaklaştırmak için farklı bir çalışma başlatmışsınız. Bu da görev tanımınızda bir değişikliğe yol açmış. Bu süreci anlatabilir misiniz?
İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu’ndaki ses sanatçılığı görevim son yıllarda periyodik konserlerimize gelen kitlenin belli bir yaş grubu üstünde kalmasından, aynı zamanda sayıca azalmasından dolayı bende bir tatminsizlik duygusu yaratmaya başlamıştı. Ayda iki kez standart bir izleyiciye konser vermek suretiyle hitap ederek maaş almaktan rahatsız olmaya başladım. Farklı bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Topluluğumuzda bulunan genç saz sanatçısı kardeşlerimden ve benim gibi düşünen birkaç ses sanatçısı arkadaşımdan oluşan bir grup kurdum ve İstanbul’daki liseleri arayarak Türk Müziği’ni tanıtıcı çalışmalar yapmak üzere okullarını ziyaret etmek istediğimizi söyledim. Herhangi bir karşılık beklemiyorduk. Tabii bu okul yöneticileri tarafından mutlulukla karşılandı. Sadece konser vermekle gençlere ulaşamayacağımızı düşündüğüm için tarihsel bir hikaye metni geliştirmiştim. Türk Musikisi’nin bin yılı aşkın tarihini ilgi çekici anekdotlarla süsleyerek hem anlattım hem de arkadaşlarımla örnek eserler seslendirdik. İstanbul’da yirmiden fazla okulu ziyaret ettikten sonra Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer’in desteğiyle bu projeyi daha geniş bir öğrenci kitlesine aktarmak amacıyla projeyi genişlettik. Onurla ve mutlulukla belirtmeliyim ki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un eşi Rana Selçuk ve Bakan Yardımcısı Mahmut Özer’in eşi Nebahat Özer projeyi himaye altına aldılar. Bu iki harika hanımla birlikte ve saz sanatçısı arkadaşlarımızla tam 17 ili gezdik. Okullarda öğrencilerimize Türk Müziği’ni anlattık. Gittiğimiz her şehirde aynı anda yetişkinler için Türk Müziği konserleri verdik. 2020 başına kadar 10 bin öğrenci ve öğretmene, bir o kadar da yetişkine ulaştık. Bu proje hayatımın en değerli projesidir, diyebilirim. Bu anlamda özellikle Mahmut Özer, Nebahat Özer ve Rana Selçuk’a destekleri için şükran borçluyum. Ne yazık ki pandemi süreci çalışmalarımızı kesintiye uğrattı. Her şey düzelince devam etmesini diliyorum. Görev tanımımdaki değişikliğe gelince, Prof. Dr. Mahmut Özer projeye verdiği destek kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Millî Eğitim Bakanlığı’na Bakan Danışmanı sıfatıyla görevlendirilmemi sağladı. Onurla sürdürdüğüm bu görev kapsamında Güzel Sanatlar Liseleri alanında da iyileştirme çalışmaları yapmaya gayret ettim. Çalışmalar pandemi sürecine rağmen devam ediyor çok şükür.
23)Son yıllara gelene kadar hayat hikayenizde hep yeni başlangıçlara rastlıyoruz. Eğitim bu başlangıçlar arasında önemli yer tutmuş. Artık sonlandı mı?
Allah çalışma enerjisi ve sağlık verdiği sürece bir şeylerin sonlanmasını düşünmemek lazım. Son tamamladığım eğitim süreci 2018 yılında kayıt olduğum ikinci yüksek lisansım oldu. Üsküdar Üniversitesi’nde Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı üzerine yaptığım yüksek lisansımı 2019 yılında tamamladım. Ama öğrenmeye olan aşkım devam ediyor. Şimdi de ikinci üniversite projesi kapsamında açık öğretimde dört yıllık Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yeniden öğrenciliğe başladım. Şu anda birinci sınıftayım.
24)Eğitimin önemine bu kadar inanan bir müzisyen olarak Türkiye’deki müzik eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de müzik, tarihsel süreç ve toplumumuzun kültürel yapısı itibarıyla Batı’dan farklı olarak gelişim ve değişim göstermiş. Bu konunun detayları çok uzun. Ama sonuç olarak müzik eğitimi günümüzde kültür ve sanata yeterince eğilmeyen bir toplum olduğumuzu yansıtacak şekilde ne yazık ki çok yanlış ve yetersiz. Okullarımızda sadece müzik değil sanat eğitimi önemsiz bir dolgu dersi olarak algılanıyor. İçerik olarak baktığımızda da durum çok karışık. Batı müziği, kendi kültürümüzün ürünü olan Türk müziğine göre öncelik taşıyor. Cumhuriyet sonrası dönemin politikalarının bir sonucu olarak müzik eğitimi talebi dün olduğu gibi bugün de Türk Müziği’nden çok Batı müziğine yönelik. Müziğin toplumun kültürel yapısının sağlam şekilde sonraki nesillere ulaştırılması açısından ne kadar önemli bir rolü olduğu tam olarak algılanmış değil. Okullarımız açısından üretilmesi gereken yeni müzik politikalarına ihtiyaç var. Toplumsal açıdan baktığımızda gençlere yönelik müzik eğitim politikalarının yanlışlığı ve hatta yokluğu, ülkemizdeki müzik zevk ve anlayışında yabancı kültürlerin etkisi altında bir erozyonun oluşumuna zemin hazırlamış. Açıkçası müzik eğitimi konusunda yapılması gereken çok iş var. İhmal edildiği takdirde önümüzdeki yıllarda Türk toplumunda müzik, tarihsel süreci içinde en kötü dönemlerini yaşıyor olacak diye düşünüyorum. Bu konudaki karamsarlığım gözlemlerime dayanıyor. Duygusal değil maalesef.
25)Siz müzik anlamında yorumcu olarak farklı dönemleri yansıtan albümlere imza atmışsınız. Bu tip çalışmaları da toplumda gelişen müzik hafızası açısından bir eğitim aracı kabul edecek olursak, yeni bir çalışmaya yönelerek bu yönde eğitime devam edecek misiniz?
Kesinlikle bu amaca yönelik olarak çalışmaya devam etmek amacındayım. Çok şükür ki, Ocak 2021’de 9. albümüm dinleyicilerle buluşacak. Son rötuşları yapıyoruz. Bu kez çok değer verdiğim Alaturka Records projesinin Sanat Yönetmeni Uğur Işık ile çok farklı bir albüm çalışması gerçekleştirdik. Adı henüz belli değil ama en güzel çalışmam olacağını düşünüyorum. Onu iki üç ay sonra Eyyûbî adını verdiğimiz bir başka albüm izleyecek. Eyüp Belediyesi tarafından hazırlanan ve LP olarak yayınlanacak bu çalışmada da Eyüplü klasik dönem bestekârlarının eserleri yer alacak. Ön çalışmaları tamamlandı. Değerli ses sanatçısı Doğan Dikmen ile birlikte seslendireceğiz.