COMD 331 Haber Merkezi
  • COMD 331 HABER
    • Sonbahar 2021-2022
    • COMD 331 SONBAHAR 2020-21 FİNAL HABERLERİ >
      • Beyda Gülpınar, Ayça Sıla Avcı
      • Buket Nur Özdemir
      • Burcu Kalfa, Yağız Sütay
      • Can Erkazancı, Gaye Hakkıoğlu
      • DENİZ ÖZDEN
      • Doğa Atalay
      • Eylem Ladin Değer
      • Gizem Uzuner – Serem Erbaş
      • İnci Işık, Şebnem Türe
      • Saray Edanur Erdoğan
      • SENA AKTÜRK
      • Zeynep Süeda Özer
    • 2019-20 Güz Final Projeleri >
      • Elçin- Gizem Fall Final 2019-20
      • ayda anıl- ekin müge dedeoğlu fall 2019-20 final
      • Naushwerwan Aziz -Final Project 2020
      • Hudaverdi Alperen Demirok Fall Final 2019-20
      • Fatma Selin Somuncu Final fall 2019-20
      • Eda Sinem Sütemen Final Fall 2019-20
      • Müge Uğuz- Seren Köklem
      • Aylin Bozkurt Fall Final 2019-20
      • Ziya Deniz Değirmenci Final Fall 2019-20
      • Ege Karcı Final Fall 2019-20
      • Ömer Adil Özgüler Final Fall 2019-20
      • Zeynep Arslan Final Fall 2019-20
    • 2019-20 Güz Midterm >
      • Köklem Seren 2019-20 Fall MT
      • Müge Uğuz Fall 2019 MT
      • Berkay Tekin 2019-20 Fall - MT
      • Ziya Deniz Değirmenci- FALL 2019 MT
      • H. Alperen Demirok - Midterm
      • Ömer Adil Özgüler 2019-FALL mt
      • gizemfall2019MT
      • Aslıhan Özhan fall 2019 mt
      • Ekin Müge Dedeoğlu 2019 Fall MT
      • Aylin BOZKURT- Fall 2019 MT
      • Ayda Anıl Fall 2019 MT
      • Zeynep Arslan FAll-2019 MT
      • F.SELİN SOMUNCU -FALL 2019 MT
      • EDA SİNEM SÜTEMEN - FALL 2019 MT
      • DOĞA 2019 FALL MIDTERM
      • Ege Karcı Fall 2019-20 MT
      • Elçin Esin Midterm 2019-20
      • Khaled Arabiyat Fall 2019-20
      • Jeongmin Hong Fall 2019-20
    • 2018-19 Bahar Midterm
    • 2017-18 Sonbahar Haber
    • 2017-18 Güz Dönemi Haberleri >
      • Yusuf KAYA
      • Dilara Akboğa
      • Selen Tornacı
    • 2017-18 Bahar Haberleri >
      • 2016 SONBAHAR FİNAL
      • COMD 331 Bahar 2016 Final
      • İlkbahar 2016 >
        • Nihan Bayram / Kardelen Ipek Final
        • Işıl Vural Final
        • Gizem Bilim Final
        • Bikem Ahıska
        • Can Tüysüz - Final
        • Eda Kiriscioglu-Final
        • Başaran Eşkinat / Bahar Hazal Öztürk - Final
        • Aygen Ecevit-final
        • Ece Bahtiyar- Erdem Girgin Final
        • Andrea Peris
        • Elena Riego
        • Neslihan Final
        • oğuzhan demir
        • Macit Ersin SEZER
        • Deniz Tezel
        • Melis Parlak
        • Eylem DİNÇER
        • Mutlu Burak Özmen
        • Didem Kaya
        • Öykü İpek Çetinkale
        • Ferzad Şekerci
        • Asena Büyükakgül
        • R. Kutay Elmacı
        • EBru Akaytar
        • Dilara Ercan
      • Yunus Emre Bayu
      • Kaan Çakmak
      • idil unsal
      • Orçun Toksavul
      • Damla Gürkanlı
      • Umur BÜYÜKHATİPOĞLU
      • Pınar ÇAKIR
      • Abbas Hasanov
    • Sonbahar 2014 >
      • M. Koray
      • Semra >
        • EKİN
      • Oğuzcan
      • Okan
      • Burcu
      • Deniz
      • N. Koray
      • Cansu
      • Melike
      • Gencer
      • Kimya
      • Ceren
      • Nakşidil
      • Mert
      • Gamze
      • Enis
      • Mels
      • Bahar 2014 >
        • EMİRHAN
        • DURMUŞ
        • HARİKA ZİYA
        • EREN
        • MERT
        • BURAK
        • BARIŞ
        • Nida Özgenil Dergi
    • COMD 331 DERGİ

​Bilkent Üniversitesi ve Ulaşım

5/25/2017

0 Comments

 
Kaan Çakmak

           Ulaşım Hizmetleri pek çok üniversitelinin en büyük sorunlarından biri. Ankara'da özel ve devlet üniversitelerinin ücretsiz sunduğu okul içi ve şehir merkezine giden pek çok servis, ring ve shuttle üniversitelilerin kurtarıcısı. Fakat bu konuyla ilgili pek çok sorun da bulunuyor.  Özellikle Bilkent Üniversitesi öğrencileri arasında ulaşım hizmetlerinin seyrekliği, servislerin saat başı kalkıyor olması büyük bir sorun olarak görülüyor. Konuyla ilgili, farklı üniversitelerin uygulamalarını ve öğrenci memnuniyetlerini öğrenmek için; Hacettepe, Odtü, Gazi ve Başkent üniversiteleri öğrencileri ile röportajlar gerçekleştirdim. Bilkent Üniversitesi'nin ulaşım hizmetleri ile ilgili bilgiyi ise, kendi var olan fikirlerim ve Bilkent Üniversitesi Ulaşım Birimi ile gerçekleştirdiğim röportaj doğrultusunda topladım. Bu röportajlar, üniversitelerin sağladığı ulaşım hizmetleri ile ilgili, hem karşılaştırarak eksi ve artıları görmeyi, hem de her üniversiteden bir öğrenci ile memnuniyet durumları ile ilgili genel bir fikre sahip olmayı amaçlıyor.
 
Bilkent Üniversitesi’nde Ulaşım
           Bilkent Üniversitesi şehir merkezine 20 kilometrelik bir mesafede konumlanıyor ve 13.000’i aşkın öğrenciye eğitim vermektedi. Üniversite şehrin dört bir yanından gelen ögrencilere ev sahipliği yapmaktadır. Hal böyle olunca ulaşım birimlerinin önemi kat ve kat artmaktadır. Buna rağmen Bilkent Üniversitesi, Ankara’daki diğer üniversitelerde olduğu gibi, mükemmel bir ulaşım hizmeti vermemekte. Burada üniversite ulaşımı 3 ana başlıkta toplanıyor. Bunlar sadece üniversite içerisinde hareket eden ringler, Sıhhıye-Kızılay servisleri ve semt servisleri. Buradaki en büyük problem semt servislerinde yaşanıyor.
 
Öğrenciler Semt Servislerinden Şikayetçi
 
           Bilkent Üniversitesi, Ankara’nın birçok noktasına semt servisi imkanı sunmaktadır. Fakat üniversitenin sunduğu bu servis çizelgesi pek değil. Aşağıdaki tabloya baktığımızda, Oran Şehri-Bilkent semt servisleri buna en güzel örnek olarak görülebilir. Oran semt servisleri, sabah 2, aksam 2 saat olmak üzere günde 4 defa ulaşım hizmeti veriyor. Sabah 07:32 ve 08:45 saatlerinde Oran Şehri’nden kalkarak Bilkent Üniversitesine geiyor. Akşam servisleri ise saat 16:40 ve 17:40 olmak üzere sadece 2 saatte ulaşım faaliyetleri göstererek, öğrencileri Bilkent Üniversitesi’nden Oran Şehri’ne götürüyor.
           Hal böyle olunca, en büyük ulaşım zorluğu bu noktada yaşanıyor. Bilkent Üniversitesi, Oran Şehri’ne yaklaşık 22 kilometrelik bir bölgede konumlanıyor. Oran’dan Bilkent’e semt servisi dışında hiç bir direk ulaşım imkanı bulunmuyor. Bu bölgede yaşayan öğrencilerin semt servislerini kullanarak Bilkent’e gitmek için sadece 2 seçeneği bulunuyor. Bunlar sabah 07:32 ve 08:45’te kalkan Oran Şehri semt servisleri. Eğer öğrenci bu servisleri kaçırdıysa veya bu servisleri kullanmak istemiyorsa, geriye tek seçeneği toplu taşım araçları kalıyor. Öğrenci bunun için öncelikle Oran’dan dolmuş veya ego otobüsü kullanarak Kızılay’a gitmeli, oradan Tunus Caddesi’ne geçerek buradan saat başı kalkan üniversite servislerini kullanmalıdır. Yani en iyi senaryoda öğrencinin  okula ulaşılması 1 saat 15 dakika civarında sürüyor. Oysaki semt servisleri kullanıldığında bu süre sadece 30 dakikadır.
           Bu nedenle üniversite örencileri, sadece sabah 2 saat bulunan semt servislerini üniversiteye gitmek için, akşam 2 saat bulunan semt servislerini ise üniversiteden dönmek için kullanabiliyorlar.
Bu sebeple Oran, diğer semt servislerine bir emsal teşkil ederek, Bilkentten Orana giden pek çok öğrencinin nasıl sorunlarla karşılaşabilceğini gözler önüne seriyor.

 
 
 
Problemlere Rağmen Yine de Bilkent
 
           Semt servislerinin yetersizliğinden dolayı bir çok ögrenci sıkıntı çekiyor. Çünkü eğer sabah hareket eden ikinci ve son semt servisini, bazı semtler ikinci servise bile sahip değilken, kaçırdıysanız okula gelmeniz için fazladan 1 saat süre harcamanız gerekiyor. Eğer özel aracınız yoksa üniversiteye gelmek sizin için çok can sıkıcı bir hal alabiliyor. Bir çok öğrenci servislerini kaçırmalarından dolayı derslerine hatta sınavlarına geç kalıyor.
           Bu nedenlerden dolayı öğrenciler derslerinde bir hayli sıkıntı çekiyor. Öyle ki normal bir öğrencinin dersine 10 dakikadan sonra girdiğinde yok yazıldığını, herhangi bir Bilkent Üniversitesi sınavına 15 dakikadan sonra hiç bir öğrencinin alınmadığını düşünürsek, bir öğrencinin okuluna fazladan 1 saat geç gelmesinin ne türlü problemler oluşturabileceğini daha iyi anlaşılabiliyor.
           Bunca yetersizliğe, soruna ve öğrenci memnuniyetsizliğine rağmen Bilkent Üniversitesi, Ankara’daki birçok üniversiteye göre çok daha gelişmiş bir ulaşım birimine sahip. Birçok üniversitenin değil semt servisleri, şehir merkezine giden servisi bulunmamakta.

"Ankara'daki Değil Türkiye'deki En İyi Standartlar Bilkent'te" 
           Öncelikle, Bilkent Üniversitesi saat başı kalkan servisleri ile Ankara içindeki diğer üniversitelere göre en kapsamlı programa sahip olan kurumlardan biri. Öğrencilerin memnuniyetsizliğinin yanında, Bilkent Üniversitesi Ulaşım birimi bunun aksini savunuyor. Yaptığımız röportajda, Ulaşım birimi:  "Saat başı servislerimiz şehirden ve okuldan kalkıyor. Hafta sonları geç saatlere kadar şehir merkezinden dönüşlerine olanak sağlıyoruz öğrenicilerimizin. Bir servisin tek yön bir gidişinin bize maliyeti 185TL. Gidiş dönüş her seferde bu rakam 370 TL'yi buluyor ve ulaşım hizmetimizi öğrencilerimize ücretsiz olarak sunuyoruz. Bunlar göz önüne alındığında Ankara'daki değil, Türkiye'deki en iyi standartlara biz sahibiz."şeklinde konuştu. Bunun yanında, öğrenciler arasında pek çok servisin planlanan saatte kalkmadığı, kalktığında ise planlanan yerlerden geçmediği, geç kaldığı bu durumun da derslere geç kalan öğrencileri mağdur ettiğini savunuyorlar.
 
Kartlı Sistem Mezunları Kızdırdı 
           Özellikle geçtiğimiz aylarda geçilen her servise binişte öğrenci kartı basma zorunluluğu mezunlardan da tepki aldı. Bu uygulama sebebiyle servisleri kullanmaktan mahrum kalan mezunlar, uygulamanın mezunlara ikinci sınıf muameleyi normalleştirdiğini ve pek çok mezunun bu sebeple okula 'küstürüldüğünü' düşünüyor.
Bu kartlı sistemde, Bilkette öğrencilerin arasında servis sisteminin kötü olduğu düşüncesinin yaygınlaşmasını kolaylaştırdı. Özellikle pek çok mezun bu uygulamanın alümni’nin uygulamalarına tezat olduğunu ve Bilkent’in bu durumu hemen düzeltmesi gerektiği görüşünü savunuyor.
Diğer Üniversiteler Nasıl Uygulamalara Sahip?           
            Bilkent Üniversite öğrencilerinin memnuniyetsizliğinin yanında, Ulaşım Biriminin ulaşım hizmetlerini savunması sebebiyle olaya daha tarafsız ve şeffaf yaklaşmak için diğer üniversiteleri bu açıdan inceledim. Diğer üniversiteleri Bilkentle kıyaslayarak, üniversitemizin nasıl bir konumda olduğunu en azından Ankara şehrinde diğer öğrencilerden daha şanslı mı yoksa daha şanssız bir durumda mı olduğumuzu görme imkanı verdi. Bu yüzden haberimin bu kısmanda, diğer üniversitlerim ulaşım hizmetleri uygulamalarına yer verdim.
“Öğrenciler Otostop Çekiyor” 
           Hacettepe Üniversitesi Aktüerya son sınıf öğrencisi İlker Eroğlu: “Okulun öğleden önce saat başı, öğleden sonra yaklaşık 1.5 saatte bir kalkan Sıhhıye ringlerinin yanında sabah ve akşam birer kere zıt istikamette kalkan semt servisleri bulunuyor. Bunların dışında ekstra bir ulaşım aracı yok. Öğrenciler bu konuda çok şikayetçi. Ulaşım yetersizliğinden dolayı birçok öğrenci kampüs içinde ve dışında otostop çekiyor.” şeklinde konuştu.
           Anlaşılacağı üzere otostop çekerek ulaşım yapmaya çalışan öğrenci sayısı, aslında üniversitenin nasıl bir ulaşım sorunu olduğunu anlatmaya yetiyor.



"Odtü'ye Yakışmayan Uygulama" 
           Orta Doğu Teknik Üniversitesinden röportaj yaptığımız Makine Mühendisliği son sınıf öğrencisi Anıl Sel üniversitesinin ulaşım hizmetlerinden son derece memnuniyetsiz olduğunu dile getirdi. Servislerin eskiliğinin yanında, şehir merkezine gitmiyor oluşunun arabası olmayan pek çok ODTÜ'lüyü zora soktuğunu söyleyen Anıl Sel: " Kampüs içindeki servisler son derece eski. Her 15 dakikada bir kalkıyorlar ama kampüs dışına gitmiyor. Eğer kampüs dışına gidecekseniz, paralı devlet otobüsü ve dolmuşlar var yada körüklü otobüslerle a1 kapısına gidip oradan metroya binebiliyorsun. Ama pek çok öğrenci bunlardansa yürümeyi tercih ediyor."şeklinde konuştu.
           Bilkent gibi bir özel üniversitenin yanında, bir devlet üniversitesi olarak ODTÜ'nün şehir merkezine ulaşım için öğrencilerden para alması, bu üniversitenin öğrencileri tarafından tepkiyle karşılanıyor. Özellikle servislerin eskiliği ve tıka basa oluşu da memnuniyetsizlik oluşturan unsurların başında geliyor.


 
Gazi’de Servis Yok 
           Gazi Üniversitesi ikinci sınıf makine mühendisliği öğrencisi Mert Çelebioğlu: “Okulumuzun su an herhangi bir sevisi bulunmuyor. Öğrenciler ulaşımlarını okulun önünden geçen dolmuş ve ego otobüslerle sağlıyor. Başka hiç bir seçenek yok.” şeklinde konuştu. Buna göre Gazi gibi bir üniversitenin bile öğrencilerine en ufak ulaşım imkanı sunmaması öğrencileri tarafından büyük memnuniyetsizlik ile karşılanıyor.
 
Başkent Bilkent'e Benziyor 
           Başkent Üniversitesi, endüstri mühendisliği üçüncü sınıf öğrencisi Sinan Mert Yavuz ise üniversitesinin ulaşım hizmetlerinden memnun olduğunu ve yeterli bulduğunu dile getirdi. Yavuz: " Servisler ücretsiz, şehir merkezine de gidiyor kampüs içinde de dolaşıyor. Belli başlı kalkış noktaları var şehir merkezinde, oralardan kolayca binebiliyoruz. Genelde çok da dolu olmuyor. " diyerek üniversitesinin ulaşım hizmetlerinden memnun olduğunu söyledi.
 
           Bilkent Üniversitesi her ne kadar yetersiz bir semt servisi ulaşımına sahip olduğu öğrenciler tarafından iddia ediliyor olsa bile, gerek Kızılay-Sıhhıye ringi gerek kampüs ringleri Ankara’da bulunan diğer Hacettepe, ODTU, Gazi ve Başkent gibi üniversitelerin çok çok önünde bulunuyor. Hatta yetersiz olarak görünen semt servisleri bile diğer üniversitelerin sunduğu imkanlardan çok daha iyisini sunuyor. Eğer semt servislerinde biraz daha iyileştirme olursa Bilkent bu konuda diğer üniversitelerden üstünlüğünü bir kez daha kanıtlayabilir ve daha memnun bir öğrenci topluluğuna sahip olabilir.
 
 
 
Kaynakça
  • http://www.bilkent.edu.tr/bilkent/admin-unit/transport/ogr_semt_servis.htm
  • https://www.hacettepe.edu.tr/duyuru/rekduy/semtservisi290916.pdf
  • http://angora.baskent.edu.tr/ankaraweb/ulasim/sihhiye.php?gn=HI&dn=ED
  • http://angora.baskent.edu.tr/ankaraweb/ulasim/semtler_cift.php?yon=1&sablon=1
  • http://tim.metu.edu.tr/node/100
 
0 Comments

Büyümekte Olan Bir Sektör: Elektronik Sporlar

5/25/2017

0 Comments

 
Mert Mutlutürk

E-sporlar yani elektronik sporlar her geçen gün biraz daha popüler bir hal almakta. Sektörün genişlemesiyle birlikte milyonlarca takipçiye ulaşan pazar, dünya üzerinde neredeyse herkese hitap ediyor ve hızla büyüyor. E-sporun tanımıyla başlamak gerekirse; e-spor oyuncuların bilgisayar ya da diğer oyun konsollarını kullanarak çevrim içi ya da klasik sporlarda olduğu gibi çevrim dışı bir şekilde bir araya gelerek yarıştıkları spor dalıdır. Sporun bir başka formu olan elektronik sporların geçmişi 2000’li yılların başına dayanıyor. Ödüllü turnuvaların sayısının artmasıyla, geçimini bu yolla sürdüren insanlar e-sporların popülaritesini arttırarak, sporun bu yeni formunu geliştirdi denilebilir. Son yıllarda iyice hız kazanan ve hareketlenen bu endüstri, yapılan yatırımları da göz önüne alırsak parlak bir geleceğe sahip diyebiliriz. Teknolojinin gelişmesi ve insanların alışkanlıklarının değişmesinin de e-sporların gelişimi üzerinde önemli bir etkisi olduğu söylenebilir. İnsanlar geleneksel sporlardan yavaş yavaş uzaklaşıyor ve bu sektörün bir parçası haline geliyor. Çocukların büyük bir bölümü artık sokaklarda geleneksel sporları yapmak yerine evlerinde bilgisayar karşısında e-sporlara yönelmeyi tercih ediyor.
            İsminden de anlaşılacağı gibi elektronik ortamda yapılan bu sporlar tıpkı geleneksel sporlarda olduğu gibi zihinsel ve bedensel becerilerin iyi bir şekilde kullanılmasını gerektiriyor. Her ne kadar e-sporun aslında bir spor dalı olmadığına dair tartışmalar sık sık yaşansa da son zamanlarda elektronik sporların popülaritesinin artmasıyla bu tartışmalar bir son buldu ve e-spor da tıpkı klasik sporlar gibi bir spor olarak kabul edildi. Yazının başında e-sporların geçmişinin 2000’li yıllara dayandığından bahsediliyor fakat 2000’li yıllara dayanan sadece popülaritenin artması. 70-80’li yıllarda e-spor terimi henüz kullanılmamışken bile atari salonlarında insanlar arasında bir rekabet söz konusuydu fakat sosyal medyanın yetersizliği ve teknolojinin henüz günümüzdeki kadar gelişmemiş olması sebebiyle bu popülarite atari salonlarından çıkamamıştı. Ta ki 2000’li yıllarda insanlar bilgiye bir kaç tıklamayla ulaşabilene kadar. 2000 yılından sonra e-spor sektörü hızlı bir şekilde büyümeye başladı. Oyunların dijital ortamda dağıtılmasıyla ve oyuncular arasında kurulan ağlarla herkes bu sektörün bir parçası olmaya başladı ve sonunda diğer oyuncularla yarışmak adına yerel ve uluslararası turnuvalara katılmaya başladılar. Bu turnuvalar başta küçük çaplı olsalar da günümüzde milyonlarca dolarlık ödülleri ve milyonlarca izleyicisiyle e-sporun küçümsenecek bir alan olmadığını herkese gösterdiler. Sektör hala bütün hızıyla büyümeye devam etmekte. Turnuvalar her geçen gün daha fazla izleyiciye ve katılımcıya ulaşmakta. Yapılan yatırımlar e-sporların kısa soluklu olmayacağının bir kanıtı niteliğinde diyebiliriz. Türkiye’de ise durum farklı değil. Ülkemizde teknoloji çağı çocukları sektöre her gün biraz daha katkıda bulunuyor. Bazen bir oyuncu olarak bazen ise aktif bir katılımcı olarak. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi köklü spor kulüplerinin de e-spor takımlarını kurmasıyla Türkiye’de de e-sporlar gittikçe daha da popülerleşmeye başladı. İnsanlar artık klasik futbol maçları izlemek yerine, ülkemizde son derece popüler olan League of Legends maçlarını tercih etmekte. Genç yaşlı herkesin ilgisini çeken sporun bu formu üniversitelerden de tam destek almakta. Üniversiteler kendi takımlarını kurup şehirlerindeki liglerde yarışırken, sektörün büyümesine de katkıda bulunuyor. Uzmanlara göre Türkiye e-spor alanında başarılı bir ülke olmasa da bu alanda en büyük gelişmeleri kaydeden ülkelerden biri. 2016 yılından beri ülkemizde  Gençlik ve Spor Bakanlığı e-sporu profesyonel bir spor olarak kabul etmekte ve profesyonel sporculara lisans vermekte. Bu heyecan verici gelişme Türkiye’de e-sporun ne kadar önemli bir konumda olduğunu göstermenin yanı sıra sektörün ne kadar gelecek vadettiğini de takipçilerine gösteriyor.
            Türkiye’nin önde gelen e-spor bilgi paylaşım platformlarından olan 5mid.com’un editörlerinden Sinan Alpsoy hem kendisiyle ilgili sorulara cevap verdi hem de Türkiye’de e-sporun geleceğinden bir profesyonel olarak bahsetti.
‘Çocukluğumdan Beri Teknolojiye ve Bilgisayar Oyunlarına Meraklıyım.’
            Bilgisayar oyunlarıyla çok erken yaşta tanıştığını belirten Alpsoy aslında 17-18 yıldır bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde bu sektörün bir parçası olduğunu söyledi. ‘İlk bilgisayarım 5 yaşındayken alınmıştı. Henüz okuma-yazma bile bilmezken bilgisayar oyunlarıyla tanıştım. Bana farklı bir dünya gibi geliyordu ve okul stresimin olmadığı o güzel günlerde zamanımın çoğunu bilgisayar oyunlarıyla geçiriyordum. Çocukluğumdan beri teknolojiye ve bilgisayar oyunlarına meraklıyım’ diyerek ne kadar büyük bir e-spor hayranı olduğunu paylaşan Alpsoy ilerleyen yaşlarında profesyonel turnuvalarda da yer aldığından bahsetti.
‘Bu Sektörün Hak Ettiği Bilgi Akışına Katkıda Bulunmaya Çalışıyoruz.’


10 binlerce saatini bilgisayar oyunlarına veren editör sadece bir oyuncu değil aynı zamanda bu alanda bir uzman da sayılabilir. 2 yıldır 5mid.com’da editörlük yapan Alpsoy binlerce saatlik deneyimini takipçileriyle paylaşıyor. Siteye sonradan editör olarak dahil olan Alpsoy ‘Başladığımız günden beri sayısı artan e-spor takipçilerine kaliteli ve tarafsız bilgiler sunmayı amaçlayan bir e-spor haber sitesi olduk. Asıl amacımız insanlara bilgi sunmaktı ve tıpkı benim gibi yıllarını bu işe vermiş kadromuzla elimizden geldiğince bu amaca hizmet ettik. Bu sektörün hak ettiği bilgi akışına katkıda bulunmaya çalışıyoruz ve çalışmaya devam edeceğiz’ diyerek 5mid’in vizyon ve misyonunu belirtti.
‘Yapılan Yatırımlar Ülkemizde E-sporun Ne Kadar Gelecek Vadettiğini Gösteriyor.’
            Sektörün son 8-10 yıl içerisinde çok değiştiğini belirten Alpsoy ülkemizde e-spora devasa büyüklükte yatırımlar yapıldığının altını çizdi. E-spor kulübü kuran Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerine dikkat çeken Alpsoy, sektörün her geçen gün büyüdüğünü ‘Türkiye’nin büyük spor kulüpleri e-spor takımlarını kurmaya başladı. Turnuvalar her geçen gün biraz daha büyüyor ve katılımcılara daha büyük ödüller veriliyor. Oyunlara gelen Türkçe dil desteği ise heyecan verici bir başka gelişme. Yapılan yatırımlar ülkemizde e-sporun ne kadar gelecek vadettiğini gösteriyor’ cümleleriyle dile getirdi.
            Sinan Alpsoy’un yanı sıra amatör bir e-sporcu olan Oğuzhan Daştan’ın da e-spor tecrübeleri bir o kadar önemli. Daştan’da tıpkı Alpsoy gibi bilgisayar oyunlarıyla küçük yaşta tanıştığını belirttikten sonra sektörler ilgili tecrübelerini anlattı. 6 yaşında bu sektöre dahil olan Oğuzhan Daştan, kişiliğinin bir özelliği olan rekabet etme isteğinin bir sonucu olarak sektöre bir sporcu olarak girmenin onun için bir çocukluk hayali olduğunu söyledi. Henüz ülkemizde e-sporlar yaygın bir şekilde yapılmazken 2000’li yılların başlarında popüler olan internet kafelerde temelini attığı bu hobi zamanla Daştan’ı e-spor endüstrisinin iyice içine sokmuş ve bugün hayatına amatör bir e-sporcu olarak devam etmekte. Aynı zamanda bir üniversite öğrencisi olan oyuncu geri kalan zamanını çoğunlukla bilgisayar oyunlarına ve turnuvalara ayırmakta olduğunu belirtti. Elektronik sporları ve hızla büyüyen bu sektörü daha iyi anlamamız için tecrübelerini paylaşan Daştan ilk olarak bu maceranın nasıl başladığını anlattı.
‘Bu Kadar Uzun Soluklu Bir Hobim Daha Önce Olmamıştı.’
            Sinan Alpsoy gibi bilgisayarla 5 yaşında tanışan sporcu, o günden beri hayatının tamamen değiştiğini söyledi. ‘Yaşıtlarımın aksine dışarı çıkıp bisiklet sürmeyi ya da futbol maçları yapmayı pek sevmedim. Bilgisayar oyunları benim için daha cezbediciydi. Her şeyden çabuk sıkılmama rağmen şunu söyleyebilirim ki bu kadar uzun soluklu bir hobim daha önce olmamıştı.’ diyerek bilgisayar oyunlarıyla nasıl tanıştığını ve oyunların onun için

ne kadar önemli olduğunu vurguladı.
 
‘Başta Sadece Eğlence İçin Oynarken Kendimi Bir Anda Yarışın İçinde Buldum.’
            Bir e-sporcu olmayı daha önce düşünmeyen Daştan, ilk başta bilgisayar oyunlarını sadece zevk için oynadığını ve sadece bilgisayar oyunlarına değil, diğer konsol oyunlarına da ilgili olduğunu söyledi. Dijital oyunların her türlüsüne ilgili olan sporcu yeteneğini internet kafelerde keşfettiğini belirtti. ‘Sadece zevk için oynadığımız oyunlarda rekabet birden artmaya başladı. Turnuvalar ve mevcut internet ağları elverişli olmadığı için internet kafelerde bu tarz bir rekabet içindeydik ve benim arkadaşlarıma göre çok daha büyük bir yeteneğim olduğunu keşfetmem uzun sürmedi. Başta sadece eğlence için oynarken kendimi bir anda yarışın içinde buldum ve bir e-sporcu olmaya karar verdim.’ diyen Daştan sektöre nasıl dahil olduğundan bu şekilde bahsetti.
 
‘Sektör Hiç Olmadığı Kadar Hızlı Bir Şekilde Büyüyor.’
            Oğuzhan’ın e-sporun mevcut durumuyla ilgili değindiği ilk nokta sektörün ne kadar hızlı bir şekilde büyüdüğüydü. Sosyal medyanın da yardımıyla haberleşme eskisinden daha kolay ve oyuncularla organizatörler sürekli iletişim içinde diyen Daştan, mevcut ağların oyuncular için eskiye göre çok daha iyi olduğunu ve bundan 7-8 yıl önce yaşadıkları zorlukları artık çok basit şekillerde hallettiklerini söyledi. ‘Ülkemiz her şeyde olduğu gibi e-spor alanında da gelişmekte. Bu gelişim açıkçası çok hızlı bir şekilde yaşanmamakta. Hala Türkiye’de sunucusu olmayan sayısız oyun var fakat şunu söyleyebilirim ki sektör Türkiye’de bile hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde büyüyor.’ diyen Daştan durumdan buruk bir şekilde memnun olduğunu söyledi.
            E-spor alanında uzman olan Oğuzhan ve Sinan’dan görüşlerini aldıktan sonra sektöre olan bakış açım açıkçası çeşitli değişimlere uğradı. Ben de teknoloji çağının bir çocuğu olduğum için sektöre çok uzak değilim. Tıpkı onlar gibi erken yaşta teknolojiyle tanıştım ve her zaman oyunlara karşı bir ilgim oldu. Bu konuda profesyonel olmayı hiç düşünmedim fakat sektörün de bir şekilde bir parçası oldum. Teknolojinin hayatımıza girişiyle hepimizin hayatı değişti ve ben de bir e-spor hayranı olarak son zamanlarda geleneksel spor müsabakalarından çok e-spor maçlarına yoğunlaştım diyebilirim. Yaptığım röportajlardan ve aldığım fikirlerden sonra açık ve net bir şekilde diyebilirim ki elektronik sporlar dünyada da ülkemizde de parlak bir geleceğe sahip. Sektör hızlı bir şekilde gelişmekte ve bu sürecin daha da hızlanacak gibi duruyor.
            Sonuç olarak, elektronik sporlar son yıllarda oldukça popüler. Bu popülarite her geçen gün artmakta ve teknolojinin -dolayısıyla haberleşmenin- gelişmesiyle ülkemize de sıçramış durumda. Değişen hayat tarzımız ve teknoloji çağının getirdikleri bu popülaritenin artmasına zemin hazırlamakta. E-sporcuların da artık birer profesyonel sporcu sayılması ve devlet desteğiyle birlikte ülkemiz de resmen sektöre girmiş bulunmakta. Türkiye’nin köklü e-spor haber sitelerinden olan 5mid.com’un editörlerinden Sinan Alpsoy ve amatör bir e-sporcu olan Oğuzhan Daştan’ın da görüşlerini aldıktan sonra açık ve net bir şekilde söyleyebilirim ki Türkiye artık e-sporun önemli bir parçası. Her yıl yüzlerce sporcunun yetiştiği ülkemizde e-sporun parlak bir geleceği var ve sektör Türkiye’de her geçen gün daha da gelişmekte.
 
 
 
 
 
 
 

0 Comments

Çernobil'i Unutmayan Sinop Halkı Nükleer Santrala Karşı

5/25/2017

0 Comments

 
 
Melike Nur Musaoğlu
melike.musaoglu@gmail.com
​
        Çernobil’i unutmayan ve buradaki nükleer santralde gerçekleşen kaza sonrasında, Rusya’dan Türkiye’nin Karadeniz kıyılarına kadar ulaşan radyasyonun etkisiyle ailelerinden birçok kişiyi kanserden kaybetmiş olan Sinop halkı, şimdi kendi yaşadıkları bölgede, İnceburun’da, onlara sorulmadan yapımı planlanan nükleer enerji santralinin kurulmasına karşı çıkıyorlar. Sinop’ta emekli bir öğretmen olarak yaşamını sürdüren Nazmi Bey, Sinop halkının santrale karşı çıkma reflekslerini özetlercesine şunları söylüyor: “Hergün bir patlama olasılığı hergün radyasyona maruz kalma olasılığıyla karşı karşıya kalacağız. Patlama durumunda tüm bölgede yaşamı imkansız hale getirecek ve binlerce kilometreyi etkileyecek bu santral. Bu denli riskleri olan bir enerji kaynağı artık çağ dışıdır!”

            Türkiye'nin 2023 yılına kadar enerji güvenliğini sağlamak ve enerji açığını azaltmak adına yapılan planlamalar dahilinde nükleer enerji santralleri de bulunuyor. Diğer sürdürülebilir enerji projelerinin aksine nükleer enerji santralleri büyük tartışmalara sebep oluyor. Bunun nedeni risklerinin telafi edilebilir olmayışı. Fakat santrallerin düzenli işlemesi halinde ise diğer enerji kaynaklarına nazaran çok daha verimli olduğunu savunanlar da var.      
            Nükleer enerji santral projeleri Türkiye’de devlet tarafından hayata geçirilmeye başlamışken, halkın bu konuda yeterli bilgisi bulunmuyor hatta çoğunluk bu projelerden habersiz. Buna karşın santrallerin yapılacağı şehirlerde insanlar bu konuda daha bilgili ve büyük çaplı halk hareketlenmeleri mevcut. Özellikle Mersin/Akkuyu 'dan sonra Türkiye'nin ikinci nükleer enerji santrali olması planlanan Sinop/İnceburun Santrali'ne karşı bu bölgede  sivil toplum hareketleri ve halkın farkındalığı günden güne artıyor. Bu artışın sebebi ise anlaşmalarda proje başlangıç tarihinin 2017 olarak planlanmış ve bu zamana kadar halkın rızasının alınmamış olması.Sosyal kabulün olması bu tür projelerde, dünyanın çoğu ülkesinde esas olarak alınıyor. Hatta referandum, halk oylaması gibi yöntemlerle nükleer santrallerin kurulup kurulmaması için halkın rızasını alan ülkeler bulunuyor. Fakat ülkemizde sosyal kabule bakılmaksızın nükleer santral projelerinin yürütülmesi söz konusu ve sonuç olarak Sinop halkı da kendilerine sorulmadan şehirlerinde yapılacak bu santralin karşısında duruyor.
 
Japon ve Fransızlar Üretecek, Türkiye Satın Alacak
            Japonya ile Türkiye arasında 2013 yılında imzalanan 22 milyar dolarlık anlaşmaya göre; inşaatının 2017 yılında Sinop, İnceburun yarımadasında başlaması ve 2023 yılına kadar elektrik üretmesi planlanan yap-işlet-devret modeli santrali Japon Mitsubishi şirketi ile Fransız AREVA şirketi yapacak. 4480 MW gücündeki su soğutmalı, Atmea1 adlı reaktörün kullanılacağı santral, yılda 34 milyon kWh elektrik üretecek ve üretilen elektriğin tamamını 20 yıl boyunca, kilovat saati yakıt dâhil 11.83 sent bedelle Türkiye Cumhuriyeti Devleti satın alacak.

 
‘Sinop'a DenenmemişNükleer Santral Kurulacak’
            Sinop projesinde kullanılacak olan reaktörün ilk defa Türkiye’de kullanılacak, denenmemiş bir teknoloji olduğu bilgisini bizlere aktaran Nükleer Karşıtı Platform üyesi Ziya Karataş “Çernobil ve Fukuşima patlamaları bu konuda ibret teşkil edici örnekler. Özellikle Çernobil’den sonra bu Karadeniz bölgesindeki ölümlerin neredeyse yüzde 90’ı kanser. Kaza olması durumunda çevresine bu denli zarar verebilecek olan bir santralin kurulması insanlık dışıdır” diyerek nükleer santrale karşı olan endişelerini ve görüşlerini belirtiyor.

 
‘Çernobil’i Unutmayalım, Ona da Çok Sağlam Demişlerdi!’
            Sinop yerel halkının nükleer santrali istememelerinin başlıca sebeplerinden birisi risk algılarının çok yüksek olması. Özellikle Çernobil’deki patlama zamanında yaşayan insanlar bir nükleer santralde kaza olması durumunda nasıl olumsuzluklar yaşanacağının bilgisine sahipler. O yıllarda Rusya’da yaşanan kazanın yarattığı radyasyon etkilerini ailelerinden kansere yakalanıp ölen insanları görerek tecrübeleyen Sinop halkı için güven algısı da çok kritik.  Halkın büyük çoğunluğu, devlet politikalarına ve anlaşma yapılan diğer ülkelerin işletmesine güvenmiyor. Sinop’ta yaşayan ve geçimini balıkçılıkla sağlayan bir vatandaş şöyle diyor “Çernobil'i unutmayalım, Ona da çok sağlam dediler ama bir sızıntı oldu, oradaki faciayı biz Türkiye'de yaşadık hala da yaşıyoruz. Kanserden başka ölüm yok burada. İnsan yaşamı zaten uzun değil, bırakın huzur içinde yaşayalım”.

            Kaza olma riski bir yana Sinop halkı, santralin sorunsuz bir şekilde çalışması halinde dahi çeşitli sorunlara yol açmasından ve çevre için tehdit oluşturmasından da endişe duyuyorlar. Yine başka bir balıkçı olan Oktay Türkoğlu endişelerini ve nükleer santrale karşı oluşunun sebebini şu şekilde açıklıyor: “Santral çalışırken su soğutmalı olacağından denizden su almak lazım sonra bu suyu geri vermek lazım ki bu da en az 5-6 C daha sıcak suyu geri vermek demek. Bunun sonucunda denizde yaşayan canlılarda tahribat oluşuyor. Bizim memleketimizde bu çok önemli. Sinop'un %50-60'lık kısmı balıkçılıkla geçiniyor. Belki buradaki balık radyasyondan etkilenecek başka balıklar türeyecek. Siz buradaki balığı yer misiniz o raddeden sonra? Burada 2500 kayıtlı balıkçı var, bu insanların aileleri var, hepsi bundan geçimini sağlıyor. Tezgahta  'Sinop hamsisi' yazdığında kimse yemez bu balığı, insanlar çekinir.O yüzden nükleer santrale karşıyım”.
 
225 Bin Ağaç Kesilmiş!
            Ayrıca Sinop’ta insanlar, santral yapılacak alanda geçen yıl kesilen yaklaşık 225 bin ağacı örnek göstererek “nükleer için temiz enerji kaynağı ve çevre dostu diyorlar ama şimdiden çevreye büyük zararlar verildi” diyerek serzenişlerini dile getiriyorlar.
            Öte yandan buradaki insanların başka bir endişesi de var. O da bölgenin doğal şartlarının santral için güvenli olup olmadığı. Bu konuda Nükleer Karşıtı Platform üyesi Zeki Bey şunları söylüyor: “İnceburun yarımadası, tsunami riski olan bir bölge. Üstelik aynı zamanda da deprem bölgesi. Deniz burada kışın oldukça yükseliyor. Yani şiddetli bir depremde büyük riskler oluşabilir. Devlet bunun farkında olduğu için set çekmeyi düşünüyor ama yeterli olmayabilir. Aynı senaryo Fukişima'da gerçekleşti. Bunun örnekleri geçmişte var. Neden hala aynı riski taşıyan bir bölgeye odaklanılıyor?”

‘Kime İnanacağımızı Şaşırdık!’
            Devletin nükleer santrallerle ilgili hazırlattığı raporlardaki verilere göre,Türkiye,  2010 yılında elektrik talep artışında dünyada Çin’den sonra ikinci, Avrupa’da ise birinci sırada yer alıyor. Aynı zamanda hızla artan nüfus ve değişen ve gelişen teknoloji, yükselen elektrik enerjisi ihtiyacını beraberinde getirdiği öngörülüyor. Yine raporlara göre, toplam enerji ihtiyacının  % 72’sini ithalatla karşılayan ve enerjide büyük oranda dışa bağımlıolan Türkiye,fosil yakıtların bilinen rezervlerin tahmini bitiş süreleri göz önüne alındığında, oluşan enerji açığınıkarşılamak amacıyla nükleer enerji yönünde bir karar aldı. Öte yandan sivil toplum kuruluşları ve Mühendisler Odası gibi bağımsız kuruluşların raporları tam tersini belirtmekte. Elektrik Mühendisleri Odası’nın raporuna göre ülkemizin, nükleer santrallardan üretilecek enerjiye ihtiyacı yok ve yaptıkları hesaplamalara göre, yalnızca inşaatı devam eden tesislerle bile, nükleer santraller olmadan, en temel senaryoda 2026 yılı için tahmin edilen tüketim talebinin yüzde 25 daha fazlasının sağlanabileceğini öngörüyorlar.
            Hal böyle olunca, Sinop’ta yapılan anket verilerine göre (2017, NukeHeads) nükleer santrallerle ilgili bilgiyi en çok bu kaynaklardan alan Sinop halkının kafası bir hayli karışmış görünüyor. Başlıca bilgi kaynaklarının bu denli birbirinden farklı şeyler söylemesi üzerine Sinop’taki yerel halk,özellikle esnaf ve balıkçılar,çoğunlukla ‘kime inanacağımızı şaşırdık’ serzenişlerinde bulunuyor.

            Bu güzel kıyı şehrinin köy kahvelerinde dahi, kurulması planlanan nükleer enerji santraline karşı endişeler, kaygılar ve serzenişler dile getiriliyor. İnsanlar bu proje ile aldıkları bilgileri buralarda birbirleri ile paylaşıyor ve bu paylaşımların sonucunda imza kampanyaları veyahut mitingler için harekete geçiyorlar. Kendi hayatlarını riske atacağını düşündükleri bu santrale karşı asla tepkisiz kalmayacaklarını her fırsatta belirtiyorlar.
 
Nükleer Silah Teknolojisini ve İstihdamı Getiriyor mu?
            Sinop’ta insanlar nükleer enerji teknolojisinin sadece elektrik üretimi için kullanılmayacağını ve nükleer silah yapımı için gereken teknolojiyi de beraberinde getireceğine inanıyorlar. Örneğin üniversite mezunu olan bir esnaf, santralleri tehlikeli ve yapımını riskli bulmasına rağmen “Santral eğer uygun şartlarda inşa edilecekse, karşı değilim çünkü olumlu yönleri de var. Nükleer silah yapımı teknolojisini bu sayede elde edebiliriz. Ayrıca Sinop ekonomik açıdan da oldukça yetersiz, şehirde genelde kamu çalışanları yaşıyor, hiçbir istihdam yok, genç nüfus yok” diyerek santralin istihdamı arttıracağını da olumlu etkenler arasında sayıyor. Bir diğer yandan şehirdeki balıkçılardan Oktay Bey “Bunun bize getirisi yok. Bir iddiaya göre 10.000 kişi çalışacakmış. Orada çalışacak kişi mühendis zaten, kimse kimseyi kandırmasın” diyerek buna karşı çıkıyor. Nükleer silah teknolojisinin edinilmesi hakkında ise sözlerini şöyle devam ettiriyor: “Diyorlar ki nükleer teknolojiyi savunma amaçlı, silah yapmak için kullanacağız. Kardeşim, dünya barış istiyor, savaş istemiyor. O yüzden neden nükleer silah yapalım ki, dünyaya kafa mı tutacağız?”
            Sonuç olarak Sinop’taki yerel halkın, bilgi kaynaklarının kendilerine aktardığı birbirinin zıttı ve farklı bilgilerin yarattığı kafa karışıklığına rağmen, İnceburun ’da kurulacak olan nükleer enerji santralini reddetme eğiliminde olduğu görülüyor. Sinop sokaklarında yürüdüğünüzde, her köşe başında, her kesimden farklı insanla konuştuğunuzda risk algılarının ve endişelerinin santrallere karşı çok yüksek olduğu anlaşılıyor. Ve sonuç olarak bir doğa harikası, sakin ve huzur kenti olan Sinop’un halkı ve sivil toplum kuruluşları, kendilerine sorulmadan şehirlerinde yapılacak bu santralin karşısında duruyor.
.
0 Comments

Bilkent'te Tercih Dönemi Tanıtım Günleri

5/25/2017

0 Comments

 


 Beyza Özgöde, Cansu Saraç
Bu yıl da, üniversite sınavlarının son günlerinin yaklaşması, üniversite bölüm tercih döneminin habercisi niteliğinde. Hem adayları hem de velileri zorlu bir üniversite tercih dönemi bekliyor. Tercih sıralaması ve kafalarda oluşan üniversiteler hakkındaki soru işaretleri, neredeyse bütün öğrenci ve velilerin korkulu rüyası olmuş durumda. Hangi bölümü seçeceğine karar veremeyenler, çocuğunu farklı bir şehre göndermek istemeyenler, özel okul için vereceği paranın değip değmediğine karar veremeyenler, yakın bölüm dalları arasındaki farkı kestiremeyenler ve daha birçok bilinmeyenler… İşte bu soruların cevabı, üniversite tanıtım turlarıyla son buluyor. Bu hizmeti veren kurumlardan birisi de Bilkent Üniversitesi.

Bilkent Üniversitesi tanıtım turları son yıllarda çok fazla talep görüyor.  Üniversite Bilgi ve Tanıtım Ofisi bünyesindeki gönüllü öğrenciler tarafından her yıl Temmuz ayında düzenlenen yaz turları ve bütün yıl düzenlenen tanıtım turları, tüm ziyaretçilerin katılımına açık olarak hizmet veriyor.

  
 
Yaz turlarında ne yapılıyor?
Bilkent’i yerinde görmek ve bölümler hakkında bilgi sahibi olmak amacıyla kampüse gelen ziyaretçileri rehber öğrenciler karşılıyor. Lisans programlarını daha yakından tanımak isteyen adaylar ve veliler için Rektörlük Binası’nda bir tanıtım alanı kuruluyor. Turların da başladığı bu alanda, adaylara tercihlerinde fikir vermek için her fakülte ve yüksekokuldan rehber öğrenciler görev alıyor. Ziyaretçilere bölümler, derslikler, yurtlar, kütüphane, laboratuvarlar, atölyeler, spor salonları gezdiriliyor ve üniversitenin bölümlerine ilişkin bilgiler aktarılıyor. Üniversite hakkında merak edilen tüm sorular halen eğitim gören öğrenciler tarafından doğrudan cevaplanıyor. Böylece bilgiler daha gerçekçi ve tatmin edici nitelikte oluyor. Bilgi ve Tanıtım Ofisi’nin verdiği bilgiye göre, yaz turlarına 2016 yaz döneminde gelmiş öğrencilerin %39’u Bilkent Üniversitesi’ne kayıt yaptırmış… Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümü öğrencisi Buket Çayır, üniversite ve bölüm seçiminde tanıtım turlarının en önemli etken olduğunu belirtiyor; “Tanıtım günlerine katılmadan önce okumayı düşündüğüm bölümle şu anki arasında neredeyse dağlar kadar fark var. Bu seçimi yapmamın en büyük faktörü, kafamdaki bölümlerin hocalarıyla detaylı görüşme imkânı yakalamam oldu. Lise okurken kimse bize üniversite bölümleri ve meslek dallarıyla ilgili bilgi vermiyor. Dolayısıyla, liseden henüz mezun olan üniversite adaylarının farkındalığı düşük oluyor. Bu yüzden İşletme bölümüyle Endüstri bölümü arasında kalacak kadar kararsız ve bilgisizdim. Merak ettiklerinizi birincil kişi olarak o okulda okuyan öğrencilerden öğrenmek daha gerçekçi, kimse size reklam yapmaya çalışmıyor çünkü yaşayanlar gerçekte olanı söylüyor.
 
 

 
 
Rehber öğrenciler zorlu bir süreçten geçiyor
Bilkent Üniversitesi Bilgi ve Tanıtım Ofisi’ne çalışmak için başvuran Bilkent lisans ve lisansüstü öğrencileri uzun ve zorlu bir eğitim dönemi sonrası tanıtım turlarında görev almak üzere değerlendiriliyor. Mülakata tabii tutulan öğrencilerin iletişim becerileri de değerlendiriliyor. Yarım yıl süren eğitim süreci sonrası uygun görülen öğrenciler, bir süre rehber gözleminde tur tanıtımlarına başlıyor. Rehber öğrencilerden okulun tanıtımını yapmaktansa, doğru bilgileri vermeleri isteniyor.
 
Turlar sene boyu devam ediyor
Lisans Yerleştirme Sınavı’nın (LYS) ardından tercih döneminin sonunda kadar devam eden yaz turları dışında, hem lise okul gruplarına hem de bireylere özel turlar yıl boyunca devam ediyor. Tur sırasında kampüste herhangi bir öğrenciyle sohbet imkânı yaratılabilir ve öğrencilerin ağzından direk olarak bilgi alınabilir. Özellikle kütüphane taraflarındaki turlarda, ziyaretçiler ve öğrencilerin sohbetleri dönem içerisinde sıkça rastlanan bir manzara.
Ayrıca, kampüs turlarının dışında üniversitenin farklı illere düzenlediği tanıtım konferansları, Bilkent’i gelip yerinde görme imkânı bulamayanlara avantaj sağlamış durumda. Lise kurumlarının talepleri üzerine tanıtım ofisinde görevli rehber öğrenciler ve yetkililer eşliğinde düzenlenen tanıtım konferanslarının da etkisi azımsanmayacak nitelikte.
 

 
 
 
 
 
Öğretim görevlileriyle görüşmeler sağlanıyor
Aday veya velilerin istekleri doğrultusunda, ilgilendikleri bölümün hocalarıyla özel görüşmeler sağlanıyor. Bu görüşmelerden sonra daha detaylı bilgiler için hocaların, bölümlerini tanıttıkları meslek seminerlerine katılma imkânı da oluyor. Aynı zamanda bu görüşmeler ve seminerler sırasında her bölüm için ayrı hazırlanmış katalog ve broşürler veriliyor. Bu broşürlerde mezunların akademik olarak nerelere geldikleri ve bölümleri hakkındaki yorumları da yer alıyor.
 

 
Tanıtım Ofisinin Önemi
     Bilkent Üniversitesi Tanıtım Ofisi (BTO) gönüllü üniversite öğrencilerinden oluşuyor ve bir iş prensibiyle çalışıyor. Bütün öğrenciler yaptıkları işin ciddiyetini farkında ve üzerilerine düşen sorumlulukları yerine getirmek için özveriyle çalışıyor. Bilkent Tanıtım Ofisi’nin aynı zaman da Bilgisayar Mühendisliği yüksek lisans öğrencisi olan koordinatörü Halil İbrahim Kuru,  üstlendikleri işin önemini ve değerini birkaç cümleyle açıklıyor. “BTO ve içerisinde bulunan rehberler, genç lise öğrencilerinin kariyer planlamasında çok büyük bir öneme sahip. Yaptığımız iş gereği, Bilkent Üniversitesi’ne gelen öğrencilere istedikleri bölümler ve üniversite hakkında en doğru bilgiyi verip, kendilerine yol göstermeye çalışıyoruz. Her sene temmuz ayında Yaz Turları adı verilen etkinlikte üniversite adayları ve aileler, rehberler ile buluşuyor. Tanıtım günlerine katılan lise öğrencilerinden, üniversite ve bölüm tercihleri ardından gelen geri bildirimler bizim için çok önemli oluyor. Bilkent’i ve seçmiş oldukları bölüm adına memnun olan öğrencilerin teşekkürlerini görmek bizim için en büyük motivasyon. Bilkent Tanıtım Ofisi; yardımsever, grup çalışmasında başarılı ve üniversite hakkında bilgi sahibi rehberleriyle, hem akademisyenler hem de idareciler tarafından saygı duyulan bir ekip. Her zaman bu saygınlığını ve başarısını korumak için çalışmaya devam ediyor.”
 
Bilkent Üniversitesi Turu

 
Merhaba Üniversiteli! Sen gelemedin diye biz sana Bilkent’i getirdik! Tercih döneminde sana çok faydalı olacak bir tur yazısı hazırladık. İyi okumalar diliyoruz… 
Sizin de bildiğiniz gibi Bilkent Üniversitesi Türkiye’nin ilk vakıf üniversitesi. Kurucusu İhsan Doğramacı Harvard’da sürdürdüğü doktora çalışmalarında vakıf üniversitesi sistemini çok beğenmiş ve bunu Türkiye’ye getirmek istemiş. Bilkent Üniversitesi 1984 yılında 5 bin dönümlük bir arazinin içine kurulmuş, eğitim vermeye de 1986 yılında başlamış. O günden beri Bilkent Üniversitesi sürekli yenilenerek ve büyüyerek günümüzdeki köklü üniversitelerden biri haline geldi.
Bilkent Üniversitesi 9 fakülte ve 27 bölümden oluşur. Bu bölümlerin kontenjanları farklılaşmakla beraber hepsi için eğitim ücreti aynı. 2017-2018 eğitim dönemi için kayıt yaptırmayı düşünen öğrenciler için eğitim ücreti 33.200 TL. Eğitim ücretinin tümünden veya bir kısmından muaf olmanızı sağlayacak 5 tür burs var. Bunlardan 3 tanesi almış olduğunuz puanlar sayesinde kazanabileceğiniz, kapsamlı, tam ve yarı burslar. Bunlar karşılıksız ve başarıdan etkilenmeyen burs türleri. Bilkent Üniversitesinde her hangi bir bölüme tam burslu olarak yerleşen öğrencinin bursu, eğer sıralaması ilk 10 bin içinde ise otomatik olarak kapsamlı bursa yükseltilir.  Kapsamlı burs dahilinde öğrenci öğretim ücretinden muaf tutulmanın yanında,  her yıl 8 ay boyunca cep harçlığı alma şansı ve iki kişilik odalarda ücretsiz konaklama imkanın yakalar. Diğerleri ise okurken elde edebileceğiniz ve sürekliliği sizin aynı başarıyı devam ettirmeniz koşuluna bağlı olan; yetenek ve üstün başarı bursları.
 
 

 
Bilkent Üniversitesi merkez, doğu ve orta olmak üzere 3 kampüsten oluşuyor. İdari birimler, fakülteler, yurt binalarının çoğunluğu, en büyük alanı kaplayan Merkez kampüste yer alıyor. Yemekhaneler, kafeteryalar, spor salonları ve açık sahalar üniversite içinde yayılmış durumda. Merkez kampüsün en üst bölgesini yurtlar oluşturuyor. Kampüsteki 26 yurt binasının 22 tanesi burada yer alıyor ve yaklaşık 3500 öğrenciye ev sahipliği yapıyor. Yurtlar bölgesinde öğrencilerin kampüs içinde ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri adına birçok imkân sunuluyor. Kadın ve erkek kuaförleri, güzellik salonları, çalışma/çizim odaları, TV odaları, ortak alanlar ve çamaşırhane bunlardan bazıları. Yurt odaları öğrencilerin zevkine ve bütçelerine uygun olması açısından çeşitlendirilmiş. Üniversite yurtlarında 4 kişilikten tek kişiliğe birçok farklı tip oda mevcut.
 
 
 
 Bunların yanı sıra kampüsteki üç spor salonundan ikisi –Yurtlar ve Merkez- merkez kampüstedir. Yurtlar spor salonu büyüklüğü, birçok spor dalına hizmet etmesi ve yarı olimpik yüzme havuzuyla kampüsteki diğer iki salondan ayrılır. Merkez spor salonu ise öğrencilere ders aralarında veya derslerden hemen sonra spor yapabilme imkânı sunması için fakültelerin arasında yapılmıştır. Kapalı alanlar dışında çok sayıda basketbol, futbol, voleybol, Amerikan futbolu ve tenis gibi sporlar için açık sahalar ve kortlar da kampüs alanına dağılmıştır. Bilkent Üniversitesinin bir çok spor dalında okul takımları mevcuttur. Basketbol, yüzme, Oryantiring ve Frizbi bunlardan birkaç tanesi. Aynı zamanda üniversite, öğrencileri spor yapmaya teşvik etmek amacıyla “spor yaşamdır” programı ile ücretsiz kurslar sunar ve spor derslerini 1 kredilik ders olarak alma şansı verir.
 
 
 
 Yurtlar bölgesinden aşağı doğru indikçe fakülte binalarını ve kafeteryalar görülmeye başlar. Kampüs içerisinde farklı tür yemek seçenekleri sunan kafeteryalar var. Öğrencilere, poğaçalardan tosta, ev yemeklerinden fast food seçeneklerine kadar geniş bir yelpaze sunulur. Bu kafeteryaların bir kısmı akşamüstü kapanırken diğerleri gece geç saatlere kadar hizmet verir.

Bilkent Üniversitesinde fakülte binaları ise, kapsadığı bölümlerin eğitim üyelerinin odalarını, bu bölümlere adanmış çalışma alanlarını ve ilgili birimleri içinde barındırır. Öğrencilere derslerde öğrendikleri teorik bilgileri pratiğe dökebilmeleri için uygun alanlar sağlanır. Bunlar; çizim ve maket atölyeleri, makine laboratuvarları, biyoloji ve kimya laboratuvarları, sanal borsa odaları, çekim odaları gibi çeşitli bölümlere hitap eden alanlardır. Fakültelerde derslikler öğrenci kapasitesine göre değişmekte. Öğrenciler kimi zaman 200kişil amfilerde bazen de 20 kişilik küçük sınıflarda ders işlerler. Sınıfların hepsinde ders işlenişine uygun projeksiyon, bilgisayar vb. bulunur.
 
Merkez kampüsün bir diğer önemli birimlerinde biri de İleri Araştırmalar Laboratuvarlarıdır. Bu merkez 1992 yılında savunma bakanlığının teşvikiyle kurulmuş hem sahip olduğu teknoloji hem de bünyesinde çalışan kişiler bakımından ulusal bir kuruluştur. Bu merkez ileri teknoloji konularında araştırma geliştirme yaparak elde edilen bilgileri Türk ve dünya bilimi ile sanayisine sunmayı hedefler. Daha da ayrıntı vermek gerekir ise burada katı maddelerin elektriksel ve optik özellikleri incelenir ve bunlar kullanılarak yeni aygıtlar üretilir. Bu çalışmaların önemli örneklerine biri Türkiye’nin ilk lazer diyotlarıdır. Bu lazerler femto saniyede atış yapabilme kapasitesine sahiptir. Bu özelliğiyle medikal alanında, lazerli ameliyat ve kanserli hücrelerin yakılması gibi görevlerde kullanıla bilinir durumdadır. Doğrusal Olmayan Lazer Baskı ve Silikon İşleme Projesi gibi daha birçok çalışmanın yapıldığı bu laboratuvarlarda çalışmalar için uygun ortam temiz oda sistemleriyle sağlanmaktadır.


Bilkent Üniversitesinin önem verdiği bir diğer alan da nano teknolojidir. NANOTAM ve UNAM Bilkent Üniversitesi bünyesinde çalışan Türkiye’nin ileri gelen nano teknoloji araştırma ve geliştirme merkezleridir. Kendilerini kavramsal ve deneysel araştırmalara adamış, AR-GE konularında gelişmiş bu iki merkez Türkiye nano teknoloji sanayisi hem insan gücü hem de proje bakımından zenginleştirmeye çalışmaktadır. Aynı zamanda bu merkezler öğrencilere de lisans veya yüksek lisans derecesinde çalışma alanı sağlar.
Kampüs hayatında bir diğer önemli konu ise sağlık hizmetleri. Bilkent Üniversite’sinde bir doğuda bir de merkezde olmak üzere iki tane sağlık merkezi bulunur. İkisi de 24 saat öğrenciler için hizmet vermektedir. Sağlık hizmetleri bütün öğrencilere ücretsiz sunulur. Saat akşam 5’e kadar uzman doktorların gece ise pratisyen hekimlerin öğrencilerle ilgilendiği sağlık merkezlerinde, Ultrason, Röntgen gibi uygulamalarda yapılabilmektedir. Öğrenciler burada yazdırdıkları reçeteler ile üniversitenin anlaşmalı olduğu eczanelerden indirimli bir şekilde ilaçlarını tahsisi edebilirler. Sağlık merkezlerinin her ikisinde acil durumlar için ambülânslar bekler.
Bilkent Üniversitesi’nde iki adet kütüphane bulunur. 2010 yılında Hürriyet Gazetesinin yaptığı bir araştırmaya göre Bilkent Merkez Kütüphanesi Türkiye’nin en iyi 10 üniversite kütüphanesi içine girmeyi başarmıştır. Sürekli kendini yenileyen bu kütüphane için üniversite bütçesinin önemli bir kısmını kullanır. Kütüphane yılın 362 günü, hafta içi 8.30-23.30 hafta sonu 9.00-23.30 açıktır. Bunun dışında öğrencilerin 7 gün 24 saat yararlanabileceği elektronik rezerv kaynakları bulunur. Kütüphanedeki 500 bine yakın basılı kitap, 300 binden fazla elektronik kitap ve birçok medya ürününden ayrı, özel koleksiyonlar da bulunur. Bunları, Halil İnalcık, Hasan Ali Yücel gibi önemli şahsiyetlerin kütüphanelerinden parçalar ve piyasada eşi bulunmayan ürünler oluşturur. Bu koleksiyonlar, kütüphanenin diğer alanlarından ayrı olarak görevli eşliğinde girilebilen odalardır. Kütüphane yalnızca kitapların bulunduğu bir bilgi deposu değil aynı zamanda sesli sessiz çalışma salonları, film ve belgesel izlemek için TV odaları olan büyük bir merkezdir.
Bilkent üniversitesinin diğer iki kampüsü de doğu ve ortadır. Orta kampüste Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi, lojmanlar ve 4000 kapasiteli bir amfi tiyatro vardır. Fakülteye bağlı büyük bir konser salonu ve tiyatro sahnesi bulunur. Bu konser salonu Ankara’nın önemli merkezlerinden biridir ve Bilkent Senfoni Orkestrası burada yıl boyunca konserler verir. Bilkent Üniversitesi doğu kampüsünü ise hazırlık binaları, Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksekokulu oluşturur. Bu kampüste de spor salonu, yemekhane gibi imkânlar bulunmaktadır.
Öğrenciler kampüsler arasında ulaşımı ringlerle veya yürüyerek sağlarlar. Her 20 dakikada bir hem merkez kampüsten hem de doğu kampüsten ringler kalkar. Kampüs dışına ulaşım da gene servislerle sağlanır. Bu servisler Ankarada’ki Tunus ve Sıhhiye gibi şehir merkezlerine gider. Bu servisler saat başlarında hem okuldan hem de şehir merkezlerinden harekete geçer. Daha uzak semtlerden gelen öğrenciler için ise semt servisleri kullanılır. Bu servisler hafta içi her gün ilk ders saatinden önce okulda olmak ve en son ders çıkışından sonra okuldan hareket etmek üzere ayarlanmıştır. Bütün servis ve ring imkânları ücretsizdir.
 

 
 
Cevaplar bir telefon kadar uzakta!
Aynı şehirde olmayanlar da bilgilerden uzak kalmasın istenilmiş. Adaylar ve veliler, sorularını sabah 8’den akşam 8’e kadar Bilkent Bilgi Hattı’na (312) 290 29292’den yöneltebiliyor, bilinfo@bilkent.edu.tr adresine e-posta atabiliyor. Bireyler kadar eğitim kurumlarının toplu gezi turları da Bilkent Üniversitesi’yle kolaylıkla iletişim kurabiliyor. Yıl boyunca Bilkent’i tanımak isteyen eğitim kurumlarının yöneticileriyle, başvuru formunu doldurup fakslamaları veya e-posta ile göndermeleri durumunda hemen iletişime geçiliyor.
Bilkent Üniversitesi kampüs ortamı, sağladığı imkânlar ve eğitimiyle Türkiye’nin önemli üniversiteleri arasında. Bilkent Üniversitesi, üniversite adaylarına tercih dönemlerinde onlara yardımcı olmak amacıyla hazırladıkları etkinlikler ve örnek turlarla tanıtım yollarını çeşitlendiriyor. Üniversite adaylarıni yalınızca Bilkent’i tercih etmek amacıyla değil, bu önemli kararı verirken uzman kişilerden yardım almaları için tanıtım günlerine davet ediyor ve bilgi almalarını destekliyor.
 
Herkese şimdiden tercih dönemlerinde başarılar diliyoruz!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
0 Comments

Rock Müziğin Kalesi Ankara

5/25/2017

0 Comments

 
Mutu Burak Özmen, Yunus Emre Bayu

Türkiye’de 80’li yıllarda doğmaya başlayan rock ve metal müziğe Ankara ev sahipliği yapıyordu. Hazy Hill, Axe, Dr.Skull gibi üniversiteli gençler tarafından kurulan bu gruplar yeni bir alt tür oluşturmakla kalmayıp bu şehirde gelişme imkanı da buluyorlardı. Ufuk Önen’in kuruculuğu, solistliği ve gitaristliğini üstlendiği Hazy Hill, döneminde büyük ses getirmiş ve ondan sonra kurulacak olan gruplara bir ışık olmuştur. Önen, Ankara’da gelişen bu alt kültürü, dönemin zorluklarını ve gelişme sürecini kendisinin yönettiği Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks!isimli belgeseli ile bizlerle paylaştı. Geçmiş tarihli çekimler, dönemin rock ve metal grup üyeleriyle yapılan röportajlar, Önen’in kendi sesinden anlatımıyla bir araya gelerek 7 yılda tamamlandı. Belgeselin Ankara galası, 10 Mayıs 2017 Çarşamba akşamı saat 20:00’de Türk Amerikan Derneği, Tatbikat Sahnesi’nde yapıldı. Dönemin rock ve metal müzik grup üyeleri ve bugün bu müziğe gönül vermiş yeni jenerasyon bu belgesel gösterimi için Tatbikat Sahnesinde buluştu.
 
Ankara... Kimilerine göre cansız ve gri, kimilerine göre ise bürokrasinin hüküm sürdüğü ve durağan bir şehir klişesiyle anılır her zaman. Ankara’daki heyecan ve hareketlilik daima meclisin yarattığı bürokrasiyle hatırlanır. Özellikle 80’li yılların puslu ve karanlık zamanında o dönemin siyasetinin yoğun bir şekilde yaşandığı ve memur kenti olarak anılan bu kent çoğu zaman “sıkıcılık” kisvesi altında kalmıştır. Oysa bu “sıkıcı ve gri” olarak adlandırılan şehir 80’li yıllardan başlayarak o dönemin rock ve metal müziğine ev sahipliği yapmaya başlıyordu ve dönemin yetenekli müzisyenlerini kendisine çekiyordu.
Ankara yalnızca siyasetten, bürokrasiden ve gri tonlardan oluşan bir beton yığını değildi. Dönemin üniversite gençleri sıkışıp kaldıkları bu ortamdan uzaklaşarak bir alt kültür oluşturmaya başlamışlardı. Bu kültürü oluşturan gençler yalnızca rock ve metal müzik icra etmekle kalmıyorlardı, bu oluşan alt kültürü kendilerine yeni bir yaşam tarzı olarak benimsemişlerdi. İşte bu yüzden 80’li yılların ortasındaki Ankara yalnızca siyaset ve ülke yönetiminin merkezi olmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’de rock ve metal müziğin doğuşu için en uygun ortamı sağlıyordu. Gündüzleri Ankara’nın dört bir yanına yayılmış üniversitelerine devam eden bu gençler akşamları kentin ara sokaklarında sıkışıp kalmış evlerin bodrum katlarında kayıtlarına ve provalarına devam ediyorlardı. Yetenekli ve istekli olan bu gençlerin çoğu zaman müzik kaydedecek bir stüdyoları bile yoktu, o zamanlarda müzik stüdyosu dendiği zaman insanların aklına rutubetli ve karanlık bodrum katları, aşırı ısı ve ter kokusu geliyordu fakat bu durum bile, yıllar içerisinde daha fazla müzik grubunun kurulmasına ve bu gençlerin Türkiye hatta dünya çapında isimlerini duyurmalarına engel olamıyordu.
 Rock ve metal müziğe gönül vermiş bu genç insanlar, Ankara’nın gri rengine ve soğuk iklimine rağmen sıcak bir dost ortamı oluşturmayı başarmıştı ve bu başarının ardındaki en büyük sebep ise tüm benlikleriyle yarattıkları ve bütün yaşamları haline getirdikleri rock ve metal müzik alt kültürüne duydukları sevgiydi. İşte böyle bir zamanda o gençler için belli başlı rock müzik yapan barlar bir nevi Ankara’nın kasvetli havasından bir kaçıştı. Siyah Beyaz,A-Bar, Dorian Gray ve Manhattan gibi barlar bu genç insanların harikulade müzik bilgisine ev sahipliği yapıyordu. Bunun yanı sıra, müzik grupları bu barlarda sahne alıp müzikal açıdan deneyim kazanıyorlardı. İnsanlar bu mekanlara yalnızca bir şeyler içmek için gitmiyorlardı. Bu mekanlar aynı zamanda rock müziğin sesini yüksek bir şekilde duyurduğu ve bu tarz müzikten haz alan insanların birlikte zaman geçirdiği özel yerlerdi. Kendilerini bu müziğe adamış insanlar, barlar kapandıktan sonra geceye “Batakhane” adını verdikleri terkedilmiş bir binada devam ediyorlardı. İnsanlar müziklerini burada yapmaya devam ediyorlardı. Belgeselde “Binanın her tarafından rock müzik fışkıran tek binaydı.” şeklinde bahsedilmekteydi.80’li yıllarda dünyayı kasıp kavuran rock müzik tarihinin izlerini Ankara’da görmek mümkündü ve bundan dolayı Ankara bu insanlar için oldukça anlamlı ve özeldi.
80’li yıllarda rock müziğin patlama yaptığı ve tüm dünyada hüküm sürdüğü dönemde rock müziğe neden İstanbul’un değil de Ankara’nın ev sahipliği yaptığını anlamak için bu iki şehrin insanlarına sunduğu olanakları gözden geçirmek gerekir. İstanbul her ne kadar büyük bir şehir bir metropolitan olsa da insanlarına, özellikle müzisyen olmak isteyen insanlara işin maddi boyutunu ve denizi vaat ederdi. Oysa Ankara, o dönemde yaşanan zorluklara rağmen bu yaşam tarzını benimsemek isteyen insanlara kucak açar, sıkı dostluklar oluşturulmasına yardım ederdi. Bu konuyu belgeselde yapılan röportajlardan bir alıntıyla özetleyebiliriz; “İstanbul’un medyası vardı, Ankaralıların yüreği” zaten bir alt grup ve samimiyet ürünü olan bu müzik türünün, başka bir şehirde bir medya ürünü olup yayılmaktansa, Ankara’da kalıp bu müziğe gönül vermiş insanlar tarafından benimsenmesi yıllarca piyasada tutunmasını sağlamıştı. Bu karanlık, puslu ve gri ortamda oldukça zor şartlar altında müziklerine devam eden bu gençler, müzik yapmayı bir görev veya sorumluluk olarak görmek yerine hayatlarının bir parçası olarak görmüşlerdir. İşte bu yüzden İstanbul’daki müzisyenler ve grupların aksine daha çok yaratıcı ve özgün olmuşlardı. Para onlar için ön planda değildi. Onlar için önemli olan müzik yapmak ve bunu içten gelerek, severek yapmaktı.
İşte böyle bir ortamda öne çıkan müzisyenlerden birisi de Ufuk Önen’dir. Hacettepe Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’ne devam ederken 1988 yılında arkadaşlarıyla kurduğu ve kuruculuğunu, solistliğini ve gitaristliğini üstlendiği Hazy Hill adlı rock grubu o dönemin Ankara’sında nasıl rock müzik icra edileceği hakkında geleceğe ışık tutar nitelikteydi. Kendilerine ait ve özgün bir müzik anlayışı olan bu grup Önen’in ve arkadaşlarının çabalarıyla bu alt kültürün hem Ankara hem de Ankara dışında duyurulmasına öncülük ediyordu. Tıpkı o dönemin diğer Ankara rock grupları gibi Hazy Hill de hem rock barlarda hem de üniversite şenliklerinde müziklerini icra ediyorlardı. Belgeselde bahsedildiği üzere, bu alt kültür oluştuktan sonra Hacettepe başta olmak üzere diğer üniversiteler de bu müziği desteklemiş, azınlık olarak başlayan bu gençlere cesaretlendirici bir tutum sergilemişti. Rutubetli, karanlık ve soğuk bodrum katlarında yapılan provaların yararlarını bu bar ve üniversite şenliği konserlerinde görmüş, emeklerinin karşılığını bir parça da olsa almaya başlamışlardı. Bunu öyle başarılı ve içten bir şekilde yapıyorlardı ki bir konserlerinde 5000 kişiyi aşkın insana müzik şöleni yaşatma imkanı bulmuşlardı. Her ne kadar Önen ve arkadaşları Ankara’yı çok sevseler de özgün müzik anlayışı ve daha çok insana ulaşma arzusundan dolayı yurtdışına seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Bunun en somut örnekleri Avusturya’da verdikleri konser ve yurtdışında pek çok dergiye kapak olmalarıdır. Bunların yanına sıra 1990 yılında yurtdışında tanıtımı yapılan demo (Murky Bedlam) sayesinde bir başka ilki gerçekleştiriyordu. Avusturya’da verdiği konserle Hazy Hill yurtdışında konser veren ilk Türk Metal grubu olarak tarihe geçiyordu. Tüm bu zorluklara rağmen ayakta duran ve kendi müziğini yapmaya çalışan bu grup çıkardığı pek çok demo şarkılarla dönemin ünlü gruplarının ilgisini çekmeyi başarmıştır. Bu gruplardan birisi de dünya çapında tanınan Sepultura’dır. 1984 yılında Brezilya’da heavy metal/thrash metal grubu olarak kurulan bu grup 80’lerin sonlarına doğru büyük bir sükse yakalamış ve tüm dünyada tanınmaya başlamıştı. Sepultura tüm dünyada tanınmaya devam ederken aynı şekilde Hazy Hill’in de ünü Ankara’dan çıkıp Avrupa’ya kadar ulaşmıştı. Hazy Hill kazandığı ünü pekiştirmeye devam ediyordu. Bunun bir örneği ise 1990 yılında İzmir’de yapılan konseri Norveçli grup Mayhem ile paylaşmasıdır. Hazy Hill kuruldukları şehir olan Ankara ve hatta Türkiye dışında da çalışmalarına devam etmek istemiştir. Fakat Türkiye şartlarında oldukça iyi seviyeye gelen bu grup dünya üzerindeki popüler müzik tarzı rock yerine grunge olmaya başladığından, yurtdışına atılma maceralarına olumsuz bir yanıt almışlardır. Hazy Hill 1995 yılında ODTÜ’de verdikleri bir veda konseri sonrası grubun müzikal kariyerine bir nokta koydu. Ardından 1999 yılında grup üyeleri bir kez daha stüdyoya girdi ve hem eski hem yeni şarkılarının bulunduğu son albümleri olan 8800 isimli albüm 2000 yılında piyasaya sürüldü. O günden beri Hazy Hill başka hiçbir müzikal aktivitede bulunmadı. Bugün, Önen bu müzik tutkusunu İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, İletişim ve Tasarım bölümünde ses ile ilgili verdiği derslerle devam ettirmektedir.
Hazy Hill gibi diğer gruplar da zaman içinde eski etkisini yitirmiştir. Günümüzde popüler müzik tarzının değişmesi ve bu değişim nedeni ile yeni alt kültürler oluştuğu için eskiden rock ve metal kültürüne hizmet eden barlar, bu yeni kültürlere ayak uydurmaya çalışmaktadır. Zamanında da bu alt kültüre sahip çıkan insanlar yavaş yavaş yerlerini genç nesillere bırakarak, rock müzik kültürüne olan tutkularını devam ettirmektedirler fakat bu insanlar Ankara’nın geldiği yeni durumdan memnun değil. Bu durum belgeselde “Ankara eski kalitesini kaybetti.” şeklinde belirtildi. Eskiden aynı tutkuyu paylaşan insanlar birlikte vakit geçirmek için barlara giderken bugün bu barların müzik tarzını değişmesi ve gençlerin yeni tercihleri sebebi ile artık insanlar evlerinde buluşup bu tutkularını evlerinde devam ettirmektedir. Bu durum belgeselde artık eskisi kadar rock müzik çıkmayacağına sebep olarak ele alındı.
Belgeselin gösterimi Türk Amerikan Derneği, Tatbikat sahnesinde yapıldı. Dönemin rock müziğe gönül vermiş hatta bu belgeselin çekiminde önemli rol oynamış eski grup üyeleri ve bugünün gençlerinden rock severleri buluşturan belgesel, Ufuk Önen ve yapım ekibinin çekim süreciyle ilgili kısa bir bilgi vermesiyle başladı ve yaklaşık iki saat sürdü. Gösterim başlamadan, Önen’in daha önce o sahnede verdiği konserle alakalı konuşmuş olması ve bu konserin belgeselde yer alması gözlerden kaçmadı. Çekim sürecinde veya öncesinde vefat etmiş olan Bar sahipleri, hocaları ve grup üyeleri hem belgesel öncesindeki konuşmada hem de belgesel sırasında anıldı. Ayrıca belgeselde bugüne ait çekimlerin yanı sıra, Hazy Hill grubunun yurtdışında bir menajere göndermek üzere kaydettikleri görüntülerin de kullanılmış olması katılımcılara nostaljik anlar yaşattı. Belgeseli ile büyük beğeni toplayan Önen, belgesel sonrasında üst katta yapılan kokteyl ile katılımcılarla zaman geçirme fırsatı buldu.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Referanslar
Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks!. Yön. Önen, Ufuk. 10 Mayıs 2017. 
0 Comments

“Öğrendiklerinizi paylaşın!”

1/18/2017

0 Comments

 
Picture
Deniz Koç
​
Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü’nde (CTIS) Bilişim Sistemleri Etiği (CTIS 363) adlı sıradan bir ders gibi görünen dersi sınavlar yerine getirdiği sıra dışı projelerle renklendiren çok yönlü akademisyen Reyyan Ayfer.
 
Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü öğretim üyelerinden yenilikçi, genç ruhlu, çok değerli ve ders verdiği bütün öğrenciler tarafından çok sevilip dikkat çeken Reyyan Ayfer ile yaptığımız söyleşide, onun akademisyenlik yıllarından, sıra dışı projelerine, çok yönlü kişiliğine, okul dışı faaliyetlerine ve de gençlik yıllarına değindik.
Mezuniyetinin ardından birçok farklı şirkette pek çok farklı sorumluluk alan Ayfer, “yaptığım işler bana edindiğim bilgiyi aktarmayı ve gençlerle zaman geçirmeyi sevdiğimi gösterdi. Yeterince para kazanıyor ancak, harcayacak zamanı bulamıyordum” diyerek emekli olmayı planladığı sırada Erol Arkun’un talebiyle 1988 yılında Bilkent Üniversitesi ile akademiye atıldı. O tarihlerden beri de okul ve ders harici pek çok gönüllü proje yürütmeye ve çeşitli kuruluşlarda faaliyet göstermeye devam ediyor. Öğrencileriyle birlikte yürüttüğü “Farkındalık Yaratma Projesi” Bilkent Üniversitesi’nde en dikkat çeken projelerden biri.
 
Onu meslektaşlarından farklı kılan ve çok sevilip dikkat çekmesine sebep olan özelliklerinden biri de alışılagelmiş sınavlar yerine öğrencileriyle ders içerisinde farklı projeler geliştirmesi. Bunlardan en dikkat çekici olanı da 2011 yılından beri öğrencileriyle birlikte yürüttüğü “FARKINDALIK YARATMA PROJESİ” Proje tanımında da anlatıldığı gibi Bilişim Sistemleri Etiği dersini alan öğrenciler bir kısmı sınıfta bir kısmı da laboratuvarda geçen dersler kapsamında bilişim etiği ve güvenliği ile ilgili, aslında herkese gerekli bilgilerle donanıyor birçok yaşanmış olayı inceliyor ve sonrasında da öğrendiklerini çocuklarla paylaşıyorlar.
Bilgiyi paylaşarak farkındalık yaratmak
Bilkent Üniversitesi’nde sıradan bir gün gibi başlayan günde aslında hiçbir şey sıradan değil. Alışılagelmiş üniversite öğrencileri öğretmen oluyor, sıradan üniversite öğrencilerinin yerini ise on yaşındaki çocuklar alıyor. 2009 yılından beri açılan Bilişim Sistemleri Etiği adlı ders kapsamında beş yıldır devam eden projede, son iki yıldır projeye katılan çocuklar araçlarla Bilkent Üniversitesi’ne getiriliyor ve burada üniversite öğrencilerinin onlar için hazırlamış oldukları aktivite ve sunumlara katılarak hem eğleniyor hem de öğreniyorlar. Ayfer projeyi “Özellikle internet üzerinde yaşanan olumsuz olayların tümünün nedeni bilgisizlik ve farkında olmamak. Proje, dersi alan öğrencilerin edinmiş oldukları bilgileri paylaşma sorumluluğunu yerine getirmek için her dönem çocuklara etkinlikler hazırlayıp aktiviteler yaptırarak farkındalık oluşturma amaçlı” olarak tanımlıyor.
Hedef kitle çocuklar
Peki proje kapsamındaki çocukları nasıl seçiyorsunuz? Ayfer’e göre bu çok zorlu bir süreç. Başlangıçta TEGV (Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı) ile iletişime geçerek bakım ve koruma kapsamındaki çocukların seçildiğini söylüyor. Ancak bu sene yaşanan olaylar sonucu ilan edilen OHAL nedeniyle kurumlara ve çocuklara ulaşamadıklarını ve ne yapalım derken, bilişimde kadınlar kulübünün Microsoft’ta düzenlenen bir etkinliğine gelen okullardan birinin projeyle çok ilgilenip katılmak istediklerini belirtiyor. Bir grubu bu öğrenciler oluştururken, diğer grubu da üniversitemizdeki toplumsal duyarlılık projesi topluluğunun (TDP) bir dalı olan üniversite personeli çocuklarına eğitim ekibiyle kurulan iletişim sonucu ulaşılan personel çocukları oluşturuyor diyor. Ayfer’e göre hedef kitlenin küçük çocuklar olması projenin daha da önem kazanması demek çünkü daha uzun ve detaylı bir çalışma süreci gerektiriyor. Üniversite öğrencilerinin de sunumlarını hazırlayıp aktivitelerini oluşturmak için bu uzun zamanı ayırdıklarını ve sıkı bir şekilde çalıştıklarını da sözlerine ekliyor.

 
Reyyan Ayfer kimdir
Kendisini bir matematik aşığı olarak tanımlayan Ayfer’e neden Bilişim Teknolojileri diye sorduğumda, 1979 yılında ODTÜ Matematik Bölümü’nden mezun olurken üçüncü sınıfta almış olduğu bilgisayar dersinin onu çok etkilediğini ve aslında sevdiği şeyin matematik değil problem çözmek olduğunu keşfettiğini söylüyor. Hayat boyu uğraşmak istediği şeyi bulduğunu ve sonrasında da kalan bütün seçmeli derslerini bilgisayar mühendisliği bölümünden aldığını; ancak o zaman ODTÜ’de bilgisayar mühendisliği lisans eğitiminin olmadığını yalnızca yüksek lisans eğitiminin olduğunu da ekliyor. Matematik bölümünden mezun olduktan sonra da ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği bölümünde yüksek lisansa başlayarak, öğrenci asistanı oluyor. Bu durumun Ayfer için önemi büyük çünkü hayali orada, mezun oldu okulda, akademisyenliğe devam etmek.
  
ODTÜ’de akademisyenlik hayalleri bir imza ile son buluyor
Yüksek lisansına devam ettiği dönemde, çok sevdiği bölümde doktorasını da yapıp ODTÜ’de akademisyen olmayı hedefleyen Ayfer’e bölüm başkanı aynı yerde kalmak iyi bir şey olmadığından ve öğrencilerin kendilerini geliştirmelerini istediğinden “Doktoramı yurt dışında yapmadığım takdirde bu bölümde eğitim asistanı bile olamayacağımı anlamış bulunuyorum” yazan bir kâğıt imzalatıyor. Böylelikle Ayfer’in de akademisyenlik hayalleri son buluyor. Ayfer’e göre o dönemde yurt dışına çıkması söz konusu bile değil. Sebebi ise henüz yüksek lisansa devam ederken evlenmiş olması: “Böylece eşimle tamam dedik akademik hayatımız bitti ve iş dünyasına atıldık”

İş hayatı ve akademiye dönüşü
Pek çok özel şirkette çalışıp iş hayatını da deneyimledikten sonra, kendisine ve ailesine yeterince zaman ayıramadığını fark edip emekli olma hayali kurarken Erol Arkun’un ricası üzerine 1988 yılında Bilkent Üniversitesi’ne gelerek akademiye giriyor ve bu tarihten beri de Bilkent Üniversitesi’nde ders vermeye devam ediyor. Neden yirmi dokuz yıldır Bilkent? Ayfer’e göre bunun sırrı hep sevmek, “hep sevdim, çok sevdim, öğrencilerle olmayı ve dersleri.”
Okul dışında yürüttüğü gönüllü projeler ve bilişimde kadınlar
ABD merkezli ACM (Association for Computing Machinery) kuruluşunun Avrupa Konseyi başkanlığı ve 2002-2010 yılları arasında sorumluluğunu aldığı ACM-W (teknolojide kadınlar) kuruluşunun başkanlığı, Bilkent Üniversitesi hocalarına teknoloji desteği verecek gönüllü bir grubun başkanlığı yürüttüğü gönüllü projelerden. Ayfer, onun bu faaliyetlerinin itici gücünü “bilişim dünyasında azalmakta olan kadınlar” olarak açıklıyor. “2001 yarıyılının başlangıcıydı. İlk programlama sınıfıma girdim ve şok oldum. Bütün öğrencilerim erkekti. O gece biraz araştırma yaptım ve bir makale buldum ‘The Incredible Shrinking Pipeline.’ Bu, bilgisayar konseyinde ACM'nin kadınları için gönüllü çalışmalarımın başlangıcı oldu ve öğrenci bölümünü yönetti.”
Gönüllü projelerin sizin için özel bir anlamı mı var? Elbette var diyor. Ayfer’e göre gönüllülük, ancak bir işi gerçekten seven ve isteyenin yapabileceği bir şey demek. Bu sebeple de gönüllü olarak yapılan işlere ayrı bir değer verdiğini ve kendisinin de gönüllü olarak çalışmalarına devam edeceğini belirtiyor.
Son olarak, gençlere, kadınlara özellikle de sizin gibi hayatta ve mesleki anlamda başarılı ve mutlu olmak isteyen öğrencilere tavsiyeleriniz neler? Ayfer’e göre bunun sırrı “İşinizi sevmek, her ne yapıyor olursanız olun severek yapmak” ve hayatın her alanında kendinizi geliştirmek. Özellikle bilişimde azalmakta olan kadın sayısına tekrar vurgu yaparak, kadınları daha aktif olmaya ve bilişim dünyasına katılmaktan korkmamaya davet edip üniversitenin her bölümünden öğrenciyi bu güzel, keyifli ve eğitici dersi almaya çağırıyor.


Picture
0 Comments

“Bir Sanat Eserini Yönetmek”

1/18/2017

0 Comments

 
Picture

Merve Aker 

Bir sanat eseri gibi tasarlanan Ankara Esenboğa Havalimanı’nın iç ve dış hatlar terminali, TAV Esenboğa ekibi tarafından, maksimum verimlilik, maksimum konfor anlayışı ile işletiliyor. Ekibin başında, mimar kimliğiyle de bu sanat eserinin yapımında görev alan TAV Esenboğa Genel Müdürü Nuray Demirer yer alıyor.
Havacılık Emniyet Kurumu tarafından 2015 Mayıs ayında,  “Havacılığın Altın Kadınları- Yılın Terminal İşletmesi Yöneticisi” ödülünü kazanan TAV Esenboğa Genel Müdürü Nuray Demirer, yaşadığı tecrübelerle ve başarılı hayat hikâyesiyle tam anlamıyla örnek alınacak başarılı bir mimar, yönetici ve iş kadını.
Sizi bu başarılara ulaştıran yoldan biraz bahseder misiniz? Aldığınız eğitim bugüne gelmenizde ne kadar etkili oldu? 
NURAY DEMİRER: İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunuyum. Mimar olarak başladığım çalışma hayatımda işletme ve yönetim sorumlulukları ön plana geçince 2014 yılında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi Executive MBA programından mezun oldum. İlk görev aldığım projeler otel ve tatil köyü mimari tasarımları oldu. Mimarlığın yapım kolunda çalışmaya başladıktan sonra 1994 yılında Tepe İnşaat ile yollarımız kesişti ve Erzincan Devlet Hastanesi İnşaat’ında görev aldım. 1998 yılı sonunda Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali İnşaatı için İstanbul’a gelerek havacılık sektörüne ilk adımımı atmış oldum ve TAV ailesine katıldım. Dış Hatlar inşaatı bitince İç Hatlar projesinin dönüşüm Proje Müdürlüğü’nü üstlendim. Bu çalışmanın hemen ardından Atatürk Havalimanı İlave Tesis Projesinin Yapım Müdürü olarak görev aldım. Eylül 2004’te ise Ankara Esenboğa Havalimanı İç ve Dış Hatlar Terminal İnşaatı Proje Müdürü olarak Ankara’ya geri döndüm. Esenboğa Havalimanı’na önce Teknik Genel Müdür Yardımcısı olarak, 2007 yılının sonundan itibaren de Genel Müdür olarak atanmam ile havacılık sektöründeki yolculuğum devam ediyor.
 Aldığım eğitim bugüne gelmemde kesinlikle çok etkili oldu. Okullarda TÜBİTAK yarışmalarına da katıldım. Matematiğim çok iyiydi ama kompozisyon yazmayı da çok sevdim. Bu konuda da başarılıydım. Sanırım, hayatın temeline de dengeyi aldım. Dengeli olmak… Her şeyin dengede durması. Biri çok fazla değil. Birisi çok az değil. Hayat zaten dengelerden oluşuyor.
Nerede büyüdünüz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
NURAY DEMİRER: Ben Trakya- Kırklareli Lüleburgaz doğumluyum. Lise sona kadar Lüleburgaz’da okudum. Hep çok çalışkan bir öğrenci oldum. Ortaokulu birinci olarak bitirdim. İlk konuşmamı da orada yaptım. Bütün ortaokul öğrencilerine nasıl başarılı olduğumu anlattım. Çok güzel sulu boya tablolarım vardı. Resim yapmayı çok seviyordum. Marmara bölgesinde birinciliklerim var, ortaokul sürecinde. Liseye geldiğimde lisede, Mimar Sinan Fakültesi’nden özel bir hoca bana özellikle ders vermek istedi. Fakat o dönemde derslere daha yoğun ilgi gösterdiğim için resimi bir kenara koydum. Ve o kenarda kaldı. Belki de mimar olmamın sebebi buydu. Çünkü kalemle oynamayı, kalemi elimde tutmayı her zaman çok sevdim ve liseyi de iyi bir puanla bitirdim sonra mimarlık fakültesine girdim. 1984 girişliyim. Halen Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne büyük yüzdelerle girebiliyorsunuz, yani eleğin çok çok üstünde kalabilmen lazım buraya girebilmen için. Benim gibi olan kişilerin arasında okudum. Taşkışla binası çok özeldi. Mimarlığın ruhunu da sana aşılayan çok güzel bir bina ve o noktada da şanslı olduğumu düşünüyorum.
Öğrencilik hayatım boyunca babam rahmetli bana çocukluğumdan itibaren hep tek bir şeyi söyledi: “Ne yaparsan yap eğitimini çok iyi yapacaksın. Yani ne olursa olsun ne okuyorsan oku, her ne yapıyorsan hep en iyisini yapacaksın.” Bir kere hayat felsefesi olarak ben buralarda büyüdüm. Bana sürekli söylenen buydu. Sen başarılı birisin. Daha da başarılı olanaksın. Sadece şuna inanıyorum. Zeki olmak ölçü değil. Hepimiz eş zekâdayız aslında. Belki de ben birçok zeki kişiden çok daha iyi konumdayım. Ama neden? Çalışkanım. Çok çalışmayı seviyorum. Sonuç odaklıyım. Benim sorumluluğum neyse bunu en iyi şekilde yapıyorum. Yani bana çocukluğumdan itibaren verilmiş temel çizgiyi uyguluyorum. Ama bunu zorla mı yapıyorum? Hayır. Benim için en büyük mutluluk kaynağı. Çok mutlu oluyorum, çok istekliyim her şekilde. Eğer bir hedefim varsa oraya bir tarih ya da bütçe ya da bana verilen bir çizgi varsa o çizgiye mutlaka bir şekilde ulaşmayı başarıyorum. Bunun için bütün parametreleri uygun hale getirmenin yolunu buluyorum.
 Ben 2012 yılında Bilkent Üniversitesi Executive MBA Programına katıldım ve 2 yıl boyunca 2 haftada bir cuma öğleden sonraları ve cumartesi tam gün derse gittim. O derslerde devam zorunluluğu vardı. Bütün işlerimizi ben oradaki derslerime göre ayarladım. Herkes benim ders programımı biliyordu ve o devamlılığı sağlayabildim. Esas önemlisi aradan 20 küsur yıl geçmesine rağmen bu kadar yıl sonra öğrenciliğime döndüğümde baktım ki aynı performansı gösteriyorum. Ve şeref listesinden mezun oldum. Şaka gibi, ben tabi çok ilgilenmedim aldığım notlarla. Diplomamı aldığımda arkada başka bir belge vardı. Bu ne dedim, dalga mı geçiyorsun ya dediler, bu şeref listesi. Şunun için bunu söylüyorum yapı değişmiyor. Hani 7 sinde neyse 70 inde lafı var ya ben ona çok inanıyorum. Temel bakış açısı değişmiyor. Sen o bakış açısında varlık gösteriyorsun. Sonuç itibariyle eğitimimin dayandığı temel noktada aile eğitimi çok önemli tabi. Ailemizdeki amcam eğitimciydi ve ortaokul müdürüydü. Yöneticiydi. Muhtemelen yöneticilikle ilgili bir gen varsa ben ondan aldığımı düşünüyorum. Ve tabi onun hayat felsefesi bana çizmiş olduğu yol çok çok önemli. Öncelikle çok iyi bir insan olmayı öğrendim ailemde. Pozitif insan olmayı öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Gülümsediğin zaman dünyaların senin olacağını biliyorum ve tüm arkadaşlarıma bunu aşılamaya çalışıyorum mümkün olduğunca. Herkese dokunmak istiyorum ki sevgi yayılsın. Hiçbir şey kaybetmezsin. Günaydın demekle, hiçbir şeyden yoksun kalmazsın 1 kişiyi daha mutlu edersin. Neden yapmayalım ne yapılmasın! Bunları çok önemseyerek gerçekten üstüne gitmeye çalışıyorum. Çok basit konulara eğiliyorum, görüyorum ki şu anda IK direktörleri tamamen beni yıllardır uygulamaya çalıştığım bu yöntemlere geri dönüyorlar şu anda.  Önceleri IQ çok önemliydi. Şimdi “Emotional IQ” . Sen iletişimde başarılıysan eğer, birçok diploması olanlardan çok daha artı değerlere sahipsin. Örnek olarak alacağımız davranış tarzları çok basit. Zaten mimarlıkta çok kullanılan bir laf vardır: “Tanrı detayda gizlidir.” Aslında basit dediğimiz şeyi yapmak çok zordur. Onu yapabiliyorsan eğer, zaten sen bilgiyle donanmışsındır. Bilgelik mertebesine çok yaklaşmışsındır. Bu hayatın her noktasında var. Bunları birleştirmek çok çok önemli.
Bu süreç içerisinde çok zorlandığınız ve aşmak için mücadele verdiğiniz bir durum ile karşılaştınız mı?  (Örneğin, rekabet ya da cinsiyetiniz dolayısıyla)
NURAY DEMİRER: İş hayatının cinsiyeti yoktur. Kadın ve erkek yok. Buyurun hodri meydan diyorum. Kadın vazgeçiyor. Benim yapmaya çalıştığım sürekli bu mesajı vermek. Bizde toplumsal kurallar var. O kadar kendimizi kaptırıyoruz ki bu kurallara. Ben kadınım o ne der acaba? Bu ne der acaba? Hep ön planda. Hayır, kardeşim sen işini yap! Bunu anlatmak istiyorum aslında hani kadın olarak ayrıca konuşmak değil, örnek olmak istiyorum. Vazgeçen kişinin kendisi oluyor. O yüzden de sonrasında yapabilenlere herkes imrenerek bakmaya çalışıyor. Yani bugüne kadar şantiyelerde tek kadın olarak çalıştım. 35-40 kişi olarak havalimanının tüm üst düzey yöneticileriyle aylık olarak toplanıyoruz. Tek ben bayan oluyorum. Ama farkında bile değilim. Beni en terese etmiyor. Kimseyi de en terese etmiyor. Hiç kimsenin umurunda değil. Eğer sen gerçekten yapman gereken işi yapıyorsan. Bayansan bayansın. Çok kullandığım çok güzel bir ifade var. “Kadın olmanın avantajlarını iş yaşamında kullanmadıysan eğer, kadın olmanın dezavantajlarını da yaşamayacaksın.” Bu çok güzel bir tanımlama ve doğru bir açıklama. Diğer taratan kadın beynini çalıştırmaya o kadar uygun ki. İlk insanlardan bu yana, Ortaçağ’dan bu yana böyle gelmiş. Çünkü erkek avlanmış kadın bir sürü iş yapmış. Çocuğuna bakmış, yemek için çalı çırpı toparlamış, ortamı koordine etmiş, beyni sürekli çalışmış.
Size başarmayı hedef gösteren biri oldu mu? Kendinize kimleri örnek aldınız?
NURAY DEMİRER: Ailem temel nokta. Başarılı olma adına bir tane hedefim yok, çok hedefim var. Ben aynı anda kitap okurken birkaç dalda kitap okumayı seviyorum. Bunlardan bir tanesi biyografiler. Dünyada iz bırakmış ve bir şeyler başarmış kişiler…Bunlardan bir tanesi, Gandi, Mandela, Benazir Butto… Dünyadaki değişik noktalarda iz bırakmış kişiler. Onların hepsinin hayatını okuyup incelemek benim gerçekten baktığım zaman kendime alabileceğim noktaları ayırt etmemi sağlıyor. Hayatımdaki en önemli vazgeçilmezlerimden bir tanesi kitaplarla, Filmlerle ve bir takım araştırma noktalarıyla, hepsiyle birlikte donanmayı, çok seviyorum. Dolayısıyla bir kişi diyemem birçok kişinin yaptıkları ve yapamadıkları benim için aslında takip ettiğim çizgilerden bir tanesi.
Sizin için başarıya ulaşmanın püf noktaları neler? Başarı için şansta gerekli mi?
NURAY DEMİRER: Şans… Amerika’da bir araştırma yapıyorlar. Birisi diyor ki bazı kişiler şanslıyım diyor. Bazı kişiler şanssızım. Neye göre şanslı veya şanssız olarak ayrılıyor. Buna kafa patlatıyor. Ben diyor bir inceleme yapacağım. Şanslıyım diyen kişilerin 100 tanesini bir odaya alıyor. Şansızım diyenleri diğer odaya. Ve hepsine aynı gazeteyi veriyor. Gazeteyi daha önce koordine ediyor. Tam orta sayfasında küçük bir çerçeve içinde şöyle bir not var: “Şu anda bu notu okuyorsanız eğer hemen gazeteyi kapatın muhasebeye inin 100 dolarınızı alın.” Peki, sonuç ne oluyor. Şanslıyım diyenlerin 96 tanesi alt kata iniyor, 100 dolarını alıyor. Peki, şanssızım diyenler? Sadece 5 ya da 6 tanesi aşağıya iniyor parasını alıyor. Şimdi şans var mıdır? Yok mudur? Gerçek bu aslında aynı olaylarla karşılaşıyoruz. Senin gördüğünle benim gördüğüm farklılık arz ediyor. Bu da neden? Ben iyi şeyler görüyorum ama iyi şeyleri görebilmek için kendimi donatıyorum. Bakmanın aslında temel noktası beynimizde almış olduğumuz, biriktirdiğimiz tüm bilginin gözümüzdeki sinyallerle buluşması. Fotoğraflarda o yüzden farklıdır. Kız kulesinin fotoğrafını milyonlarca kişi çeker ama hiçbiri diğeriyle örtüşmez. Neden? Deklanşöre bastığın an senin kafandan geçen düşüncelerle deklanşörün birleştiği andır fotoğraf. O yüzden farlılık gösterir.
Okulu bitirdiğimizde hepimiz aynı çizgideyiz. Okul bitti, diploma elimizde şimdi hayata geçmeye hazırız. Hayata başlarken küçük küçük değişikliklerle başlıyoruz. Sen bakış açınla birlikte çevrendekilerle birlikte, attığın adımın sende yarattığı etkilerle birlikte farklı noktalara ulaşıyorsun. Dolayısıyla 1 yıl sonra tekrar aynı hizaya gelmek istiyorsun ama onlarla artık aynı hizada değilsin. 2 yıl sonra temelli ara açılıyor. 4 yıl sonra, 5yıl sonra, 10 yıl sonra bir bakıyorsun ki… E ne oldu? Hani biz aynı anda başlamıştık? İşte aradaki o süreçler senin hayata şanslı bakıp şansız bakmanla çok alakalı. Şansı büyük oranda fırsatlar yakalamayla ilişkilendirmek lazım. Şunu unutmamak ve karıştırmamak gerekiyor.  Ben geçen ay, aralık ayında yakalamış olduğum şansı bu yıl yakalayamam. Zaman geçti rüzgârlar farklı yönden esiyor. Rüzgârlar nereden esiyorsa yelkenini o yöne açacaksın ki yelken rüzgârla dolsun ve senin de yelkenin rüzgârla yol alsın. Ters yönde durursan yelken söner ve sen yol alamazsın. Yaşam çok kısa aktif olacağımız süre çok az bunu doğru hedeflere dayandırarak yapmalıyız. Merdiven doğru noktada mı? Kontrol etmelisin sürekli. Eline kalemi alıp hayatına dönüp bakmalısın. Yılbaşları önemli bunun için. Ne yaptım ben geçen yıl? Seneye neler yapacağım?
Kariyerinizde hiç unutmadığınız sizi etkilen bir an veya anı var mı?
NURAY DEMİRER: Benim Eczacıbaşı ilaç fabrikasında şantiyede çalıştıktan sonra Ankara’ya geldiğimizde Kızım 6-7 aylıktı. Bir hastane inşaatı için Tepe inşaat eşime. Eşimde benim aynı üniversiteden mimar. Sınıf arkadaşım. Onu Erzincan şantiyesine göndermek istediler ama teklif ona geldi. Eşime geldi. Daha sonra sohbet ederken benim eşim de şantiyeci deyince beni de görüşmeye götürdü. Görüşme esnasında bana aynen şunu dedi görüştüğüm kişi Tepe İnşaatın üst düzey yöneticisi.  Bak kızım dedi, seni şimdi işe alıyorum dedi. Ama seni işe alma sebebim dedi senin bir şey yapman anlamında falan değil. Biz Melih’i işe almak istiyoruz. Senin de şimdi çocuğun falan var. Eğer Ankara’da kalırsan bu çocuğun aklı Ankara’da kalır. Sonra zırt pırt Ankara’ya gelmek ister o yüzden seni işe alıyoruz dedi. O kişiyle şu an halan birlikte çalışıyoruz. Bunu bana söylediğinden bu yana 20 yıl geçti. Şimdi o benim için bir dönüm noktası gibiydi. Bir fırsattı ve ben Erzincan da çalışmaya başladığım anda neleri yapabileceğimi hemen gördüler ve İsviçreli bir kreditör grupla çalıştık. Üstelik çalışmaya başladıktan 1-2 ay sonra diğer 2 inşaatın malzeme seçimi için beni istediler. O bir kırılım noktasıydı. Ve hala beni takdirle anar, en büyük destekçimdir. Ve hala şu an Tepe İnşaatın en üst yöneticilerinden birisi.
Bu pozisyona gelebilmek için hayatınızdan feragat ettiğiniz bir şey var mı?
NURAY DEMİRER: Hayat tamamen artılar ve eksilerle dolu. Bıraktıklarımız ve aldıklarımızla dolu. Felsefe olarak neyi benimsiyorum hayatın içinde? Bir bahçede özellikle bilge kişinin yanında genç bir çırak diyor ki ben artık oldum ve hayatı anlamak istiyorum. Hayat nasıl bir şey? Sizin yanınızdayım bir sürü zaman geçti. Ama hala daha ben bu olayı algılayamıyorum. Eline bir kaşık veriyor ve diyor ki burası büyük bir bahçe. Şimdi kaşığının içine zeytinyağı koyuyorum. Elinde bu kaşık bahçedeki turu tamamlayıp buraya geleceksin. Tamam diyor. Turunu tamamlıyor geliyor çok büyük mutluluk içerisinde. Tamam, bu iş oldu diyor çünkü zeytinyağını hiç dökmemiş. Bilge kişi diyor ki peki diyor. Gittiğin yollarda katmerli nefis kokan güller vardı gördün mü diyor? Görmedim diyor. Peki, çok çok güzel kokan başka bir çiçek daha yolunun üstüne çıktı onu gördün mü diyor. Görmedim. Peki, şuradaki evi gördün mü? Onu da görmedim. Şu taşları gördün mü? Onu da görmedim. Yok diyor. Şimdi esas konu bu çevrende neler oluyor onları göreceksin. Bir daha turu tamamlıyor geliyor. Bu sefer de yağ yok kaşığın içeresinde. Ya ama diyor oraya baktığımda döküldü, buraya baktığımda döküldü, başımı çevirdiğimde döküldü. Şimdi diyor bu zeytinyağını dökmeyeceksin. Ama etrafını da göreceksin. Hayat felsefem tamamen bundan ibaret: ”Hepsini birlikte yürütmek.” Hayatın içinde her ne varsa. Çünkü bizimle çok alakalı hepsi, biz yapıyoruz her ne yapıyorsak ve fırsat geçtiğinde geri dönme şansın yok. O yüzden hayatı kaçırmayacaksın. Ama yapman gerekeni de layığıyla yapıncaksın. Laf olsun diye zaman geçirmeyeceksin. İş yapıyorsan işini yap. Eğer dansa gittiysen dans et. Eğleniyorsan eğlen. Şarkı söylüyorsan sadece şarkı söyle. Hepsini karmakarışık etme. Hakkıyla ve dengede tutarak. Sadece işe gömülme.
Bazı süreçler vardır benim buranın yapımı esnasında neredeyse birkaç ay gece sadece 12’de eve gittiğimi sabah 7’de iş başı yapıp 8’de toplantıya başladığımı bilirim. Her gün… Hafta sonu dâhil. Şimdi orada ben gideyim de bir dans edeyim deme şansın yok. Zaten süreli bir iş… Ekim ayında bitecek. Şimdi hayatını planlarken gözün kapalı da yapmayacaksın bütün bunları. Ne olur 3 ay fedakârlık etsen. 3 ayın sonunda biz bu işi bitirdik ve 17 ülkenin temsilcilerini olduğu, bakanların, milletvekillerinin olduğu çok ciddi bir seremonide CEO’muz beni sahneye davet etti. Kadınlar ağlayarak ayakta alkışladılar. Ben orada bir kadını da temsil ediyordum. Demek ki kadın bunu yapabiliyormuş. Bu zor süreci yönetebiliyormuş. 3000 kişi çalışıyordu benim yanımda. Toplamda 30 000 kişi çalıştı iş sonuna kadar. Bu kolay bir iş değildi 3 yıllık süreydi şantiye. Esenboğa’nın inşaatı 2 yılda bitirdik. Önemli bir süreçti. Ama bunları çok dengeli ve güzel bir şekilde tamamladık. Yani denge diyorum!
Herhangi bir pişmanlığınız var mı? Neyi farklı yapmak isterdiniz?
NURAY DEMİRER: Çok şükür, hep yapmak istediğimi yaptım. Hayatımın içinde de yaptım. Zaman zaman çok komik 1-2 tane söylediğim şey var. Mesela üniversitedeyken saçlarım çok uzundu, belime kadardı. Şimdi gençleri görüyorum. Uçları yeşiller, maviler falan boyalı. Üniversitede iken bu şansım olsaydı kesin saçlarımı yeşil, sarı, mavi falan boyardım. Bir tanesi bu. İkinci olarak en çok hayıflandığım konu da üniversite hayatımda bütün yazlarımı neden gezerek geçirmedim diye çok düşünürüm. Sırt çantamı alıp şimdiki aklım olsaydı Türkiye’de ve dünyada mutlaka yolunu bulur mutlaka birçok yeri gezerdim.
Uluslararası bir havalimanın yöneticisi olduğunuz belli olduğunda ne hissettiniz? Bu başarı sizin için ne ifade ediyor?
NURAY DEMİRER: Şimdi başarının küçüğü, büyüğü yok. Bir de böyle bakmak lazım. Bazı konularda dışarıdan açıklamalar geldiğinde, evet ya! doğru falan dediğim şeyler oluyor. Ama işin içindeyken benim aldığım sorumluluklar zaten adım adım yükseldiğim ve aldığım sorumluluklar. Dolayısıyla birdenbire böyle bir şok yaşamış değilim. Bu binayı yaptım, sonra içinde yönetici oldum. Hani bundan daha böyle içinde olunan bir konu zannetmiyorum yaşayan kişi olsun.  Bu tabi çok özel, bundan dolayı gurur duyuyorum her zaman ve tabi omzuma yüklediği sorumluluk çok ağır. Her zaman temsili görevim var. Bunun bilincindeyim. Benim her türlü hareketim aslında bir havalimanının temsili. Artık beni gördüklerinde havacılık, uçuş falan diyor insanlar. Nuray deyince havalimanı diyorlar. Havalimanı benimle bütünleşmiş durumda. Bu da bir taraftan çok hoşuma gidiyor ama öbür taraftan da bu benim için çok çok önemli. Omuzlarıma daha da yükler yüklüyor ve daha iyi şeyler yapmak istiyorsun. Daha fazla hedefine ulaşmak gibi bir idealin oluyor. Bu kadar büyük bir projenin içerisinde yer almak ve de TAV ailesi (50 000 çalışan) içinde - yurtiçi ve yurtdışında toplam 14 havalimanı- yer almak çok önemli. Ben bu 50 000 çalışanın ilk 22 yöneticisinden birisiyim. Benim sorumluluklarım belli, ben bu sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirme derdindeyim.
İyi bir yönetici sizce hangi özelliklere sahip olmalı? Her zaman için B planınız var mı?
NURAY DEMİRER: İşletmelerin yöneticilerinin orkestra şefleri ile özdeşleştiriyorum ve görevimin tanımına en güzel açıklama diye düşünüyorum. Enstrümanları çalan çok farklı birim ve şirketler var. Her birimden çıkan ses birbiriyle öyle uyum ve ahenk içinde olmalı ki müzik mükemmel duyulsun. İşini çok iyi yapan, bilgi ile donanımlı bir ekip ile çalışıyorum. Bir yönetici olarak Albert Einstein’ın formülünü ve altında yatan felsefeyi benimsiyorum: Ego=1 / Bilgi... Yani; “Ne kadar çok bilgi o kadar düşük ego, ne kadar az bilgi o kadar yüksek ego
İşletmeciliğin genel esasları çerçevesinde çağdaş, ulusal ve uluslararası tüm gelişmeleri yakından takip ederek güncel kalmak çok önemli. Belirlediğim hedeflere ulaşabilmek için var gücümle çalışıyor, gelişiyor ve değişiyorum.
Kısaca iyi bir yönetici optimum karlarla belirlenmiş olan hedefleri gerçekleştirebilmeli. Uluslararası standartlarda başarı ile tanınmak ve fark yaratmayı sağlamak temel özellikleri olmalı diye tarif edebilirim.
Yönetici olarak en iyi özelliğiniz?
NURAY DEMİRER: Sanırım erişilebilir olmak, konuşulabilir olmak, iyi bir dinleyiciyim. Konuşulmasına müsaade ediyorum. Dedikoduyu sevmem. Birinin gelip bana birini anlatmaya başladığında odadan kovduğum arkadaşlar vardır. Genelde dinlemem. Bundan dolayı herhangi bir kaybım olmadı bugüne kadar bundan sonra da olacağını zannetmiyorum. Herkes işiyle ilgilensin felsefesindeyim. Eğer bana gelip kendinle ilgili bir derdini anlatacaksan kapım sonuna kadar açık. Ama kalkıp Ayşe’yi Fatma’yı, Osman’ı anlatacaksan onu dinlemiyorum.
Otonomiyi önemsiyorum. Önemli diğer özelliğim yönetici olarak, yani benim birlikte çalıştığım arkadaşlarım kendi işlerinin patronu. Kendi kararlarını kendileri veriyorlar. Ben orkestra şefiyim, onların işlerini en iyi şekilde yapmalarını sağlıyorum. Ama kontrol noktasındayım. Yetkiyi devretmiyorum. Bu çok önemli bir çizgi. Sadece onların yoğurt yiyişlerini özgür bırakıyorum. Hedeflerini belirliyorum, sonuçlarını check ediyorum ve bunları da belirli periyotlarda yapıyorum. Sürdürülebilir olması lazım. Toplanıyoruz, üzerinden geçiyoruz. Oldu mu? Nerede aksaklık var? Hadi şimdi bunun üzerine ekleme yapalım. Değişik noktalarda tekrar toplanıyoruz.  
 

Kendinizi yeniler misiniz?
NURAY DEMİRER: Sürekli yeniliyorum. Sürekli… Benim dünle bugünüm aynı değil. Bir önceki yılla bu yıl hiç aynı değil, sürekli değişiyorum. Algım çok açık, öğrenmeyi çok seviyorum. Hala her gün herkesten bir şey öğreniyorum. Bazen çaycımızdan, bazen kapıya gelip çöp alan görevlimizden bazen de sokaktaki teyzelerden bazen de küçük çocuklardan öğreniyorum. Buna açık olduğun zaman hayatı her gün keşfetmiş oluyorsun. Planlar yapıyorum. Gezi planları yapıyorum. Dünya’da görmek istediğim yerler var, bunları planlıyorum. Türkiye’de gitmek istediğim yerler var. Sevdiklerimle birlikte olmak için ayırdığım zamanlar var. Dolayısıyla sadece görev olduğu için değil her gün buraya geldiğimde bir başka güne geliyorum. Çünkü buranın enerjisi böyle bir şey zaten dün geçen yolsu bugün geçmiyor, bugün geçenler başka yolcular. Her gün 40 bin kişinin ayak izi var bu binada. Bu 40 bin kişide 40 bin duygu var. Biz böyle bir yerde çalışıyoruz ve onların mutlu geçmesini istiyorum. Mutlulukla yolculuklarına başlamalarını ve bitirmelerini istiyorum. Bunun için kitap okuyorum. Kitap okuyorum. Kitap okuyorum. Çok okuyorum çok seviyorum okumayı. Sadece okumayla değil, dinliyorum. Arabamda sesli kitaplar var. Çünkü 40 saat bir yolum var, o süre içinde dinliyorum. Sadece bununla da değil. Bazen bazı dizileri izlemeyi çok seviyorum. Özellikle görseli, müziği çok iyi olan diziler benim için çok keyif aldığım noktalar oluyor. Ve değişik ortamlarda bulunmak seni en çok etkileyen noktalardan bir tanesi. Bunlar sinema, tiyatro, sosyal aktiviteler… Onlara ulaşabildiğin, gidebildiğin kadar yapabiliyorsan zaten yenilenmen için en önemli kalemlerden birisi. Yani çok bir formülü yok. Sen kendini nerede ne şekilde iyi hissediyorsan onun üstüne gitmen lazım. Her gün sıfırdan başlayacaksın. Bugün yeni bir gün. Yenileme devam edecek…
Ekibinize katılacak kişilerde en değer verdiğiniz özellikler?
NURAY DEMİRER: Pozitif olmak öncelikli tabii. Bilgi düzeyi yüksek, donanımlı, çalışmayı seven, kendi konusunda uzman ve iletişime önem veren bir ekip benim için çok değerlidir. Çok hızlı karar verebilen, riskleri hesaplayabilen ve bu doğrultuda inisiyatif kullanabilen bir ekibin yapamayacağı iş yok bana kalırsa.
Teşvik ve motivasyonu artırmak için yaptığınız özel şeyler var mı?
NURAY DEMİRER: Genel prensip olarak her şeyi basite indirgemek istiyorum. Hayat zaten zor diyorum bir de siz gelip zorlaştırmayın, herkes işine baksın, işiyle ilgilensin ve çok enteresan konularla uğraşıyorsun, mücadele ediyorsun. Çünkü çaren yok idare etmen gerekiyor hepsini birden.
Yaklaşım itibariyle önemsediğim; beni bilip kitap okuma hakkında benimle sohbet etmemiş bir kişi olduğunu zannetmiyorum. Kitap okumayı çok önemsiyorum. Birlikte çalıştığım arkadaşlarımın okumasını çok çok istiyorum ve burada. Bu sene çok yapamadım ama bundan birkaç sene öncesinde gerçekten liste çıkardım. Tek tek bütün işçilerimizle gezdim. 380 kişi çalışıyor şu anda bu arkadaşların %40’ı ilkokul mezunu. Bir bölümü ortaokul, ilkokul yani eğitim düzeyi bu. Böyle olmasına rağmen ben herkesin minimum 2 kitap okumasını sağladım o yılın sonuna kadar ve bunu takip ettim. Kitap listelerini aldım, check ettim. Sohbet ettim onlarla. Kitapları aldım. Bir bölümüne ismine hediye ettim. İsmini yazdım, ismini yazınca okumak zorunda kaldı. Değişik yöntemler denedim.
Mesela bizdeki en önemli problemlerden birisi hani şey yapamıyorsun be müdür olayım, müdürün üstünde bir şey olayım. İşini iyi yap, mutlu çalış zorunluluk değil bu, yükselmek zorunluluk değil.  Çünkü eğer havalimanında çalışıyorsan sen bulunduğun yerden emekli olabilirisin. So what? Ne olacak oradan emekli ol ne olur. Seçtiğim kitapları anlatmak için bu örneği veriyorum, rastgele değil. Amacım aslında o kitap okuma alışkanlığını edinirken aynı zamanda da mesajları doğru, direk damardan vermek. Benim söylememle değil kendi okuyarak bunu görmesi. Çok güzel geri dönüşler oldu. Çocuklarına örnek oldular. Şoför arkadaşım bir gün dedi ki, müdürüm dedi: “Artık akşamları yarım saat televizyonu kapatıyoruz, hanımla biz kitap okuyoruz, çocuklar da derslerini yapıyor, artık onlara derslerini yapın demiyorum. Yani bunlar çok güzel şeyler. Ama ben direk ona şunu deseydim televizyonu kapat, her akşam ders çalış. Lanet olsun! Gene televizyonu kapat dedi! Ben öyle bir şey söylemedim ve bu daha sonra yayıldı, eşlerine yayıldı, çocuklarına yayıldı, yani onlar hepsi birden kitap okumaya eğildiler. Şimdi mesela bu ciddi bir farklılıktır.
Birlikte çalıştığım arkadaşlarla fikir jimnastikleri yapıyorum, onların görüşlerini mutlaka yapıyorum. Beyin fırtınası toplantıları yapıyorum. Bunlara değişik isimler veriyorum. Mesela bu yılkilere çay-simit toplantıları dedim. Sabah saatinde topladım arkadaşları, 8 ile 10 arası. Bunlar sahada çalışanlar. Müdürler, şefler, mühendisler falan değil. Okumuş çocuklar değil, okumamış çocuklar. Onlarla toplandık. İnanılmaz görüşler çıkıyor, değişik noktalarda çünkü işi yapanlar onlar, işin içinde olanlar onlar. Yolcuyu gören, yolcudan geri bildirim alan problemleri bilen. Bir önceki yıl gelir artırıcı toplantılara çok önem vermiştim. Ondan önceki yıllarda bu devam etti. Onları da çok keyifli hale getirmiştik. Mesela gelir artırıcı toplantılarımız, değişik birimlerden, her birimden birini seçiyorduk. Şimdi bunlar farklı soluklar. O zaman ne oluyor? Herkesi oyuna dâhil ediyorum. Fark etmeden. Çünkü ben çok akıllı olsam, tek başıma yapardım değil mi bu kadar işi, bu kadar çok adam çalışıyor. Herkesin aklına ihtiyaç var. Herkes etkin olarak bu amaca hizmet etmeli.
Sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
NURAY DEMİRER: Uçmak her zaman işi kolaylaştıran bir ulaşım şekli ve 1903 yılından bu yana ilk Wright kardeşler başlamış bu maceraya. Ve şu anda en son yapılan Boob uçağı Wright kardeşlerin 37 saniyelik uçuşunu, şu an da neredeyse ses duvarını yıkarak 9 saatlik yolluk uçuşu 3 buçuk saate indirir boyutta. Yani beklide 2050 yılında karşılaşacağımız uçaklar bunların çok çok ötesinde. Havalimanları çok farklı boyutta olacak. Teknoloji ve bilim gelişiyor. Havacılık çok çok daha hızlı bir biçimde gelişiyor ama hala çok büyük potansiyel var. Şu anda dünya nüfusu 27 buçuk milyar. Herkesin uçmasını beraberinde getirecek Ortadoğu’da Çin’de özellikle Afrika ülkelerinde potansiyele sahip. Aynı biz Avrupa da ülke nüfusunun 2 buçuk katı kadar yolcuyla karşılaşıyoruz. Eğer 10 milyonluk bir ülkeyse 25 milyon kişi uçuyor. Ama henüz daha Afrika’da bu %4-%5. Yani çok az kişi uçuyor. Dolayısıyla potansiyel hala çok fazla ve o pazarlar açılacak, oralarda gelişmeler olacak ve de uçan sayısı gün geçtikçe artacak. Geleceği çok parlak bir sektör. Pazar bölündü ve daha ucuz nasıl uçabilirizi herkes şu an çalışıyor. Daha da ucuzlayacak.
Havacılık Sektörünü gençlere tavsiye ediyor musunuz? Bu işin en çok hangi özelliği sizin için vazgeçilmez oldu?
NURAY DEMİRER: Havalimanı inşaatında küresel marka olan TAV Havalimanları’nda yönetici görevinde olup Havacılık sektörünü sevmemek bana göre imkânsız dâhilinde. Bence gelecek havacılık sektöründe, bu yüzden biz TAV olarak havalimanları yatırımını kesintisiz sürdürmek hedefindeyiz. Türkiye’de havacılık sektörünün köklü bir tarihi bulunuyor ve geçtiğimiz 15 yılda yaşanan büyük dönüşümle bu alandaki küresel oyuncular arasında yer alıyoruz. Bu hızlı büyüme ve gelişmenin kalıcı ve sürdürülebilir olacağına inanıyorum. Havalimanı işletmek demek çeşitlilik demek, karmaşa yönetimini bilmek demek, bu zincirin içinde kalabiliyorsanız işi yapabiliyorsunuz demektir. Bilgi üretimine ve entelektüel birikim yaratmaya önem veren her genç bu sektörde yer edinebilir. Gençlere başka bir önerim  “Hem sevdiğiniz hem de becerebildiğiniz işi yaparsanız, hem para kazanırsınız hem de mutlu olursunuz.”
 

 
 
İş dünyasında bir kadın olarak kariyer merdiveninde yükselmek isteyenlere ne söylemek istersiniz? Engellerle karşılaşabilecek olanlara tavsiyeleriniz neler olurdu?
NURAY DEMİRER: Size kısacık bir serüven anlatayım, Esenboğa Havalimanı’nı 24 ayda bitireceğimize söz vermiştik. Sözümüzü tuttuk. Açılış töreninde sahneye çıktığımızda 3 kadındık. Esenboğa Havalimanı İnşaatı Proje Müdürü olarak ben. Şimdi TAV Esenboğa’nın Genel Müdürüyüm. 250 milyon euroluk finansmanı sağlayan Finans Direktörü Berrin Akarsu. TAV İnşaat Genel Müdürü Aylin Öztürk. Tarifsiz bir gururdu yaşadığım. Söylemek istediğim kadın ya da erkek fırsatlar karşımıza çıktığında değerlendirebilmenin yanında işinizi doğru ve hedefe kitlenerek yaptığınızda kimse tutamaz sizi.
Kadınlara çalışın diyorum sadece. Çok çalışın çalışın çalışın… Ve en iyisini yapın. Siz bu potansiyele sahipsiniz. Kadınların sayısı artarsa iş dünyasında bu dünya da güzelleşecek. Daha yeşil bir dünya olacak. Savaşlar sona erecek. Ben iddia diyorum. Eğer bizim meclislerimizin %75’i kadın olsaydı, dünyayı yönetenlerin büyük çoğunluğu kadın olsaydı savaşlar olmazdı.
Bu biraz vazgeçmeyle alakalı bir durum. Türkan Saylan nasıl yaptı? Doktor olduktan sonra ilk olarak doğuya gitti. Nasıl yaptı? Eğitmek, kız çocuklarına dokunmak. Bir kişi. O bir kişi farklılık yaratıyor. Benazır Butto yıllarca evinde hapis hayatı yaşadı ve Pakistan için o gece öleceğini bile bile yola çıktı ve öldü. Bir suikaste kurban gitti. Nasıl yaptı? Yapan nasıl yapıyor? Eğer toplumsal baskıysa esas orada var. Her yer mollalarla dolu. Kafa kesen adamlarla dolu. Ama ben ülkeme özgürlük, bağımsızlık getireceğim dedi. Ve bütün hayatını bu mücadeleye adadı. Yapabilenler varsa biz de yapabiliriz. Ve kadınların tarihin içinde yaptığı şeyler öyle küçümsenecek konular değil. Almanya’yı bir Rus kadın 30 yıl yönetti. Rus çarının karısıydı. Ve Almanya’daki bir generalin, askerin sevgilisiydi ve de o sevgiliyi Rusya’dan yönetmeyi başardı. Yani kadının gücü çok büyük. O yüzden buradaki atlanmaması gereken konu bu toplumsal karakteri, toplumsal tanımları değiştirmek.  Ben işin içindeyim. Bugüne kadar hiç kimse bana kadın olduğum için yapamazsın demedi ya da dedi ben duymadım! Belki de dedi. Çünkü duyacak durumum yoktu, ben çalışıyordum. İşimi yaptım. Kurallara uymak zorunda değiliz. Çizgide durmadığımız zaman zaten başarabiliriz. Hedefleri koyup pes etmemek gerekiyor.
Bu noktadan sonra kendinize çizdiğiniz bir rotanız var mı?
NURAY DEMİRER: Ben hedeflerimi hep küçük küçük koyuyorum. Mesela şöyle söyleyeyim Esenboğa Havalimanı’nın 2006 yılında inşaatını bitirdiğimde proje müdürü olarak, şu anki başbakanımız o zamanki ulaştırma bakanıydı ve inşaat aşamasında çok fazla görüştük çok fazla geldi inşaatımız gezdi. Şu anda siyasetin içinde olan birçok kişi inşaata gelip gidiyordu. Ve hala birçoğu organizasyonlarda beni gördüklerinde hep şöyle derler: “ Siz şimdi bakmayın Nuray’ın böyle şık şık giyindiğine, onun dizine kadar çizmeleri başında baretleriyle her yeri çamur içinde falan biz öyle halini biliriz.” Şimdi benim şöyle bir hedefim oldu; işletmeye geçtiğim dönemde dedim ki evet inşaatta başarılıyım ve beni iyi bir proje müdürü olarak biliyor sektör. Fakat şimdi işletmenin yöneticisiyim, şimdi benim yapmam gereken havacı olarak kendimi ispat etmek. Yani beni arayan kişiler artık havacı olarak arasın. Havalimanı dediğimizde Nuray’ı düşünsün. Yani havalimanı işletmecisi dediğinde onunla konuşmak istesin. Bunun için 5 yıl koydum kendime. Gerçekten de 5 -6 yılın sonunda proje müdürü değil havalimanı işletmesinin yöneticisi olarak adım geçmeye başladı.
 Daha sonra “Havacılığın Altın Kadınları” ödülünü aldım. Esas beni mutlu eden geçen yıl Can Eren’in düzenlediği “Havacılıkta İlkler Listesi” ve orada konuşmacı olarak katıldım. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde. Daha sonra bu organizasyonu Kanada’ya gönderdi. Organizasyon kadın hareketleri içinde Kanada’da ödül aldı. Bu organizasyonda ben havacılıkta ilkler ilk kadınlar denilen noktada Türkiye’deki ilk uçak mühendisi, ilk paraşütle uçan kadın, ilk kabin memuru kadın, ilk mühendis kadın…Havacılığın içindeki ilkler ve ben. Kadın olarak ilk havalimanı terminal işletmesi genel müdürü olarak adım yazıldı. Bu çok gurur verici bir şey çünkü 50 yaşından sonrada o kitabı açtığında artık insanlar benim adımı ve fotoğrafımı görecek. Şimdi hedefime ulaştım. Yani havacılık adına ismim geçti.
Bundan sonraki adımda, iyi olduğum işte sosyal sorumluluk anlamındaki konulara daha çok önem veriyorum. Geçen yıldan bu yana da çizgimi gençlere yönlendirdim. Diyorum ki ne kadar çok gence dokunabilirsem benim için Türkiye için Dünyamız için bir ışık yakacağım. Bir mum yakmış olacağım. Umut olmak çok önemli. Hayalinizi her zaman taze tutun, bunu başaracaksınız, başarabilirsiniz. Bunu söylemek esas önemli olan nokta benim için. Ve geçen yıldan bu yana da birçok noktada bulunmaya çalıştım. 2017 için de rezervasyonları yaptık birçok yerde, bunu da sürdüreceğim. Bununla birlikte tabii en büyük dileğim Ankara’nın bir gün buradan yurt dışı uçuşlarını birçok başkente gerçekleştirmesi. Hatta buranın izdüşümü olan terminalin yapılması ve de dünyadaki önemli hap merkezlerinden biri olması yani dış ve iç hatta hap olacak ve de dünyanın birçok başkentiyle bağlanacak. Bu konuda da çalışmalarımı sürdüreceğim ve en büyük hedeflerimden bir tanesi bu.
 
Merve Aker
21101018
 
 
 
 

Picture
0 Comments

10 Bin Yıllık Tarih Tehlikede

1/18/2017

0 Comments

 
Picture

Işınsu Kırmızıoğlu
Bilkent Üniversitesi, Ekonomi isinsukirmizioglu@gmail.com
18/01/17

Günümüzdeki tüm buğdayların atası olarak bilinen Siyez buğdayının öyküsü, 1o bin yıl önce insanoğlunun yerleşik hayata geçtiği an itibariyle başlıyor.
Altın sarısı, uçsuz bucaksız ekin tarlaları, dimdik asla eğilmeyen başaklarıyla kendi öyküsünü, Siyez’in öyküsünü yazıyor, anılar biriktiriyor, üretiyor…
Mevsimler, medeniyetler, insan değişiyor ama Siyez toprağından asla vazgeçmiyor. Niye mi? Çünkü Siyez kararlı, Siyez savaşçı, Siyez güçlü. Siyez anavatanına öyküsü boyunca hep sahip çıkıyor. Bu bereketli tarlaların mahsulleri evlerimize, sofralarımıza giriyor. Çiftimizin yüzünü güldürüyor.
 Anadolu’nun verimli topraklarında hayat bulan bu yöresel lezzet, Kastamonu’nun İhsangazi ve Daday ilçelerinde yetişiyor. Ancak Siyez, varoluşunun en zor zamanları yaşıyor. Yöresel buğday üretimi gün geçtikçe azalıyor, yerli tohumlarımızın yerini yabancı hibrit tohumlar alırken, ülkemiz de tarım ülkesi kimliğini gitgide kaybediyor…
Henüz ıslah edilmemiş Siyez tohumu, günümüz buğdaylarından farklı bir genetiğe sahip. Dayanıklı ve sağlam karakterinin yanı sıra yüksek besin değerleriyle tam bir besin deposu. Her gün evlerimize giren günümüz buğdayı bir diğer adıyla hibrit buğdayı ise verim ve dayanaklılık sağlama amacıyla melezleştirilmiş ve genetiği değiştirilmiş bir yapay tohum.
Ülkemizde hibrit buğdayın üretiminin ve ithalatının gün geçtikçe artmasıyla, yöresel tahıllara yönelik ilgi giderek azalmaya başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik bu konu hakkında “Önceliğimiz üretimin ve verimin daha çok olduğu, küresel piyasalarsa desteklenen, ucuz hibrit buğdaya yatırım yapmaktır” diyor. Peki çiftçi bu konuda ne düşünüyor?
Küreselleşmenin getirdiği yüksek potansiyelli üretim isteği, ne yazık ki,10 bin yıllık Siyez buğdayının yerini hibrit buğday mı alacak sorusunu akıllara getiriyor… Halbuki Siyez organik markette yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor.
Sağlıkçıların gözdesi
Siyez ’in günümüzde en popüler olduğu yer organik marketler ve yöresel pazarlar. Organik marketin en gözde ürünlerinden biri. Satışları gün geçtikçe artıyor fakat yeterli üretim desteği olmadığı için herkes için erişebilir değil. Popülaritesinde çok güçlü bir Karatay etkisi var. Prof. Dr. Canan Karatay sağlıklı besin arayışında olan insanlar için en doğru pusula. Organik marketin en büyük destekçisi, halkın doğru ve sağlıklı beslenmesin adamış kendisi. Binlerce tavsiye bekleyen takipçisi, reyting rekorları kıran programları var.
Karatay, ülkede ekmek devrimi olması taraftarı, “Ben Siyez buğdayının kullanılması ve desteklenmesi şarttır diyorum. Modern buğdayın sağlığa zararlı olduğunu açıklıyorum. Bunları kitaplarımda anlatıyorum. Amerika’daki yayınlarda da en sağlıklı buğday, kromozomu değiştirilmemiş olan SİYEZ BUĞDAYIDIR derken, ülkemizde çıkan bu eski buğday altın değerindedir, haberimiz BİLE yok!” diyor.
Karatay etkisini Ünlü Beslenme ve Diyet Uzmanı Dr. Ender Saraç takip ediyor. Dr. Saraç, “Siyez ekmeği genetiği oynanmamış ve aynı zamanda da vücutta alerji açısından riski düşük, besin değeri ve vitamin değeri çok yüksek, Siyez buğdayından elde edilen bir ekmek. Aslında buradan başlayarak tüm Türkiye’ye bir kıvılcım gibi yayılmasını diliyorum” diyor.
Türkiye’nin ilk presidiumu: Siyez
Siyez, İtalya menşeli Slow Food hareketi tarafından presidium ürün sertifikasıyla taçlandırıldı. Slow Food organizasyonu ayaküstü yemek alışkanlığına fastfood karşı alternatif olarak geleneksel ve yerel yemek ve yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eden hareket olarak tanımlanıyor.  Peki presidium ürün ne demek? Presidium olarak onaylanan bir ürün Slow Food ’un tasarladığı paket ve etiketle, dünya pazarına çıkabiliyor. En önemli avantajı presidium üreticilerinin bir araya gelerek, bu tohuma, bu zanaata, biyoçeşitliliğe ait bir ortak bir çalışma yürütmesi. Sahip olunan değeri korumayı ve devam ettirmeyi vaat eden bir söz veriliyor. Siyez üreticisi, Paflagonya Organik sahibi ve Kastamonu Gazetesi köşe yazarı olan Mustafa Afacan, Siyez ‘in presidium serüvenindeki en büyük destekçisi. Siyez’in kültür elçisi.


Picture
Afacan: “Tüketim toplumu algısı yıkılmalı”
Buğday ithalatımızın tavan yaptığı günümüz koşullarında, Afacan tüketim toplumunun algısının yıkılmasından yana. Gün geçtikçe artan tüketim sevdasının karşısında üretim politikaları ne yazık ki eksik kalıyor. Tahıl ve buğday ambarı olarak benimsediğimiz ülkemiz buğdayının %75’ini Rusya’dan ithal ediyor. Devlet ise buğdayı satın alıp işlemeyi tercih ediyor. Bu döngü Türkiye’yi daha ne kadar idare edebilir, uzun uzun kafa patlatılması gereken başka bir mühim mevzu.
Hem üretici hem çiftçi tüketimi karşılayacak üretim alt yapısının oluşturulmasından yana. Afacan, “Üretimin artırılması için çalışmalar yapılmalı. Devlet desteği bizler için düşük daha fazla teşvik ve destek olmalı. İç Anadolu doğu gibi bölgelerde alınan desteği biz alamıyoruz. Talep çok fazla fakat mevcut talebi karşılayabilen üretim yok şu an” diyor.
Çifti de üretici de isyanda
Kastamonu’da köy köy gezeyim, nasılmış bir şeymiş bu Siyez bir göreyim dedim. Benimki de saflık köy mü kaldı artık memlekette. İlk durağım İhsangazi, Siyez ‘in anavatanı karşılaştığım görüntü içinde şaşkınlıklar içerisindeyim. Afacan’ın neden talebi karşılayacak üretim yok dediğini anlıyorum…

Tarlalar boş, evler sahipsiz, pencereden bana bakan üç yaşlı amca ve teyze. Geride kalan son üç hane. Sokaklar boş ne çocuk sesi ne de bir hareket var bu terkedilmiş köylerde. Amcalardan biri, “Kimse kalmadı köylerde, herkes şehre göçtü, yaş oldu 84 biz toprak insanıyız gidemedik” diyor. Köyde karşılaştığım manzaranın ardından soluğu Daday ilçesindeki İksirli Çiftlikte alıyorum. Duygu Ece Aydın, İksirli Çiftlik ve Resort Town ’un yöneticisi, Galatasaray mezunu bir endüstri mühendisi. Lisans eğitiminin ardından annesi İksir Hanım’ın kurduğu çiftliğin başına, Kastamonu’ya dönmüş bir üretici. Siyez üretiminde çiftliklerinin büyük bir payı var.  Siyez’in neden üretilmediğine dair yönelttiğim soruma, “Verim problemi yaşıyoruz. Siyez’in üretilmesi için toprağın önceden hazırlanması, her sene sürülmesi gerekiyor. 200 dönümden 15 ton ürün aldık son yıllarda ama Siyez’in şöyle bir güçlüğü var ve insanların ona yanaşmamasının nedeni hasat edilme sürecinin çok meşakkatli, uzun bir süreç olması biz üretici olarak bu problemin üstesinden gelmeye çalışsak da çiftçi için durum bizimki gibi değil” diyor. Aslında çiftçinin yaşadığı bu zor durumu, köylerdeki iş gücünün azalmasına bağlamak mümkün. Ne tarlada çalışacak tarım işçisi ne de devlet tarafından sağlanan yeterli üretim teşviki var…

Islah Müjdesi
Kastamonu merkezde ise bir bayram havası, kutlamalar. Siyez için ıslah çalışmaları başlamış, halk çok sevinçli. Daha sürdürebilir, daha verimli buğdaylar üretilecekmiş. Islah bir diğer kelime anlamıyla verimleme, bir melezleme yoludur. Söz konusu durumda Siyez’in güçlü özellikleriyle, hibrit buğdayın yüksek üretim özellikleri birleştirilecektir. 10 bin yıllık Siyez’in öyküsünün son bulması, yerini küresel politikaları destekleyecek, daha karlı ama bir o kadarda sağlıksız bir buğdayın öyküsünün başlamasına mı sebep olacak, düşündürüyor. Ülkece, tarımsal kimliğimizi gitgide yitirdiğimiz son yıllarda elde avuçta ne kaldı? Afacan “İnsanlar gitti, köyler bitti. Çiftçi kendi toprağına küstürtüldü” diyor. Toprak neden kendi kaderine bırakılıyor, verimi varken neden yalnız kalıyor? Çiftçi neden desteklenmiyor da küstürtülüyor?
Siyez demek 10 bin yıllık tarih, birikim, bereket ve yerli üretim demek. Sahip çıkalım…


Picture
0 Comments

Yeni Nesil “Siber Savaşlar”

1/18/2017

0 Comments

 
Picture
Artuğ Keremhan Bilgin
Çoğu savaşlar mermiler, patlamalar ve fiziksel alandaki mücadeleden ibarettir. Bunun en önemli sebebi mermilerin ve silahların aslında bir Linux komut satırından daha ilgi çekici olmasıdır. Ancak bu noktada insanların yanıldığı bir nokta var ki insanların büyük çoğunluğu siber savaşları nükleer silah ya da diğer kitle imha silahlar ile aynı kefeye koyuyor. Öte yandan, hükümetler ve karar alıcılar ise bu konuyu almaları gerektiği ölçüde ciddiye alıyor gibi görünmüyor.
Siber savaş senaryolarının sadece bir paranoyadan ibaret olmadığını göstermek için teknolojinin önde gelen isimlerinden Steve Wozniak’ın açıklamalarına atıfta bulunmak mümkün. Bir röportaj sırasında Wozniak “Ben küçükken nükleer silahlardan korkardık… Şimdi ise her türlü siber saldırıdan ve hack olaylarından korkuyoruz. Bu saldırılar gerçekten de internetimizi kapatabilir, elektriğimizi kesebilir mi? Ne kadar öteye gidebilirler?” diye soruyor ve ekliyor: “Bu durum yıl geçtikçe iyileşmek yerine daha da kötüye gitmeye devam edecek”
Yıllar içerisinde teknolojik gelişmelerin nasıl da birbirine bağlı hale geldiğini düşünelim. Sizce bir teröristin büyük bir enerji kaynağının gücünü kesmek için ne kadar çaba harcaması gerekiyor? Ya da silahlı bir insansız hava aracının kontrol sistemini ele geçirip sivil bölgelerin bombalanması ne kadar mümkün?
Günümüz savaş stratejileri yalnızca gelişmiş silah sistemlerini değil, aynı zamanda bilgiyi elde etme ya da teknolojik ara yüzleri kontrol ederek veya onları yok etme amacı üzerine de kurulu hale geldi. Siber savaşın çeşitli aktörleri var: hacktivistler, paralı hackerlar ve siber ordular. Ancak hemen hemen her saldırı senaryosu bir devlet altyapısına zarar vermek üzerine kurulu. Bunu akılda tuttuğumuzda, yaşadığımız zamanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için bazı olası siber savaş senaryoları sıralamak mümkün.
Silah Sistemleri
Teknolojik olan her şeyin hacklenebileceği gerçeğini anlamak siber savaş tehdidini kavrayabilmek için ilk adım niteliği görüyor. Ancak bazıları için sayısız örneklere rağmen bu durum hala yeterli delillere sahip değil.
Bu örnekte silah sistemlerinden, daha özel olarak, onları kontrol eden teknolojik sistemlerden bahsedelim. Silahlara karşı yapılan siber saldırılardan biri de 2015 yılında meydana geldi. Türkiye-Suriye sınırında konuşlu Alman Patriot savunma füzeleri anlamlandırılamayan komutlar uygulamaya başladığında muhtemel bir siber saldırının ilk sinyallerini vermiş oldu. Her ne kadar Alman yetkililer böyle bir olayın yaşandığını inkâr etse de çok sayıda üçüncü kaynaklar bu olayı bilgi teknolojileri camiasına bir hack olayı olduğunu iddia etti.
Bu sadece bir örnek, ancak etkilerini bir düşünün. Bir hacker tarafından doğrudan yönlendirilen ve hangi sebeple kullanıldığı belli olmayan yönlendirilmiş füzelerden bahsediyoruz. Ordular ne kadar teknolojiye güvenirse (haklı olarak) aslında kendilerini bir o kadar savunmasız bir duruma getiriyorlar. Her ne kadar aksine inanmak istemeseler de, çoğu hükümet bu tür sistemleri güvene almak için yeterince çaba göstermiyor.
Hassas Bilgi Çalmak
Her ne kadar tartışmalı olsa da, savaştaki en önemli strateji düşmanını anlamaktır, böylece onu nasıl mağlup edebileceğini belirleyebilirsiniz. Siber uzayda bu durum rakip devletlerden bilgi toplamak ya da doğrudan bilgi çalmak üzere etkisini gösteriyor. Bu tarz saldırılar çok sık olarak meydana geliyor ve örnekler de sayılamayacak kadar fazla gözüküyor.
Çinlilerin Amerikalılardan çaldığı ve silah prototiplerini gösteren bilgilerden tutun, WikiLeaks gibi dosya sızdıran oluşumlara bilginin kontrolü artık sıklıkla en büyük silah haline geldi. Bilgiyi kim kontrol ederse, iyi ya da kötü, siber savaşta oldukça önemli bir avantaja sahip olmaya başladı.
Bilgi her zaman bir zorunluluk idi, ancak artık bilginin çok büyük bir kısmı devasa ölçeklerdeki elektronik bilgi bankalarında saklanıyor. Bu bilgi bankalarını kontrol eden birçok hükümet bu bankaların sahip olduğu zayıflıkların yeterince farkında değil. Bunun en temel sebebi ise güçlü güvenlik duvarlarının tüm hackerları durduracağı inancı olduğu gözüküyor. Bu oldukça tehlikeli bir düşünce yapısı, ancak son zamanlarda neden NSA ve diğer kurumların zafiyete düştüğünü de açıklıyor.
HAVELSAN Genel Müdürü ve Bilgi Güvenliği Derneği Başkanı Ahmet Hamdi Atalay siber saldırganların hassas bilgileri hedef alarak devletleri, şirketleri ve kamu kurumlarını zarara uğratmayı amaçladıklarını belirtti. Son dönemde gerçekleştirilen veri sızıntısı saldırılarının birçok zarara yol açtığını vurgulayan Atalay, Yahoo örneğini verdi: “2014 yılında ünlü arama motoru Yahoo yüz milyonlarca kullanıcısının bilgilerini siber saldırganlara çaldırdı. Müşterilerin kişisel bilgilerinin başkalarının eline geçmesinin yanı sıra Yahoo piyasalarda 1 milyar dolara yakın değer kaybetti ve şirket güvenilirliği büyük darbeye uğradı.” Hassas verileri çalmayı hedefleyen saldırılara karşı dikkatli olunması gerektiğinin altını çizen Ahmet Hamdi Atalay, HAVELSAN’ın kamu kurum ve kuruluşlarına ve özel şirketlere siber güvenlik noktasında 7/24 destek verebileceğini ve siber saldırılara karşı koruma sağlayabileceğini açıkladı.
Nükleer Santral Tesislerinin Gücünü Kesmek
Gelişmiş dünyanın büyük bir bölümü, enerjisini nükleer santrallerden elde ediyor. Çernobil Kazası (1981) ve diğer birkaç kazanın gösterdiği üzere, bir nükleer tesiste işlerin yolunda gitmemesi binlerce insanın hayatına mâl olabiliyor. Siber güvenlik dünyasında, özellikle siber savaşı dikkate alarak, nükleer santrallerin ve diğer enerji tesislerin kötü amaçlı yazılımlar aracılığı ile çok ciddi saldırılara maruz kalabileceğini düşünmek zorundayız.
Bu endişenin ana kaynaklarından biri de çok da iyi bir üne sahip olmayan Stuxnet gibi yazılımlar. İsrail ve ABD tarafından ortak gerçekleştirildiği düşünülen saldırılarda Stuxnet solucanının hedefi İran nükleer programına kalıcı zararlar vermek idi. Natanz’da  bulunan santralde solucan saldırısının doğal sonucu olarak ciddi bir santrifüj zararı meydana geldi ve bu durum nükleer santralde ciddi tahribata yol açtı.
Siber savaş alanında enerji ile alakalı her şey sürekli olarak hedef tahtasında bulunuyor. Nükleer enerji ise kolay elde edilmesine rağmen en yıkıcı kaza ihtimalleri barındıran bir enerji çeşidi. Sadece bir virüsün çok ciddi arızalara yol açabileceği gerçeği, siber savaşın ne kadar ciddi boyutlara ulaşabileceğini gösteriyor.
Siber savaşların verebileceği zararın silahlarla gerçekleştirilen herhangi bir terör saldırısına eşdeğer hale gelmeye başladığını vurgulayan Bilgi Güvenliği Derneği Kurucu Başkanı ve Gazi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Alkan siber saldırganların her geçen dakika kullandıkları saldırı tekniklerini geliştirdiklerini ve verebilecekleri zararı arttırdıklarını belirtti. Bu sebeple ülke olarak kendimizi siber güvenlik alanında geliştirmemiz gerektiğini ve yapılan saldırılardan doğabilecek zararı en aza indirmenin önemini açıklayan Alkan, konuyla ilgili nükleer santrallerden örnek verdi: “Nükleer santrallerin güvenliğini Çernobil felaketinde tecrübe edildiği gibi maalesef tüm dünyanın güvenliğini ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla nükleer santrallere gerçekleştirilen siber saldırılar ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun yol göstericiliği hem nükleer santral kurma eşiğinde olan Türkiye hem de tüm ülkeler için büyük önem arz ediyor.” Türkiye’nin birçok raporda en çok siber saldırıya maruz kalan ülkelerin başında geldiğini açıklayan Prof. Dr. Mustafa Alkan, bu sebeple kurulacak olan nükleer santralin teknolojik altyapısının güvenliğinin sağlanmasının ülkemiz için büyük önem arz ettiğini ve aksi takdirde kurulacak olan nükleer santralin ülkemizde felakete yol açabileceğini vurguladı.
Küresel Bir Siber Savaş Çözümü Geliştirmek
Siber savaşın içine gizlenmiş tüm bu tehlikeleri düşünürsek, küresel olarak nasıl bu tehlikelere karşı koyabiliriz? Açıkçası, cevaplar çok da kesin değil. Hükümet yetkililerinden tutun, bağımsız siber güvenlik araştırmacıları ve toplumun daha birçok kesiminin bir araya gelmesi ilk adım olarak önerilebilir.
Siber savaşa çözüm üretmenin en doğru adresi Birleşmiş Milletler çatısı olacaktır. Birleşmiş Milletler nükleer silahların ortaya çıkmasından beri savaş denen olgunun en büyük problemlerini çözmek için çaba sarf ediyor. Bu çabalar uluslararasındaki diyaloğun gelişmesine katkıda bulundu, ancak fiziksel olarak diyaloğa giren uluslar (Çin, Rusya ve ABD) siber alanda ise birbirine sıklıkla saldırmaktan vazgeçmiyor.
Bu durumu göze alırsak, karşılıklı siber yıkım kapasitesi tehlikesini daha iyi anlamak için Birleşmiş Milletler üzerindeki baskıyı arttırmak doğru bir adım olacaktır. Birleşmiş Milletler kararlarına etkileri bulunan devletleri bir yıkımın oldukça yakın olduğumuza ikna etmeliyiz. Eğer bunu biz yapamazsak yaşanacak büyük felaketler bu görevi görecek ki gerçek hayatta bu oldukça muhtemel gözüküyor. Belki de, biz InfoSec topluluğu olarak bir araya gelip kendi ülkelerimize siber savaş referandumları hakkında mücadele etmeleri konusunda baskı oluşturabiliriz.
Siber savaşların doğuracağı yıkıcı sonuçların önüne geçmek için uluslararası alanda tüm ülkeleri kapsayan düzenlemelerin yapılması gerektiğini belirten Gazi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şeref Sağıroğlu ülkelerin belirli bir noktada birleşmemesi halinde kaos ortamının ortaya çıkacağını ve siber saldırıların geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açacağını söyledi.
Dünya olarak öyle bir konumdayız ki en büyük tehdidimiz aynı zamanda en büyük hazinemiz olabilir. Teknoloji hayatın gelişmesi için gerekli ve etkili bir araç. Ancak teknoloji aynı zamanda her zaman ulus-devletler, teröristler ve yıkıcı amaçlara sahip olan diğer gruplar tarafından suistimal edilmeye uygun bir durumda olacak. Bu durumu ne kadar çabuk anlayabilirsek, o kadar hızlı somut çözümler üretebiliriz.
 

0 Comments

    COMD 331 News Reporting and Writing 

    Dönem çalışmaları

    Arşiv

    May 2017
    January 2017

    Kategori

    All

    RSS Feed

Powered by Create your own unique website with customizable templates.